Dönemin ABD Başkanı Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesine ve Golan Tepeleri’ni İsrail’e “bağışlamasına” rağmen, İsrail’i Çin ile flört etmekten vazgeçirememişti.

İsrail’in daha önce yaptığı bir dizi anlaşmandan sonra, 2021 yılında Hayfa limanını 25 yıllığına Çin’e kiralaması, ABD-İsrail ilşkilerinde bardağı taşıran son damla etkisi yapmıştı.

ABD, Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumarak oluşturduğu korkuyla Avrupa ülkelerini NATO şemsiyesi altına toplamış ve AB-Çin ortaklığını dinamitleyerek “Kuşak ve Yol”un önüne bir set çekmiş oldu. Savaş harcamaları ve uygulanan yaptırımlarla Rusya’nın “yorulmasını” sağlayan ABD, 7 Ekim’de, Hamas’ın İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısı üzerine yeniden  Doğu Akdeniz’e odaklandı. ABD’nin bu defaki hedefi İsrail-Çin ilişkilerini dinamitlemekti.

ABD Başkanı’nın İsrail’e geleceği duyurulduğunda, bütün dünya Biden’ın  Netanyahu’nun kulağını çekeceğini ve Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağını umuyordu. Fakat, Çin ile yaptığı anlaşmalar nedeniyle kanlı-bıçaklı olan Biden ile Netanyahu kırk yıllık dostlar gibi kucaklaştılar. Anlaşılan o ki, Netanyahu rotayı yeniden Washington’a çevirmişti. 

Bütün dünya nefesini tutmuş, Filistin’in şiddet yanlısı örgütü Hamas’ın İsrail’i hedef alan Aksa Tufanı sonrasında yaşanmakta olan gelişmeleri, üretebileceği sonuçları tahmin edebilmek için dikkatle izliyorlar.

Bu günlerde İsrail’de yaşananlar, daha doğrusu İsrail’in Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısına Demir Kılıç operasyonlarıyla karşılık vermeye başlaması sonrasında yaşananlar bütün dünyada protesto gösterilerine neden oluyor.

Aksa Tufanı saldırısıyla birlikte yaşananlar gelişmeler kafalarda bazı önemli soru işaretlerinin doğmasına neden oldu. Öncelikle Hamas’ın, karşılıksız kalmayacağını bildiği bu saldırıyla neler hedeflediği sorgulanıyor. Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı sonrasında, İsrail’in yerleşim birimlerinden insanları çok rahatsız eden görüntüler yansımıştı televizyon ekranlarına.

ALGI OPERASYONU

İsrail istihbaratına ve Demir Kubbe ağına takılmadan İsrail yerleşim birimlerine paramotorlarla sızan “Hamas militanları”, öldürdükleri insanların cesetlerini kamyonetlere yükleyerek, “Allah-u Ekber!” nidalarıyla sokaklarda dolaştırıyorlardı. Bütün dünya televizyon ekranlarına yansıtılan bu görüntülerin bir algı operasyonu olduğu, İsrail’in Gazze’ye yapacağı operasyonlar için bir gerekçe hazırlandığı anlaşılıyordu.  

 

 Biz, Hamas miltanlarıyla ilşkilendirilen bu görüntülerin televizyon ekranlarına yansıtılması sonrasında kaleme aldığımız yazılarımızda, 11 Eylül 2001’de New York’taki “İkiz Kuleler”in vurulmasıyla oluşturulan şoku, yapılan algı operasyonunu anaımsatmıştık. Hatırlayacaksınız, İkiz Kuleler’in El Kaide militanlarının kullandığı uçaklarla vurulduğuna ilişkin algı operasyonu, Afganistan ve Irak’ın işgaline gerekçe yapılmıştı. Dönemin ABD Başkanı G.W. Bush, Büyük Ortadoğu Projesi’ni hayata geçirme operasyonunun bir aşaması olan Afganistan ve Irak işgalini, “Demokrasi götürüyoruz” söyleminin arkasına gizlemeye çalışmıştı. 

O nedenle, Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunu “Ortadoğu’nun 11 Eylül’ü” olarak nitelemiştik. Çünkü İsrail, 1967’de kabul ettiği iki devletli çözüm anlaşmasına hiçbir zaman uymamış, çeşitli yıllarda ürettiği gerekçelere dayanarak, Filistin devletine verilen Gazze Şeridi’ni ve Batı Şeria bölgelerini adım adım ilhak etmeye başlamıştı. Aksa Tufanı’nı da bu opersyonları sürme gerekçesi olarak kullanacaktı. ABD de, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine seyirci kaldığı gibi, İsrail’in de Gazze’yi yutmasını yalnızca izleyecekti.

