Şiddetin Şifreleri

Şimdilerde, toplumdaki şiddet eğiliminin nedenlerini irdeleyen programlar yapılıyor. Sormak isteriz; siber savaşların bu denli yaygın olarak hayatımızı etkiler duruma gelinceye kadar aklımız neredeydi? Bu programların yapılması için biraz geç kalmadık mı? Sinema filmlerindeki, televizyon dizilerindeki şiddet, yaralama ve öldürme sahnelerinin yoğun olarak kullanılmasının toplumun ruh sağlığını olumsuz etkilediğine ilişkin uyarıların “paranoya”, “komplo teorisi” olarak nitelenemeyeceğini idrak edebilmemiz için bunca acı deneyimin yaşanması gerekli miydi? 

Bireylerin, dolayısıyla toplumun ruh sağlığını koruma altına zamanı gelmiştir. “Ne yani, sansür mü uygulayalım?” sorusu, bugün, bilimsel gerçekler karşısında bir anlam ifade etmiyor. 

M. KEMAL SALLI

Millet olmanın en temel koşulu olan sevgi ve saygıyı unuttuk; hayatın her safhasında birbirlerine şiddet uygulamayı hayatın bir gerçeği olarak kabul eden bireyler topluluğuna dönüştük. Birbirlerini ailenin bir ferdi olarak kabullenip sevgi saygı gösterdiği bir millet yapılanmasının herkesin birbirine kuşkuyla baktığı bireyler topluluğuna dönüşmesi bir toplumsal çöküş habercisidir. Toplumbilim, böylesi bir evrilmeyi tehlikeli bir yozlaşma olarak niteliyor. 

Özellikle kadın cinayetlerinin artması sonucunda gündemimize gelen bu tehlikeli dönüşüm konusunda, kaç bilim adamının, ülkeyi yönetenlere kaç rapor sundukları, ne gibi önlemler önerdikleri ayrı bir araştırma konusudur. Bir toplumun millet olma niteliğini yitirmesi, çok ciddiye alınması gereken gelişmedir. Bireyleri hergün, bir dolandırıcılık, bir soygun, bir yaralama özellikle bir cinayet haberiyle sarsılan bir toplumun millet olma bilincini süratle erozyona uğruyor demektir. Toplumbilim açısından bu durum, birşeylerin yanlış gittiğinin biraz da geç kalmış bir uyarısıdır. 

BİRAZ GEÇ KALMADIK MI?

Şimdilerde, toplumdaki şiddet eğiliminin nedenlerini irdeleyen programlar yapılıyor. Sormak isteriz; siber savaşların bu denli yaygın olarak hayatımızı etkiler duruma gelinceye kadar aklımız neredeydi? Bu programların yapılması için biraz geç kalmadık mı? Sinema filmlerindeki, televizyon dizilerindeki şiddet, yaralama ve öldürme sahnelerinin yoğun olarak kullanılmasının toplumun ruh sağlığını olumsuz etkilediğine ilişkin uyarıların “paranoya”, “komplo teorisi” olarak nitelenemeyeceğini idrak edebilmemiz için bunca acı deneyimin yaşanması gerekli miydi? 

Kimseyi suçlamak niyetinde değiliz, yalnız sabahtan akşama kadar ekranlarda başarıya şiddet yoluyla ulaşıldığını gören, “öğrenen” çocukların ve gençlerin evde, yolda, otobüste, tramvayda başkalarına sevgi saygı göstermeleri beklenebilir mi? Ekranları kana, gözyaşına bulayan bu dizi furyasının toplumun ruh sağlığında yapabileceği olası tahribat konusunda, bugüne kadar ciddi bir karşı duruş gördünüz mü, duydunuz mu? 

Şuuraltlarında başarı=şiddet kalıbı yerleştirilen bireylerin evde, yolda, otobüste ilgili ilgisiz kişilere saldırmalarını, yaralamalarını hatta katletmelerini neden yadırgıyoruz ki? 

Ekranlardan kan fışkırtan, takır takır adam öldürülen “kahramanların” cezalandırılMAdıklarını gören genç beyinlerdeki bütün insani değerlerin resetlendiğini görebilmek için alim olmaya gerek yok ki?

DÜŞMANLARIN BİRŞEY YAPMALARINA GEREK YOK Kİ..

Geceleri huzur bulmak, birbirimize sarılmak, birbirimizin derdine ortak olmak üzere çatısı altıda toplandığımız evlerimizde, karşısına geçtiğimiz televizyon ekranlarından,  dizi adı altında, saatler boyunca, uyuşturucu etkisi yapan yeknesak, sinir yıpratıcı fon müzikleri eşliğinde işkence, yaralama, cinayet sahneleri sergileniyorsa, o toplumun bireylerini birbirine düşman etmek için, o toplumun millet olma bilincini dinamitlemek için ayrıca bir çaba göstermeye gerek kalır mı? 

