DÜNKÜ ‘SOHBET’İMİZDE, MÜTHİŞ BİR ZAMANLAMA İLE “ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLİYORUM” KAMPANYASI BAŞLATAN ‘AYDINLARIMIZA’ ‘DESTEK VERMEK’ AMACIYLA, AVUSTURYALI YAZAR PROF. DR. ERICH FEIGL’IN ÜNLÜ ESERİ “BİR TERÖR EFSANESİ”Nİ VE ÖNSÖZÜNÜ ANIMSATMIŞTIK. BUGÜNKÜ SOHBETİMİZDE, SÖZÜNÜ ETTİĞİMİZ KİTABIN ÖNSÖZÜNDEN ÇARPICI BİR BÖLÜMÜ VERİYORUZ. Prof.Dr. Erich Feigel’İN “BİR TERÖR EFSANESİ” ADLI KİTABININ ÖNSÖZÜ "Deliriyor musun" - "Yaşamaktan yorgun mu düştün?" Bu sÖzler, Ermeni terörizminin tarihsel koşullari ve nedenlerine ilişkin bir kitap yazmaya çalıştığımı duyan arkadaş ve dostlarımın sözleridir. Nicin böyle tehlikeli bir konu seçmiştim? Bu Türklerle Ermenilerin kendi aralarinda (üzerinde) çalışmaları gereken bir konu değil miydi? Tüm dostlarım, projemi tehlikeli hatta tehditkar bulmuştu. Anladım ki, bu korku ve düşünceler, Ermeni terorizminin arkasındaki tarihsel gerçeğin şimdiye kadar tarafsiz bir gözle incelenmesini engellemişti. İnsanlar, misilleme yapılmasından korktuklari ve bu nedenle, meydanı tümü ile bu konuya ilişkin yazını eylemsel olarak denetimleri almış 'vahşetin pervasız avukatlarına' bırakmışlardı. Gerçekte, Ermeni sorununu veya Ermeni terorizmini tartışan yazarlar, teröre karşı anlayışlı olmasını istemekteydiler. Bu, tıpkı yaptıkları bir saldırıdan sonra, sorumluluğu üstlenen terörist örgütlerin iddialarına benzemektedir. Bu "sorumluluk" ile (veya daha doğrusu, bu soylu kavramın saptırılması ile) onlar, bir tür "adalet" büyüsü yaratarak güç kazanmakta gibi görünmektedirler. Bu yasallaştırma ile Azrail rolü oynamakta ve kendilerini desteklemekten kaçınanları vurmakta, şüphede olanlara tehdit mektupları göndermektedirler. Azrail rolü oynayan sadece insanlar değildir, keza filmler ve yayınlar da vardır. Terentius Maurus I.S. 200'lu yillarda HABENT SUA FATA LIBELLI "Kitaplar Azrail rolü oynar" adli şiirini yazmıştır. Yukarda bahsi geçen şiirinde, açıkca "PRO CAPTU LECTORIS" yani "Okuyucunun anlayışına göre" demektedir. Bu kitabın Almanca basımından sonra, bu bağlamda iki anahtar deneyime sahip oldum. Bunlardan birincisi, Orta Avrupa'nın Ermeni Ortodoks (Gregorian) Kilisesinin çok yüksek rütbeli bir temsilcisi Katolikler (Mekhitaristler) ile yapılan bir toplantıda yüzüme karşı, "Kitabınızda, ölen Ermenilere karşı değersiz Türkleri savunmaya nasıl cesaret ettiniz*" demiŞti. Ben dehŞete kapılıp, sözünü doğru anlayıp anlamadığımı sorduğumda, daha şiddetli bir ifade ile "Evet, değersiz Türkler!" diye karşılık verdi. İkinci soru bana, 14 Nisan 1987 tarihinde, Sosyalist Partinin (AZ) Avusturya Merkez Organinda (daha çok bir dergi düzeyinde) Anette Hoss adli bir kadın tarafından soruldu: "Hristiyan olarak, Müslümanları mı savunmaktaydım?" (Bu kitabın odak savları ile ilgili tek bir söz etmediği uzun tartışmasının daha başlangıcında) kesin bir anlatımla şunlari söylemekteydi: "I. Dünya Savasşı sırasında, Türkiye'de yaşayan Ermenilere soykırım uygulandığı bir çok kitapta resimlendirilmiş ve dünya kamuoyu tarafından kabul edilmiştir" Şimdi anlıyoruz ki dünya kamuoyu tarafından kabul edilen her şey "doğru" olmalıdır. İnsanlik, bu "kamuoyunun" ne olduğunu, en azından Kopernick'in "Dünyanın Güneşin çevresinde döndüğünü" kanıtlamasından beri bilinmektedir. Yoksa, "Dünya kamuoyu bu gerçeği anlamamış mıdır? Bununla birlikte, söylenti uzun bir süreçte gerceğe aykırı olsa da, hatta söylenti çok yanıltıcı da olsa gerçeklerden üstün olamaz. Bu kitabın Almanca