BIDEN NETANYAHU’YU NEDE AFFETTİ?

Biden’ın, El Ehil Baptist Hastesi’nin bombalanmasının hemen ertesi günü geldiği Tel Aviv Havaalanı’nda, yakın zamana kadar kanlı-bıçaklı olduğu Netanyahu ile sarmaş dolaş olması, hastanenin bombalanmasını “patlama” olarak niteleyerek yumuşatması ve “patlamayı karşı tarafın yapmış olduğu anlaşılıyor” demesi, ABD Başkanı’nın İsrail Başbakanı’nı affettiğinin bütün dünyaya, özellikle de Çin’e ilan edilmesiydi.

ABD Başkanı Biden’ın, son yıllarda yaptığı bir dizi anlaşmayla Çin’e yakınlaşmasından dolayı kanlı-bıçaklı olduğu Netanyahu’yu affetmesinin iki önemli nedeni vardı:

Bunlardan birincisi, Gazze açıklarında varlığı saptanan 55 trilyon dolarlık doğalgaz rezerviydi. 

İkinci nedeni de, Netanyahu’nun Çin ile imzaladığı bütün anlaşmaları iptal etmeye razı olmasıydı.

Açalım..

ABD, Gazze açıklarında saptanan 55 milyon dolarlık doğalgaz rezervini kimseyle paylaşmak niyetinde değildi. Hele Filistin’in Gazze üzerinden Doğu Akdeniz derinliklerindeki bu muazzam doğalgaz konusunda hak iddia etmesine asla razı olamazdı.

İleride bir devlet olarak tanınması olasılığından dolayı, Filistin coğrafyasının bir bileşeni olan Gazze’nin Akdeniz’de kıyısı olması ABD’yi kaygılandırıyordu. Diğer taraftan, Gazze ve Batı Şeria’dan oluşan Filistin’in bağımsız bir devlet olarak tanınması, İran’dan başlayan Şii Kuşağı’nın Irak, Suriye, Lübnan üzerinden Doğu Akdeniz’e uzanması demekti ki, bu, Ortadoğu’da yeni bir güç odağının oluşması anlamına geliyordu. Bu oluşum, bütün olumsuz gelişmelere rağmen, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirmekte ısrar eden ABD’nin asla kabul edemeyeceği bir oluşumdu. O nedenle susturulması gerekiyordu.

ABD, Doğu Akdeniz derinliklerinden çıkarılan doğalgazı en kısa sürede Avrupa coğrafyasına ulaştırma telaşındaydı. Bunu başarabildiğinde, Avrupa ülkelerini Rus doğalgazına bağımlı olmaktan kurtaracaktı. Diğer yandan İsrail, Ortadoğu’nun enerji terminali olma yolunda önemli bir adım atmış olacaktı.Bu, dünya ticaret yollarını ve enerji tarfiğini kontrolü altında tutmaya çalışan ABD açısından da çok önemliydi.

Bu arada, İngiliz BP ile Azerbaycan SOCAR şirketleri Doğu Akdeniz’de doğalgaz aramak için İsrail’den arama ruhsatı almak üzere başvurmuşlardı. Levithan parselinde 12 milyar metreküplük doğalgaz rezrvini işleten ABD’li Chevron Co’nun en büyük hissedarı İsrail enerji devi NewMed’di. NewMed, BP ile SOCAR’ın bölgeye gelmesine sıcak bakıyordu, ama ABD bölgedeki doğalgazı kimseyle paylaşmak istemiyordu. ABD-İsrail ilişkilerini geren sorunların biri de BP ve SOCAR’a arama ruhsatı verilmesi konusuydu. 

ABD AVRUPA’YI RUS DOĞALGAZINA BAĞLI OLMAKTAN KURTARMAK İSTİYOR

Ukrayna’nın işgali dolayısıyla, Rusya’nın en büyük doğalgaz pazarı olan Avrupa ülkeleriyle arası açılmıştı. ABD’nin çağrısına uyarak Rusya’ya yaptırım uygulama kararı almaları üzerine, Rusya da Avrupa’ya doğalgaz taşıyan boru hattının vanalarını kapamıştı.

ABD, Avrupa’nın enerji ihtiyacını gemilerle kaya gazı taşıyarak  karşılamaya çalışmıştı, ama bu çaba Avrupa ülkelerinin ekonomilerini çok olumsuz etkilemiş, maliyetlerin artmasına neden olmuştu. Avrupa’ya ucuz ve bol enerji sağlamak gerekiyordu. Bu da ancak, Doğu Akdeniz açıklarından çıkarılan gazın en kısa zamanda Avrupa’ya ulaştırılmasıyla mümkün olabilirdi.

