Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

Tebük seferine çıktığında, çok sıcak günlerdi. Medine’li münafıklardan ba’zıları ma’zeret beyan ederek bu sefere çıkmadılar. “Allah’ın Resûlü’ne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevinenler, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler. “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De; ki, “Cehennem ateşi, daha sıcaktır” Keşke anlasalardı!” (Tevbe 9/81)

(Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, Tebük’de düşman beklerken, kendisine vahiyler geliyor ve O, savaştan geri kalanları devamlı ayıplıyordu. Celâs bin Süveyd adındaki bir münafık dedi ki, “Eğer Muhammed’in kardeşlerimiz için söyledikleri doğru ise, biz eşekler’den alçak olalım. Bu sözü işiten Âmir bin Kays, derhal cevap verdi. “Muhammed şüphesiz doğru söylüyor, siz ise eşek’lerden alçaksınız” Resûlullah Medine’ye dönünce, Âmir durumu Peygamber’e arz etti... Celâs, “Bana iftira ediyor” diyerek, söylediklerini inkâr etti. Resûlullah her ikisinin de minberin önünde yemin etmelerini emretti. Her ikisi de kendilerinin doğru söylediklerine dâir yemin ettiler. Ancak, Âmir, yeminden sonra ellerini kaldırarak, “Yâ Rab! Doğru söyleyeni tasdîk, yalancıyı tekzib eden bir âyeti, Peygamber’ine gönder,” diye du’â etti. Resûlullah ile diğer mü’minler de “Âmiîn” dediler. Hemen aşağıda meâlini vereceğimiz âyeti Kerime nazil oldu. Celâs suçunu i’tiraf etti ve tevbe etti.) 

“(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dâir Allah’a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye (Peygamber’e sûi-Kasd yapmaya) da yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resûlü kendi lütuflarından onları zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Yüz çevirirlerse Allah onları dünya’da da, âhirette de elem verici bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır.” (Tevbe 9/74) 

Tebük Seferine ma’zeret beyan ederek katılmayanlar, “Biz iyilik etmek ve arayı bulmak için, sefere katılmadık,” diye yemin ederek, sana geldiler veya sana nasıl gelirler?” (Nisâ 4/62)... 

Münâfıklar arasında, mü’minlere zarar vermek üzere, Mescid-i Dırâr’ı kuranlar, “(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlakâ yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle, yalancı olduklarına şahid’lik eder.” (Tevbe 9/107) 

Tebûk savaşına katılmamamızda, Mescid-i Dırârı inşâ etmemizde kötü niyetimiz yoktur. Biz ancak, iyiliği birlik ve beraberliği düşündük, Bizim için isti’ğfâr et dediler. 

Asam’ın rivâyetine göre ise, Abdullah bin Übeyy, İbn-i Selûl, Resûl-i Ekrem Efendimiz Ravza-i Mutahhare’de-Mescid’i Nebeviyye’de hutbe irâd buyurduğu bir sırada, ayağa kalkmış, “Şüphesiz, şu Allah’ın Resûlüdür, Allah ona ikram etmiş, onun azîz (şerefli) kılmış ve ona yardım etmiştir,” diyerek küfrünü gizlemiş, İslâm’ını izhar etmiştir. 

Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem ve Ashâbı Uhud Savaşından döndükten sonra, yine bu Abdullah bin Übeyy, İbn-i Selûl, Mescid-i Nebeviyye’de, tam ayağa kalkmıştı ki, konuşmasına fırsat vermeden, Hazreti Ömer Efendimiz, “Otur! Ey Allah’ın düşmanı! Şüphesiz senin küfrün ortaya çıkmıştır. Mü’minler artık seni her bakımdan tanımışlardır,” dedi. Bunun üzerine, Namazı bile beklemeden Mescid-i Nebeviyye’den çıktı, gitti. Kabîlesinden birisi kendisine, sana ne oldu da Mescidden çıktın? dedi. Durumu kıssa etti. “Resûlullah’a dön, senin için isti’ğfar etmesini rica et,” dedi. “Benim için isti’ğfar eder mi, etmez mi emîn değilim” dedi. 

