BİZLER, TECDÎD’E MEMURUZ!...

Cenab-ı Hakk yarattığı insanları hakk’a, hidayete, doğru yola davet etmeleri için yeryüzüne racih rivayetlere göre, 124 bin peygamber, (nebi, nebî-resul) göndermiştir. Hazret-i Adem’den, Hazret-i Hâtem’e kadar devran eden asırlar içinde ahir zaman peygamberi, seyyidü’l-kâinat, seyyidü’l-kevneyn, seyyidü’l-rüsûl ve’l-enbiya Muhammed-Mustafa, salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimize kadar yeryüzünde aynı zamanda ve aynı mekanlarda birden fazla peygamber bulunuyordu.  Peygamberimizin bi’setinden sonra peygamberimiz cihânşümûl, zaman ve mekanlar ötesi, ufuk peygamberi olduğu başka peygamberler gönderilmemiş ve kıyamete kadar da gönderilmeyecektir.

“ O halde (resulüm) peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vaadedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir üebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç?...“  (Ahkaf 46/35)

Bu âyet-i kerimeyi tekaddüm eden âyetlerde tevhid, nübüvvet, ahiret hayatı takarrur ettirildikten sonra, bu hususlardaki şüphelere de cevap verildikten sonra, kafirlerin, Kureyş küffarının ve Medine’deki müşrik ve Yahudilerinin eziyetlerine işaret buyrularak, senden önceki peygamberler nasıl kendilerine karşı yapılan eza ve cefaya sabretmişseler sen de sabret habibim buyrulmuştur.

Bazı müfessirler ”Ülü’l-Azim” Murad-ı İlâhî’nin peygamberler arasında gönderildikleri kavimlerinin     müthiş eziyetlerine maruz kalan peygamberler olduğunu, mesela Nuh Aleyhisselâm’ın asırlar içinde kavmini hidayete davet ettiğini, kavminin kendisini zaman zaman bayıltıncaya kadar dövdüklerini, İbrahim Aleyhisselâm’ın ateşe atıldığını, oğlunu kurban etmekle imtihan olunduğunu, Yakup Aleyhisselâm’ın oğullarını ve görme hissini kaybettiğini, Yusuf Aleyhisselâm’ın kuyuya ve zindana atıldığını, Eyüp Aleyhisselâm’ın dayanılmaz hastalıklarla muztar olduğunu, diğer rüsûl ve nebilerin de benzer bela ve musibetlere maruz kaldıklarını ifade ile onlar nasıl sabrettilerse  sen de sabret buyrulmuştur. Murad-ı İlâhî budur demişlerdir.

Diğer bazı müfessirler ise, Ahzâb Sûresi’nin 7.Âyet-i Kerimesini delil göstererek bu âyette zikredilen peygamberler “Ülü’l-Azm” peygamberlerdir diyorlar.

“Hani biz, peygamberlerden söz almıştık, Sen’den, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da, (evet) biz onlardan pek sağlam ve ağır bir söz aldık.”

Kur’ân-ı Kerim’de Hazreti Adem, Hazreti Şit ve Hazreti İdris Aleyhimü’s-Salat vesselâm  efendilerimizden sonra zikri geçen dördüncü peygamber ve Ülü’l-Azm peygamberlerin birincisi, Nuh Aleyhisselâm’dır.” And olsun ki biz, Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir müddet onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini devam ettirirken tufan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebût 29/14)

“ (Sonra Nuh) Rabbim dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim; fakat benim davetim ancak kaçmalarını artırdı. Gerçekten de, (iman etmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için)  elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. Sonra ben kendilerine haykırarak davette bulundum. Dedim ki; Rabbinizden mağfiret dileyin; O çok bağışlayıcıdır.” (Nuh  71/5,6,7,8,9,10)

“ Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.” (Ankebût 29/15)

Nuh leyhisselâm’dan itibaren hazreti Nuh da dahil, her bin seneni başında bir Ülü’l-Azm peygamber gönderilmiştir. Tufan sonrası gönderilen ilk peygamber, ikinci Ülü’l-Azm peygamber İbrahim Aleyhisselâm’dır. “İbrahim’i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah’a kulluk edin. O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.” (Ankebût 26/16)

İkinci Ülü’l-Azm peygamber, ceddü’l-enbiya, sevgili peygamberimizin de dahil olduğu pek çok peygamberin dedesi olan, İbrahim Aleyhisselâm putlara, putperestlere şiddetle karşı çıktığı için, cehennemî bir ateşe atılmış, kurtarılmış, en sevdiği varlığı oğlu İsmail Aleyhisselâm ile ağır bir imtihana tâbî tutulmuş, tevvülün, fedâkârlığın, teslimiyetin müşahhas bir misali olarak temayüz etmiştir.

Nuh Tufanı ile birlikte yeryüzünden kaldırılan, cennetten getirilen hacerü’l-esad muhafaza edilirken, Kabenin taşı toprağı sulara gömülmüş izi temelleri kaybolmuştu. Kabeyi aslî temelleri üzerine yeniden inşa eden de İbrahim Aleyhisselâmdır.

Üçüncü binin başında, üçüncü Ülü’l-Azm, peygamber olarak gönderilen, kendisine Tevrat indirilen Hazreti Musa Aleyhisselâm’dır. Dördüncü bin yılda gönderilen dördüncü Ülü’l-Azm peygamber ise Meryemoğlu İsa’dır. Cenab-ı Hak, Musa ve İsa Aleyhima es-salâtü vesselâm efendilerimizi İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderildiler. İsrail oğulları Hazreti Musa’ya, Yahudiler ise Hazreti İsa’ya yapmadıkları eziyet ve cefa bırakmadılar. Şımarıklıkları had safhada idi. ”Hani havârîlere” Bana ve Peygamberime iman edin” diye ilham etmiştim, Onlar da ”iman ettik, bizim Allah’a teslim olmuş kimseler (Müslümanlar) olduğumuza sen de şahid ol” demişlerdi.” “Hani havârîler” Ey Meryem oğlu İsa, rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O, “İman etmiş kimseler iseniz, Allah’tan korkun” cevabını vermişti.” “Onlar“ ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahidler olalım istiyoruz” demişlerdi.” “Meryem oğlu İsa şöyle dedi; Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır, zaten sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” “Allah da şöyle buyurdu; Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkar ederse, kâinatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.” (Mâide 5/111,112,113,114,115)

Beşinci bin yılın başında gönderilen Ülü’l-Azm peygamber şüphesiz, Ahir zaman peygamberi, Hâtemü’l-Enbiya-i  ve’l-Mürselîn, Resûl-i Ekrem, salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizdir.

Peygamberimiz son peygamber olduğuna ve kıyamete kadar da başka peygamber gönderilmeyeceğine göre, mürur eden asırlar ve ebediyete doğru akıp giden zaman içinde ve zaman asr-ı saâdetten uzaklaştıkça, fitneler zuhur ettiğinde, Allah’ın Resûlü’te mutabaat, ittiba (tam uyum) zayıflayıp, sünnetlere temessük yerine şen’î’ bid’atlere tevessül edildiğinde, Ümmeti Muhammed’i dalâletten hidayete, zulmetten nura kim kimler davet edecek, sünnetlere temessükü kim kimler teşvik edecek, şen’î bid’atlerden kim kimler sakındıracak?!...