İSRAİL-ÇİN DOSTLUĞU YENİ DEĞİL?

Düne kadar dargın olan Biden ile Netanyahu’nun Tel Aviv Havaalanı’nda kırk yıllık dostlar gibi kucaklaşmasının nedenlerini irdelerken, İsrail-Çin ilişklerinin tarihi boyutunu kısaca hatırlamak gerekir.

Şi Cinping’in 2013’te, Kazakistan’ı ziyaretinde dduyurduğu Kuşak ve Yol projesi, o günden sonra Çin’in dış politikasının ana omurgası olmuştu.

Çin, 3 kıtayı ve onlarca ülkeyi birbirine bağlayacak olan kendisini küresel ekonominin lideri yapacak olan “Kuşak ve Yol”un ana hatlarını belirlerken, denizlerden çok karayolu bağlantılarına önem vermişti. Çünkü,  açık denizlerde ABD ile rekabet edebilmesi kolay değildi. Pekin’den yola çıkan bir trenin 13 gün içinde, Türkistan coğrafyasını, Azerbay-Türkiye bağlantısını geçerek Londra’ya ulaşmasını sağlayacak olan Orta Yol Kuşağı Çin açısından çok önemliydi.

ÇİN İÇİN İSRAİL NEDEN ÖNEMLİYDİ?

Kaşgar-Gvadar arasındaki 2700 kilometrelik demiryolu hattı da Pekin’i, Büyük Okyanus’u, Malakka Boğazı’nı, Hint Okyanusu’nu dolaşmasına gerek kalmadan Basra Körfezi’ne ulaştırıyordu, ama Akdeniz’e ulaşabilmesi için Kızıl Denizi ve Süveyş Kanalı’nı geçmesi gerekiyordu. Pekin’i, yani “Kuşak ve Yol”u  karayoluyla Akdeniz’e bağlayacak olan ülke İsrail’di. Ayrıca, Doğu Akdeniz’in derinliklerinden çıkarılacak doğalgazı, enerji ihtiyacını karşılayacak sağlam kaynaklar arayışında olan Çin’e ulaştırabilecek en önemli ülke yine İsrail’di.

Diğer taraftan, ekonomik ve askeri gelişmesini yeni teknolojilerle hızlandırma çabasında olan Çin açısından, ileri teknolojiye sahip olan İsrail çok önemli bir ortaktı. Ayı şekilde, Batı’ya olan bağımlılığını azaltacak olmasından dolayı, Çin ile yapacağı  işbirlikleri de, İsrail açısından önemliydi.

İsrail’in, “Kuşak ve Yol” bağlamında Çin ile kapsamlı ilişkiler kurması, Çin’in Ortadoğu’da önemli bir üs elde etmesini sağlayacak olduğundan, ABD bu yakınlaşmadan rahatsız oluyordu. Çin-İsrail ilişkilerinin gelişmesi, kuruluşundan  itibaren her konuda destek verdiği İsrail’in Çin’e yakınlaşması, ABD-İsrail ilişkilerinin giderek gerilmesine neden olmuştu.

İsrail’in, ABD sayesinde sahip olduğu üstün teknolojinin; savunma, tarım, kimya ve tıp gibi alanlarda atılımlar yapmak çabası içinde olan Çin’in eline geçme olasılığı, ABD-İsrail ilişkilerini çatışma boyutuna taşımıştı.

İSRAİL-ÇİN İLİŞKİLERİ

İsrail’in, kurulması sonrasında, Çin ile olan ilişkleri inişli çıkışlı bir seyir izlemişti. Arap-İsrail savaşları bu ilişkileri olumsuz yönde etkilemişti, ama Mısır-İsrail Barış Anlaşması, Madrid Konferansı, Çin’in ideolojik tutumdan vazgeçerek, başta ekonomi olmak üzere pekçok alanda dışa açılma kararı alması iki ülke ilişkilerinin gelişmesine yol açmıştı.

1956’da Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine İsrail’in, Batılı dostlarının yönlendirmesiyle Mısır’a savaş açması, Çin’in İsrail’ı “emperyalistlerin Ortadoğu’daki maşası” olarak nitelemesine ve ilişkilerini dondurmasına neden olmuştu.