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre: Abdullah bin Übeyy bin Selül, babası Selûl’ün ağır hasta olduğundan-ölüm döşeğinde bulunduğu hususunu Resûlullah’a arz’etti. -Abdullah bin Ümeyy bin Selûl münafıkların reis’lerinden birisiydi. Hazreti Âişe-i Mutahhare, radiya’llâhu anhâ’ya, şen’î alçakça, iftira bulunanların başıydı. Cenab-ı Hak, “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü’minlerin kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: “Bu apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi?” (Nûr 24/12) 

“(Peygamber’in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine, o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşılık yapıp) bu günah’ın büyüklüğünü yüklenen kimse için (Abdullah, bin Übeyy, bin Selül) de, çok büyük bir azab vardır.” (Nûr 24/11) 

Yukarıda meâllerini verdiğimiz âyeti Kerimelerle, Cenab-ı Hak, Hazreti Aişe’ye atılan iftira’nın, apaçık bir bühtan olduğunu beyan buyurmuş, onun iffetini vahiy ile te’yîd etmiş, bu iftirayı atanlara, hususîyle, onların elebaşısı, Abdullah bin Übeyy bin, Selûl için çok büyük bir azaba düçâr olacaklarını da beyan etmiştir. Selül’ün oğlu Abdullah ise genç ve çok samîmî bir Müslüman-Sahâbî idi. – Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, “Sen kimsin?” diye sorunca, Abdullah, “Ben Habbâb bin Abdullah’ım” dedi. Resûlullah Efendimiz, “Habbâb, Şeytandır, senin adın bundan sonra, “Abdullah bin Abdullah,” (Allah’ın kulunun oğlu, Allah’ın Kulu)’sun.” buyurdu. Bilâhare de, küfr üzerine ölen, Selül ile anılmasın diye, bu genç Sahâbî’ye, “Abdullah İbn-i İslâm” (İslâm’ın oğlu Abdullah) ismini vermiştir. 

Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

Abdullah İbn-i İslâm’ın ricası üzerine, Abdullah İbn-ü Übeyy, bin Selûlü, hasta yatağında ziyaret etti. Abdullah İbn-i İslâm, Babasının ölümünde, namazını kıldırmasını, defin sırasında başında olmasını kabrine kadar teşrif etmesini talep etti. Sonra Resûlullah’a gömleğini vermesi için birisini gönderdi. Mağfiretine sebeb olur umuduyla, Resûllah’ın gömleğini babasına kefen olarak saracaktı. Resûlullah Efendimiz, üstlüğünü gönderdi de, üstlüğü iade ile asıl Resûlullah’ın mübârek cild’lerine temas eden iç gömleğini istedi. 

Bu arada, Hazreti Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz: 

“Ey Allah’ın Resûlü! Vücud-u Mübârekinizi örten gömleğinizi bu, bizâtihî neces ve pislik olan adama vermeyiniz,” diye ricada bulundu. 

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

“Ey Ömer! Benim gömleğim, Allah tarafından gelecek azab’tan, aslâ, onu korumaz. Umulur ki, Allah, bu gömleği ona vermem ile bin kişiyi, İslâm ile şerefyab eder. Görüyorsun ki, münâfıklar Abdullah’tan ayrılmıyorlar, gömleği istediğini görüyorlar ve bundan ölen reislerinin menfe’atlanacağını ümid ediyorlar. 

Abdullah bin Übeyy bin, Abdullah bin Selül, öldü. Oğlu Abdullah İbn-i İslâm Resûlullah’a geldi. Resûlullah Efendimiz, oğluna, “babanın namazını sen kıldır ve onu defnet,” dedi. 

Abdullah İbn-i Selâm, “Ey Allah’ın Resûlü! Namazını sen kıldırmazsan, hiç bir kimse onun namazını kılmaz.” Resûlullah Efendimiz namazı kıldırmak üzere kalkınca, Hazreti Ömer radiya’llâhu anh, kıble ile Resûlullah’ın arasına girerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın ve Resûlü’nün düşmanlarının reisi olan eimme-i Küfürden (küfrün öncülerinden)’den bu mel’ûn’un namazını kıldırma,” diye yalvardı. 