Bir başka gerçeğe de değinmek isteriz. Ekranlardan sabahtan akşama, akşamdan sabaha şiddet pompalayan diziler, yalnızca, şiddet uygulamasını başarının anahtarı sayan bireylerin yetişmesine neden olmaz, karşı kutbun oluşmasına, şiddeti, hayatın uyulması gereken bir gerçeği olarak kabullenen içine kapanık, haklarını savunmaktan aciz bireylerin yetişmesine de neden olmaktadır. 

Ekranlarda takır takır adam öldüren ve bu eylemlerinden dolayı cezalandırılmayan “kahramanları” gören eğitimsiz, kimliği henüz gelişmemiş bireylerin adaleti bizzat dağıtmaya yeltenmeleri doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Birilerinin, para kazanmaları için toplumun ruh sağlığını, insani değerleri dumura uğratmalarına izin verilmemelidir. Bu, herşeyden önce, yasa koyucunun görevidir. Bu sansür değil, bilimsel gerçeğin emridir. 

Yapımcılar, kendi dizilerinin izlenme oranını artırmak için, insanlara uyuşturucu etkisi yapan görüntüleri ve ses efektlerini sorumsuzca ve ölçüsüzce kullanmakta bir sakınca görmüyorlar.  Reytingleri uçurmak amacıyla gerilim sahnelerini ve sinirleri tahrip eden fon müziklerini sabrın sınırlarını zorlayan ölçüde kullanıyorlar. Bilinçsizce kullanılan bu reyting silahları insanların ruh sağlığını olduğu kadar bedensel sağlığını da etkiliyor; insanları aşırı duyarlı hale getiriyor. Bu da gereksiz tartışmaların yaşanmasına, suç işleme oranının artmasına neden olmaktadır. 

Dizi film adı altıda, reality Show adı altında, toplumun ruh sağlığının böylesine sorumsuzca altüst edilmesine hiçbir ülkede izin verilmez. Bireylerin, dolayısıyla toplumun ruh sağlığının korunması bilimsel bir konu başlığıdır ve devletin görevleri arasındadır. 

Televizyon ekranlarından her gece kan sıçrayan cesetler dökülen bir toplumda bireylerin ruh sağlığının örselenmediği söylenebilir mi? 

ŞİDDDET, YARALAMA, ÖLÜM SAHNELERİ..

Dizi filmlerin ağırlıklı olarak hayatın olumsuz yönlerini, korkuyu, dehşeti, şiddeti işlemesi şart mıdır? Kansız filmlerin reyting yapma şansı hiç yok mudur? Bir toplum, dizilerin izlenme oranının artırmak uğruna ruh sağlığını kaybetmeye mahkum edilebilir mi? 

Hayat, yalnızca şiddetin, korkunun, hilenin, cinayetin, soygunun egemen olduğu, insanların adaleti tek başlarına aradıkları ya da sağladıkları bir zaman dilimi değildir. 

“Ne yani, sansürü mü savunuyorsun?” diyecek olanları yanıtımız şudur: Toplumun ruh sağlığını koruma önlemleri, sansür değil, yasa koyucunun görevidir. Demokrasinin yılmaz savunucusu olarak bellediğimiz ABD’de insanların ruh sağlığını olumsuz etkileyecek filmler çekilmesine, diziler yapılmasına uzun yıllar izin verilmediği bir gerçektir. Hoolywood filmleri insanlara mutluluk aşılayan görsel şölenlerdi ve mutlu sonla noktalanırlardı. 

SUBLİMİNAL MESAJLARA DİKKAT!

‘O günler eskilerde kaldı’ diyemeyiz. Sineme filmleriyle, televizyon dizileriyle insanların bilinçaltlarını etkilemenin mümkün olduğunun bilimsel bir gerçektir. Film izlerken gözümüzün önünden 24 kare televizyonda 25 kare akar, 25. kare bomba yüklü bir uçaktır. “Bu bölümde ürün yerleştirme uygulanmaktadır” uyarısıyla artık açıkça hayatımıza girmiştir. Subliminal mesaj kısaca, ‘Kişinin bilinçaltına gönderilen gizli mesaj’dır. Kişilerin bilinçaltlarına komutlar göndermenin yazılı ve görüntülü çeşitli yolları vardır. 1964 yılında İngiltere’de, 1974 yılında ABD’de olmak üzere, subliminal teknikler kullanarak insanların bilinçaltlarını etkileme 55 ülkede yasaklanmıştır, ama ülkemizde, bu teknolojinin kullanılmasını denetim altına alan ciddi bir önlem yoktur.   

Çocuklarımızı oyalamak amacıyla televizyon karşısına oturtup çizgi filmlerle başbaşa bıraktığımızda, onları birilerinin açık hedefi haline getirdiğimizin farkında bile değiliz. Çocuklarımızın saf ve tertemiz bilinçaltları, bu çizgi filmleri üretenlerin yerleştirdikleri mesajlarla şekillendirilebiliyor.   

Bireylerin, dolayısıyla toplumun ruh sağlığını koruma altına zamanı gelmiştir. “Ne yani, sansür mü uygulayalım?” sorusu, bugün, bilimsel gerçekler karşısında bir anlam ifade etmiyor.