1979’daki Wietnam Savaşı’nda, Çin’in askeri teknolojisini geliştirmesine yardım eden Yahudi işadamı Shahul Eisenberg’in yönlendirmesiyle, İsrail-Çin ilişkleri düzelmiş ve 1992’de iki ülke arasında resmi ilşkiler yeniden kurulmuştu. Batılı ülkelerin ambargo uyguladıkları 90’lı yıllarada, Çin’in en büyük askeri mühimmat ve teknoloji tedarikçisi İsrail’di

1991’de, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Çin’in Asya’da yükselen bir güç olarak ortaya çıkmasını Pasifik’teki çıkarları açısından tehlike olarak gören  ABD, Çin’i, Sovyetler yerine yeni “düşman” ilan etmişti.

Görüldüğü gibi, İsrail’in Çin’e yaklaşmasından kaynaklanan ABD-İsrail gerginliği yeni bir olay değildir. 1992 yılında da ABD İsrail’i, anlaşmalara aykırı olarak, Çin’e antibalistik Patriot füze teknolojisi satmakla suçlamıştı. ABD, kaygılanmakta haklıydı, çünkü, 1992 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 55.5 MİLYON dolarken, 2019’da bu rakam 12.5 MİLYAR dolara ulaşmııştı.

Bu arada Çin, İsrail’de pekçok altyapı ihalesi kazanmış, pekçok ileri teknoloji ve gıda şirketine ortak olmuştu.

Bu süreçte, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesine ve Golan Tepeleri’ni İsrail’e “bağışlamasına” rağmen, İsrail’i Çin ile flört etmekten vazgeçirememişti. Bu aşamada, ABD-İsrail ilişkilerinin giderek gerilmesinin en çarpıcı örneği, 2020’de,  Trump’ın Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Tel Aviv’i ziyaretinde sınırdışı edilmesini istemesinin ertesi günü (16.05.2020), Çin Büyükelçisi’nin Tel Aviv yakınlarındaki evinde ölü bulunmasıdır.  

İsrail’in 2021 yılında Hayfa limanını 25 yıllığına Çin’e kiralaması, ABD-İsrail ilşkilerinde bardağı taşıran son damla etkisi yapmıştı.

ABD, Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesine göz yumarak oluşturduğu korkuyla Avrupa ülkelerini NATO şemsiyesi altına toplamış ve AB-Çin ortaklığını dinamitleyerek “Kuşak ve Yol”un önüne bir set çekmiş oldu. Savaş harcamaları ve uygulanan yaptırımlarla Rusya’nın “yorulmasını” sağlayan ABD, 7 Ekim’de, Hamas’ın İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısı üzerine yeniden  Doğu Akdeniz’e odaklandı. ABD’nin bu defaki hedefi İsrail-Çin ilişkilerini dinamitlemekti.

ABD Başkanı’nın İsrail’e geleceği duyurulduğunda, bütün dünya Biden’ın  Netanyahu’nun kulağını çekeceğini ve Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağını umuyordu. Tel Aviv Havaalanı’ndan televizyon ekranlarına beklenenin tam tersi görüntüler yansıdı. Çin ile yaptığı anlaşmalar nedeniyle kanlı-bıçaklı olan Biden ile Netanyahu kırk ayrı kalıp da birbirlerini özleyen iki dost gibi kucaklaştılar. Anlaşılan o ki, Netanyahu rotayı yeniden Washington’a çevirmişti.  

KAZANAN HEP İSRAİL OLUNCA...

İsrail, ABD’ye yakınlaştığında da, Çin ile yakınlaştığınında da hep kazanan taraf olmuştur. İsrail’in 1948’den günümüze uzanan genişleme hamlelerini gösteren haritalara baktığımızda da, bu gerçeği net olarak görmekteyiz. Aksa Tufanı  sonrasında yaşanan gelişmeler de, İsrail’in katliama varan saldırılarla bu genişleme poltikasını sürdürdüğünü açıkça göstermektedir.

İsrail-Hamas çatışmasını durdurmak, Gazzze katliamına son verebilmek amacıyla 21 ülke temsilcisinin katılımıyla Kahire’de gerçekleştirilen toplantıdan insanlığın beklediği net müjde çıkmadı. Fakat Biden tarafından kucaklananrak aklanan ve ABD desteğini arkasına alan Netanyahu 3 aşamalı bir operasyonla Gazze sorununu çözeceklerini “müjdeledi”. Oluşan tablo, “iki devletli bir İsrail” haritasının artık gündemde artık tarih olduğunu gösteriyor.

Allah’ın, Gazze’deki masum insanların kurtuluşunu sağlayacak bir mucize yaratması için dua ediyoruz.