Bildiğimiz gibi önümüzdeki 12 Eylül 2010 tarihinde bir referandum ve halkoylaması yapılacaktır. Bu referandum’da, geçtiğimiz aylar’da T.B.M.M’sinde kabul edilen Anayasa’nın ba’zı maddelerinin değiştirilmesi hakkındaki kanun 330-376 aralığında bir rey nisbetiyle kabul edilmiş olması, anayasa Mahkemesi’nin bu teklif’teki ba’zı maddelerdeki kimi ibâreleri çıkarmasına rağmen bir bütün olarak, halkoylamasına açıklanmış tarih olan, 12 Eylül 2010 günü halkoylaması yapılacaktır. Bu tarih açıklandığında, kimi çevreler, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetini yapan Generallerin emriyle hazırlanan ve kefâletleriyle halkımız tarafından kabul edilen, 12 Eylül Anayasa’sının hiç değilse, ba’zı maddelerinin ta’dihi ile alakalı kanunun, aradan tamı tamına, otuz yıl geçtikten sonra yine bir 12 eylül günü halkoylamasına sunulması, ba’zılarına göre tarihin bil cilvesi, bir tevâfuktur. Referandum için propaganda çalışmalarına başlandığı bugünlerde, eski defter’ler yeniden açılmış, kimi mağduriyetler ortaya konulmuştur. 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmeti’nin güçlü lideri, astığı astık, kestiği kestik, Paşa, daha sonraları verdiği bir mülakatta “Sağ-sol arasında herhangi bir adaletsizlik yapmıyorduk, bir sağ’dan bir sol’dan asıyorduk, hattâ, sağ cenah’tan birisi idam edilmek için hazır bile olsa, bekletiyorduk, sol’dan birisi de idam’a mahkûm edilince ikisini birden, bir sağ’dan, bir de sol’dan asıyorduk.” diyordu. Doğrudur, ihtilâl İdare’sinin, bu tarz adalet ve hakkaniyet anlayışının pek çok mağduru vardır. Bu acâyip, adalet ve eşitlik anlayışı zaman zaman, illâ’da solun karşısına bir sağ sanık ve suçlu çıkarma mantığı, nice kuruların yanında yaşların da yandığı, hiçbir suçları bulunmayanların bile suç isnad ve iftarısıyla mağdur edildiği olmuştur. Solun yanına mutlaka bir de sağ’dan çıkarınız, tek başına sol ve tahrik, tahrip edici bir gazete’yi kapatırsak çok gürültü çıkar, bu tahrik ve tahrip edici 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmeti’nden sonra, 13 Eylül 1980 Cumartesi günü, Selimiye Kışlasına, İstanbul 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığına, tüm gazete’lerin imtiyaz sahîpleri, umûmî neşriyat müdürleri (şimdilerde Genel Yayın Yönetmeni, diyorlar) dâvet edildik. 1. Orda ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı, Org. Necdet Üruğ Paşa, üç saate yakın, gazete sahiplerine ve umûmû neşriyat müdürlerine diskur çekti. Hassasiyet göstermemiz gerektiğini, Memlemetimizin nâzik günlerden geçtiğini, devletimizin varolma ya da yokolma mücadelesi verdiğini, 1. Ordu ve İstanbul Bölgesi sıkıyönetim Komutanı olarak İstanbul’un ve bölge’nin huzur ve sükûnu için gece-gündüz çalıştıklarını, bu mücadelede matbuatın yanlarında, önlerinde ve arkalarında olması gerektiğini uzun uzun anlattı. Yardımcıları da’nelere dikkat etmemiz haberlerde, yorumlarda hangi hususları gözönünde bulundurmamız gerektiğini, teferruatıyla anlattılar. Tarihî Selimiye’nin bahçesinde resim çekildi. Üruğ Paşa, ısrarla ve telaşla Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz sahibi, Nadir Nâdi’yi aradı. Kalabalık gazeteciler grubu içinde “Nâdir Nâdi Bey nerede? Nadir Nadi yanına gelince rahatladı, sağ tarafına alarak, gülümseyerek resim verdi. Gazete