Resûlullah Efendimizi rica üzerine, Abdullah bin Übeyy, bin Abdullah, bin Selül için isti’ğfâr buyurduğunda, cenaze namazını kıldırtıp, kabrinde defin sırasında hazır bulunduğunda, henüz, müşriklere, kâfirlere, münâfık’lara, isti’ğfâr edilmeyeceğine, cenaze namazlarının kılınamayacağına, defin sırasında kabir’lerinde, bulunulamayacağına dâir, âyetler nâzil olmamıştı. 

Hazreti Ömer el-Fâruk radiya’llâhu anh, Efendimizin içtihadlarına uygun olarak, “(Ey Muhammed!) onlar için ister isti’ğfâr et, ister etme; onlar için yetmiş kerre isti’ğfar da etsen de, Allah onları aslâ afvetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğun hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/80) “(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, Akraba’dan dahî olsalar, (Allah’a), şirk koşanlar için isti’ğfâr etmek ne Peygamber’e yaraşır ne de mü’minlere.” (Tevbe 9/113) 

“Onlardan ölmüş olanlardan hiç birisine aslâ namaz kılma; Onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.” (Tevbe 9/84) Âyeti Kerimeleri nâzil oldu. 

RESÛLULLAH EFENDİMİZİN GÖMLEĞİNİ ABDULLAH BİN SELÛLE VERMESİNİN HİKMETİ!... 

1) Peygamber’imizin amcası Abbas İbn-i Abdülmuttalîb, Bedir’de, esir alınıp Resûlullah’ın huzuruna getirildiğinde, üstü-başı yırtılmış, pejmürde bir vaziyette idi. İri, cüsseli olduğu için hiç kimsenin gömleği üzerine olmamıştı. Abdullah İbn-i Selül hiç giymediği yeni bir gömleğini, Abbas’a giydirmişti. Resûlullah’ın, Raûf ve Rahîm olduğunun bir nişânesi olarak ve bir vefa borcunun ifâsı olarak gömleğini vermiştir. 

2) Müşrikler Hudeybiye Musalahası günü, Resûlüllah’a, hâşâ! “Muhammed’e değil, Abbas’a hitâben sana saygı gösteriyoruz,” demişlerdi de, Abbas radiya’llâhu anh, “Hayır! Çünkü benim için Resûlullah’ı örnek aldığım çok şey var,” demişti. İşte Resûl-i Ekrem buna teşekkür etmek için gömleğini vermişti. 

3) Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekrem’e “Sen’den birisi bir şey isterse onu geri çevirme-reddetme!” buyurdu (ed-Duhâ 93/10) kendisinden gömlek istenince reddetmedi, verdi. 

4) Kerem sahibi birisi olarak, Haz.Peygamber kendisinden talep edilen basit bir eşyayı vermemezlik edemezdi. 

5) Abdullah bin Selül’ün oğlu, Abdullah İbn-i İslâm, Allah’ın salih kullarından birisiydi. Aslında Resûlullah’ın ikramı babasına değil o’nadır. 

6) Allah Resûl-i Ekrem’e, “Eğer gömleğini verirsen, bu lütfun onun kavminden bin kişinin kalbini ısıtacak münafıklardan bin kişi İslâm ile şerefyâb olacaklar,” diye vahyetmiş ve bu garaza mebnî olarak gömleğini vermiştir. Nitekim, Peygamber’imizin bu lütfunu görenlerden bin kişi (münafık), Müslüman olmuştur. 

7) Rahmet ve ra’fet (acıma ve bağışlama-gözetme) her şeyden daha fazla galip gelmiştir. Zirâ Cenab-ı Hak, “(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) 

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın.” (Âl-i İmran 3/159) 

Resûlullah Salla’llâhu aleyhi ve sellem, Allah’ın emrine riâyet etmek için namazını kıldırmaktan imtinâ etti. Rahmet ve raf’etini izhar için de gömleğini verdi...