basımından sonra ortaya çıkan deneyimler, bazı diğer gelişmeler, dost ve arkadaşlarımın görüşleri beni, kitabın yeni bir baskısını, son olayların zorunlu kıldığı kimi ekler ve önemsiz değişikliklerle İngilizce olarak yeniden yayımlamaya yöneltti. Karşılaştiğım ilk Türk/Ermeni gerilimi, uzun yıllar önce Orta ve Uzakdoğu dinsel topluluklarina ilişkin belgesel filmlerden birini çekerken ortaya çıktı. Antelias'in sık Beyrut varoşlarında yaşayan Katolik Sis Ermenilerinin önde gelenlerinden biri ile buluşmuştuk. Kendisi büyük bir ciddiyetle, Türklerin iki milyon Ermeni'yi doğradığını söyledi. Ve ben bu kutsal adamın sözlerini çok ciddi olarak kabul ettim ve uzun yıllar düşüncelerimi onun sözlerine dayandırdım. Zaman geçtikçe giderek dünyanın pek çok yerini gördüm. Kendime çok iyi eğitim görmüs Ermeni ve Türk arkadaşlar edindim. Üzerinde çalistığım konular asla 'Ermeni sorunu' ile doğrudan ilintili değildi, ancak Anadolu'da, tüm Yakındoğu'da sayısız film projelerimde, Istanbul'da Van'da, Bağdat'ta, Tahran'da ve hatta ABD'de bu sorunla karşılaşmam da kaçınılmazdı. Hemen farkına vardım ki, Türkiye'den (nispeten) uzaklaştıkça sözcüklerin ve argumanların şiddeti artmaktaydi. Türkiye'de yaşayan veya zamanın bir bölümü Istanbul ve Avrupa arasında geçirenler (Ermeniler) daha ılımlı ve anlayışla konuşuyorlardı. Rio veya Los Angeles'ta yaşayan ve yaşamları boyunca hiç Türk görmemiş olanlar (Ermeniler) daha öfkeli ve tek-yanlı idiler. Benim ise konuya ilişkin ilgim, her saniye değişmekte idi. Viyana'da Prinz Eugen Caddesindeki Türk Elçiliğinin önünde bir bomba patladığını duydum. Bu patlamada Türk Çalişma ve Sosyal Isler Ataşesi Erdoğan Özen yaşamını yitirmişti. Erdoğan Özen'i çok yakında tanıyordum. Çalışkan ve kendini işine adamış bir işçiydi. Onun işi, Avusturya'daki Türk işçilerine yardımcı olmak ve onların sorunları ile ilgilenmekti. O bu görevlerini ustaca ve bilinçli olarak yerine getirdi. Fakat, bundan başka bir şey daha vardi: O günlerde onbir, oniki yaşında olan oğlu Murat ile konuşurken görürdüm onu çoğu kez. Gözlerinde onu çocuuna ve eşi Monika'ya bağlayan (büyük) bir sevgi vardı. Erdoğan Özen, I. Dünya Savası’ndan çok sonra dünyaya gelmişti ve dolayısıyla kendisinin 1915'deki bir çok Ermeni ve Müslüman'ın yaşamına mal olan trajik olaylarla ilgisi yoktu. Bunun ötesinde, kendisi ile olan arkadaslığıma ve yaptığı her şeyi bildiğime dayanarak, şunu kesinlikle söyleyebilirim ki Erdoğan Özen, yasadığı günlerde, kendisinden yardım isteyen veya baskıya uğrayan Ermenilere de yardım etmişti. Olumu ile ilgili haberleri duyduğum anda, olanaklarım dahilinde bir şeyler yapmaya karar vermiştim. Konuyu iyice araştırıp, çok sayıda kisiyle konuştuktan sonra, bu "Bir Teror Efsanesi" (Myth of Terror) ile ilgili bir dizi film yaptim ve bu kitabi yazdim. Bu kitabin büyük bir bölümü, film çalışmalarımdan alınan resimlerden oluşmaktadır. Bu kitabın konusu, sözcüğün tam anlamı ile gerçek bir "efsanedir.” Bunun içindeki kimi şeyler kurgu ve düş ürünüdür; kimi şeyler ise öyküleştirilmiştir. Aynı zamanda da terör eylemlerinden ve sonuçlarından göreceğiniz canlı,etkin dehşet verici sonuçlarıdır. Günümüzde, tarihçiler ve yorumcular, Ermenileri 1915 yılındaki trajik sıkıntılara uğramak zorunda bırakan ve aynı biçimde bir çok Müslüman'ı da hastalık, sıkıntı ve ölüme götüren koşulları anlamak icin ya çok az , ya da hiç çaba harcamamaktadırlar. Hiç kimse en az Ermeni kardeşleri kadar acı çeken Türklerden söz etmemektedir.”