Aziz Türk Milleti’nin rüyası, hülyası, hayali gerçeğe dönüştü, bu Aziz Millet, 24 Temmuz 2020 bir Mübarek Cum’a gününde “Kızılelması”na kavuştu. Ayasofya’da ibadete fiilen kapatılmasından seksen sekiz yıl, bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye tahvilinden seksen altı yıl sonra kılınan ilk Cum’a namazını T.C. Diyanet İşleri Reisi, Prof. Dr. Ali Erbaş kıldırmıştır. Bu ilk Cum’a namazında, Covid-19 tedbirleri müvacehesinde, Camii’in ana mekanına kapasitesinin çok altında cemaat alınmıştır. Ancak, İstanbul’u hususiyle tarihî yarımadayı yakından bilenler için söyleyeyim, Beyazıt Meydanından itibaren, Yeniçeriler Caddesi, Divanyolu, Alemdar Köşkü’nün köşesine kadar Alemdar Caddesi, Ayasofya ile Sultanahmed Camii’lerinin arasındaki Sultanahmed Parkı, Atmeydanı, Mehmed Akif Parkı, eski adliye sarayı meydanı ve Ayasofya’nın kuzeyindeki Soğuksuçeşmesi Sokağı tamamen cemaatle doluydu. Emniyet Kuvvetlerinin resmî rakamlarına göre, dronelerle havadan çekilen fotoğraflardan faydalanarak yapılan tespitlere göre, üç yüz elli bin kişi Cum’a namazına iştirak etmişti. Bu ilk Cum’a namazı Türkiye ve dünya televizyon kanalları tarafından bütün dünyaya canlı olarak naklen verilmişti. Ayasofya’nın ibadete açılmasına yalnız Türkiye’de yaşayan Müslümanlar değil, semanın muhtelif tabakatından inen sayısını ancak Allah’ın bildiği melekler, dünyanın muhtelif kıtaatı ve iklimlerinde yaşayan Müslümanlar da derin bir sürur duymuşlardır.
Ayasofya’da seksen sekiz yıl sonra ilk Cum’a namazını kıldıran Diyanet İşleri Reisi Prof.Dr. Ali Erbaş Hoca, Ayasofya’nın minberine sol elinde kılıçla çıktı, irad ettiği, hutbenin muhteviyatında, Ebu’l-Fethi ve’l-Megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, Ayasofya-yı Kebir Camii Şerif’i hakkındaki Vakfiyesi’nin müeyyide kısmı yer alıyordu. Bu müeyyide, yalnız Hazreti Fatih’in Vakfiyesinde değil, İslâmî bütün vakfiyelerde mevcut olan müeyyidedir. Bu müeyyide “Vakfiye’nin şartlarını, gayesini değiştirenlere lanet etmektir ki “Her kim bu vakfiyenini şartlarını, gayesini değiştirirse, Allah’ın, Meleklerin, kitapların, bütün Peygamberlerin ve lanet edici bütün insanların laneti onun üzerine olsun” tarzında bir tel’in cümleleridir.
Diyanet İşleri Reisi’nin irad ettiği hutbe, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Genel Müdürlüğü   uzmanları tarafından günün manâ ve ehemmiyetine uygun olarak hazırlanmıştı. Bu tarihî günde, Hazreti Fatih’in Vakfiyesinin müeyyide kısmının, Tel’in maddesinin bu hutbenin muhteviyatı arasında yer alması yerinde, hatta zarûrî idi.
Aslında, Ayasofya’nın ibadete açılmasına şiddetle karşı oldukları halde, Aziz Milletimize karşı, Ayasofya’nın ibadete açılmasına karşı koyamayanlar, Diyanet Reis’inin minbere kılıçla çıkmasını ve irad olunan hutbe metninde, tel’in maddesinin yer alması, tek parti mütegallibe, CHP ile azılı Kemalistleri deli divaneye çevirdi. Hakikatle uzaktan yakından bir alakası bulunmayan tabir ve tefsirlerle tozu dumana kattılar.
Cum’a hutbesine, Diyanet İşleri Reisi nasıl elinde kılıç çıkarmış, minbere kılıçla çıkmak bir Osmanlı geleneğiymiş, Osmanlı özleyişiymiş. Cumhuriyetin bir kuruluşunun başında bulunan birisi nasıl olurmuş da, Osmanlıya özenirmiş. Aralarında bazıları ise, kılıçla minbere çıkmayı, Osmanlı Sultanlarının tahta çıktıklarında, Eyüp Sultan huzurunda, “Kılâdet-i Seyf” (kılıç kuşanma) merasimiyle karıştırmış, benzetmiş, bu istikamette yorumlarda bulunmuş.