sahipleri ve Umûmî Neşriyat Müdürleri arasında, Üruğ Paşa’nın, Nadir Nadî’ye gösterdiği bu derin alaka yadırganmıştı. Öyle ya! Türk Basını’nın, amiral gemisi olarak kabul edilen Hürriyeti’n sahibi Erol Simâvî oradaydı, tirajları neredeyse milyona yaklaşık, Tercüman, Günaydın ve Milliyet gazete’lerinin sahipleri de oradaydılar. Paşa bunların hiç birisine iltifat etmezken, tirajı ancak, 35-50 arasında seyreden, Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi paşa tarafından jestlere ve iltifatlara boğuluyordu. Necdet Üruğ ve aynı zihniyette olanlar için, Aziz Cumhuriyeti’miz neyse Cumhuriyet Gazetesi de o’dur. Gözaltılar, tevkıflar, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılamalar başlayınca, Cumhuriyet Gazetesi, yazar, çizer takımından pek çoğu da gözaltına alınmaya, tutuklanmaya ve sıkıyönetim mahkemelerine sevk edilmeye başlanınca, Cumhuriyet Gazetesi, İhtilâl İdaresi aleyhine, tahrik edici, tahrip edici neşriyata başladı. Bunun üzerine, Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren Başkanlığı’ndaki Millî “son zamanlarda, Millî Güvenlik Konseyi ve İhtilâl İdaresi aleyhine neşriyat yapan, sıkıyönetim uygulamaları hakkında, halkı tahrik edici yayınlarda bulunna Cumhuriyet Gazetesini süresiz olarak kapatınız.” Bu emir, Selimiye Kışlasına ulaştığında, alakalı’lar derhal, 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ Paşa’nın masa’sının üstünde bir “Cumhuriyet” Gazetesi vardı. Esâsen, Paşa sabahleyin makamına geldiğinde, Cumhuriyet Gazete’sini masasının üzerinde bulur, bir taraftan kahvesini yudumlarken bir taraftan da Cumhuriyet Gazetesi’ni tedkik ederdi. Cumhuriyet Gazetesi’ni okumadan günlük emir ve ta’limatını vermezdi. Bir gelen emre baktı, bir de Cumhuriyet Gazete’sine baktı, yüzü sararmıştı. Maiyyetindeki subay’ların dikkatini çekecek kadar bu emre bozulmuştu. Biraz derîn düşündü, arkasındaki ve tepesindeki devasâ Atatürk resmine bir müddet baktıktan sonra, “Eğer, yalnız başına Cumhuriyeti kapatırsak, Gazeteciler Cemiye Gazeteciler Sendikası ve diğer Basın Kuruluşları büyük gürültü koparırlar. Biz, en iyisi, Millîyetçi-Muhafazakâr Cenah’tan da güçlü bir gazeteyi de kapatırsak, hem sağ-sol dengesi sağlanmış olur, hem de Basın Kuruluşları öyle fazla gürültü koparmazlar. Sıkıyönetim Komutanlığı Basın Masa’sındakilerin şaşkın bakışları arasında, Üruğ Paşa, Şaşkın şaşkın niye bakıyorsunuz? Milliyetçi-Muhafazakâr Cenah’ın en güçlü gazetesi hangisi ise, Cumhuriyet’le birlikte onu da kapatın! Söylemez olsaydı, Basın Masasındaki görevli’lerden birisi, Milliyetçi-Muhafazakâr kanadın görevli’lerden birisi, Milliyetçi-Muhafazakâr kanadın en güçlü, Entegre te’sisleri olan, tek gazete Bâb–ıâlî’de SABAH Gazetesi’dir.” deyivermiş. Bunun üzerine Paşa da, öyle “Sabah’ı Kapatın! ta’limatını vermiş!.. Özel Kurye, Posta, 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan resmî bir yazı getirdi, teslim-tesellüm şerh’ini imzalattı. Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı başlıklı, üzerinde tarih ve sayısı bulunan, Necdet Üruğ isim ve imzasıyla Birinci Ordu mührünü taşıyan, iki satırlak resmî bir yazı... “İkinci bir emre kadar, Gazete’niz süresiz olarak kapatılmıştır.” Hani, sık sık dile getirilir ya! “Yargısız İnfaz! Tam bir “Yargısız İnfaz!” durumu!..