İşin aslı, İslâm’ın Fütuhat döneminden itibaren, hususiyle ikinci Halife Hazreti Ömer bin Hattab radiya’llâhu anh’in hilafet günlerinde, kılıçla, güçle fethedilen Bilâd-i İslâm’da, Cum’a ve bayram hutbelerini irad için minberlere ellerinde kılıçla çıkmaya başladılar. Bu tarihten sonra kılıçla ve güçle fethedilen İslâm beldelerinde, Osmanlı Pây-i Taht’ları, Bursa, Edirne ve İstanbul dahil, bütün İslâm beldelerinde, hatipler Cum’a ve bayram hutbelerini irad için minberlere kılıçla çıkardılar. Minbere kılıçla çıkmak “Bu belde, kılıçla, güçle fethedilmiştir, kılıçla güçle muhafaza edilmektedir. Gerekirse, kılıçla ve güçle müdafaa edilecektir” manâsını ifade eder. Nitekim, 08.1980 tarihinde, Ayasofya’nın Hünkar Mahfili ve Medhali ibadete açıldığında, Beyazıd Camii Başimamı, Reisü’l-Kurrâ’dan, Merhum Abdurrahman Gürses Hocamız da, Hünkar Mahfili Minberine, Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterine kayıtlı, Topkapı Sarayı Müzesinden getirilen Murassâ bir kılıçla çıkmıştı.
TEL’ÎN, LA’NETLEME, LA’NET OKUMA MES’ELESİNE GELİNCE:
Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi, 1932 yılına kadar 479 yıl bilâfâsıla mülkün Sahibi ve Vâfık’ının iradesi istikametinde, Vâfık’ın şartları istikametinde, vakfiye şartlarına uygun olarak Cami olarak ibadete açık kalmıştır. Ancak, 1932 yılının başlarında, Amerikan Bizans Enstitüsünün talebi üzerine, Fetih’ten sonra sıva-badana ile üzerleri kapatılan tasvir ve fresklerin açığa çıkarılması için, Ayasofya fîilen ibadete kapatılmıştır. Aradan iki yıl geçtikten sonra, bu kerre çıkarılan bir Bakanlar Kurulu Kararıyla, camii olmaktan çıkarılmış, müzeye tahvil edilerek, Maarif Vekaletine devredilmiştir. 88 yıl, Mülkün Sahibinin iradesine, dünyanın hiç bir yerinde vakıfın iradesi vakfiye şartları değiştirilemezken, Vâkıfın iradesi ve vakfiyenin şartları tamamen değiştirilerek müze olarak kullanılmıştır.
1932’de, Amerikan Bizans Enstitü’ne tasvirlerin ve firesklerin açığa çıkarılması için izin vererek Ayasofya’nın fîilen ibadete kapatanlar, vakfiye şartlarını vakıfın iradesini ihlal edenler kimlerdir?
İki yıl sonra, 24 Kasım 1934 tarihinde, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarıp, müzeye tahvil edilmesini öngören kararnâme’nin altında kimlerin imzası var!.. Şüphesiz bunlar, tek parti mütegallibe ceberûtî ve tagûtî CHP’nin zimamdarlarıdır. Öyleyse, Ebû’l- Fethi ve’l- Megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, vakfiyesindeki “Allah’ın, meleklerin kitapların, Peygamberlerin ve bütün insanların, bütün lanet edicilerin laneti onların üzerine olsun” müeyyidesinin muhatapları, evveliyyetle bu zimamdar üzerinedir. Bilahare, tasvip edenler, suskun kalanlar, rıza gösterenler, asgarîden içten içe buğuz etmeyenlerdir...
Hem sonra, tel’în edenler, lanetleyenler, ne bu hutbeyi irad eden, Diyanet İşleri Reisi ne de bu hutbeyi hazırlayan Din İşleri Genel Müdürlüğü uzmanlarıdır. Asıl tel’în eden lanetleyen, mülkün sahibi ve vâkıfı, Ebû’l-Fethi ve’l-Megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleridir. Bu tel’în, lanetleme metni yeni yeni ortaya çıkmış bir metin de değildir. Hazreti Fatih’in bu vakfiyeyi hazırladığı günden beridir, bu metin devletimizin arşivlerinde mevcuttur. Kaldı ki, bu tel’în maddesi yalnız Fatih’in vakfiyesine has bir durum değildir; bütün vakfiyelerde bu müeyyide maddesi mevcuttur.
Yaman bir çelişki “Tezat” değil mi? Kadınıyla erkeğiyle, hatta çocuklarıyla koskoca bir milletin, Devlet-i Aliyye’mizin yüce ahlak ve karakterde yetiştirdiği, yüzlerce, binlerce kurmay subaylarımızın öncülüğünde ve kumandasında kazanılan, İstiklal ve İstikbal Mücadelemizi, herkesi yok sayarak, sadece, bir kişiye izafe edenler, lanet muhataplığına gelince, niçin yan çiziyorlar? Hani o olmasaydı, hâşâ! hiç bir şey olmayacaktı?!...