BU BİR DARBE-İ HÜKÛMET DEĞİL, İŞGAL! İŞGAL! MİLLETİ BÖLME, VATANI PARÇALAMA VE PEŞKEŞ ÇEKME HAREKETİDİR!... 

Tarihe, 31 Mart Vaka’sı olarak geçen, devrinin en müdebbir ve dirayet sahibi, Hükümdar, Sultan 2. Abdülhamîd Han Hazretlerinin taht’dan indirilmesi gayesine ma’tuf, ilk Darbe-i Hükûmetten i’tibâren başlatılan darbe’ler silsilesine bir atf-ı nazar edildiğinde, Bâbıâli baskını, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat Post-Modern Darbesi ve nihayet 27 Nisan 2007 Darbe teşebbüsü hep “Haleskâr Zâbıtan,” (Kurtarıcı Subaylar,) zihniyetiyle yapılmış ve her bir darbe’nin arkasında, hâricî teşvikler ve destekler bulunsa da “Yerli ve Millî,” sayılır. Çünkü, darbeciler, “sivil idarelerin ellerinde Memleket tehlikeye düşmüş, uçurumun kenarına getirilmiştir. Terör azıyı almış, kardeş kardeşi vurmaya başlamıştır. Devlet otoritesi çok olmuş, Memleket bütünüyle raydan çıkmıştır. Bu sebeplerle Ordu idareye el koymak mecburiyetinde kalmıştır. En kısa zamanda bozulan düzen yerine oturtulacak, her şey rayına oturtulacak, en kısa zamanda yeni bir Anayasa, yeni bir partiler ve seçim kanunlarıyla seçimlere gidilecek, Devletin idaresi yeniden sivillere devredilecek,” diyorlardı. 

Oysa ki, 15 Temmuz 2016 işgal hareketini başlatanlar, en başta, F.E.T.Ö. mel’anet Çetesinin elebaşısı ve onun şahsında akıllarını, ruhlarını Ehl-i Salîb’in merkezî odaklarına satmış-kiraya vermiş olan gürûh, aslâ yerli ve Millî değillerdir. Onların Vatan ve Millet ile herhangi bir bağları yoktur. Bütün dertleri Ortadoğu’da, demokrasisiyle, güçlü-kuvvetli ordusuyla, dünyanın sayılı ekonomik gücüyle her şeye rağmen, hâricî ve dâhilî ihânet şebekelerine rağmen, ayakta kalabilmiş, dünyanın dört bir tarafındaki mağdur ve mazlum milletlerin ümidi Azîz Milletimizi ve Vatanımızı kaosa sürüklemek, bölmek, parçalamak, emirlerinde ve himâyelerinde oldukları Ehl-i Salîp odaklarının her tür müdahalesine hazır hâle getirmek tasavvurlarındaki B.O.P. (Büyük Ortadoğu Projesi)’nin bir parçası haline getirmektir. 

İşgal teşebbüsünde bulunanlar, tasarlayanlar, onlara maddî-ma’nevî yardımda bulunanlar, Yerli ve Millî olmadıkları gibi Müslüman da değildirler. Meşrû Nizama, Devletimize ısyan ettikleri gibi, Azîz Milletimize doğrudan silah çektikleri, yüzlerce Müslümanı sebepsiz yere katlettikleri için, Teçhiz-ü Tekfîn yapılmaması, cenaze namazlarının kılınmaması doğru bir karardır. Teçhiz-ü Tekfîn, (ölmüş bulunan kimselerin âhiret yolculuğuna hazırlanması, yıkanması, koku sürülmesi, kefelenmesi, cenaze namazının kılınması, tezkiye ve telkin, bir Müslüman için, bir son, bir bitiş olmadığı, aksine, ebedî hayatın başlangıcı olduğunun göstergesidir. Müslüman olmayanlar, Vatanına, Milletine, dinine ve din kardeşlerine ihânet edenler, aslâ, bu güzelliklere lâyık değildirler. Cenaze Namazı esas i’tibariyle du’â’dır. Müslümanların, diğer Müslümanlar için yaptıkları du’â’lar Allah katında makbuldür. Allah, kâfirlerin, hâinlerin du’â’larını kabûl etmediği gibi, mü’minlerin kâfirlere ve hâinlere yaptıkları du’â’larını da kabul etmez. Hâin’lerden herhangi birisinin lâşesi, kazara, cami’lerimizden birisine getirilmiş olsa, oradaki cemaat de bunu bilseler, faraza imam, “hâşâ! Merhumu nasıl bilirdiniz,” diye tezkiye talep etse, o cemaatin arasından tekbir kişi bile “İyi bilirdik,” der mi? 

Bu güruhun 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece yaptıkları mezâlim ve mel’anete bakılırsa, değil İslâm Tarihinde, Dünya Tarihinde ve Peygamberler Tarihinde bile bir benzeri yoktur. Harp hukukunda, (iki ülke birbirine harp ilân etmiş olsa bile, muharebe sırasında uymaları gereken, milletlerarası kabûl görmüş bir harp hukuku vardır, taraflar bu hukuka riâyet etmek mecburiyetindedirler.) Milletlerarası harp hukukuna göre, muharip olmayan sivillere, yaşlılara, kadınlara, çocuklara, hastalara, hastahanelere, okullara, muhârip askerler beyaz bayrak kaldırıp “Emân,” dilediğinde veya ellerini kaldırıp teslim olduğunda, muhârip askerlere bile ateş edilmez. Oysa, bu zâlimler, hedef göstermeksizin veya hedef göstererek, ma’sûm, silahsız insanlara ateş etmişler, gökten uçaklar ve helikopterlerle bomba yağdırmışlar, yerde, Dâbbetü’l-Arz denilen, tank’larla ölüm kusmuşlar. Kahraman Güvenlik kuvvetlerimizden ve sivil halkımızdan yüzlercesini şehîd etmişlerdir. Milletimizin, Millî İrade Tecelligahı, T.B.M.M.’si bombalamış, selâ’lar ve ezanlar okunan minareler ve cami’lere ateş etmişlerdir. Dünya Tarihinde, kendi ordusu’nun içine sızmış, kuzu postuna bürünmüş hınzır’lar tarafından kendi milletinin ferd’lerine silah doğrultmuş bomba atmış, kurşun atmış, bir gürûh yoktur. Bu gürûh ve F.E.T.Ö. çete başı için çok şey yazıldı, çizildi; 2001 yılından i’tibâren, yüzlerce yazı yazarak, şimdi kendisini tavsif için hiçbir dilde, kelime bulamadığım, bu mel’ûn’u ta’rif etmeye, tanıtmaya çalıştım. En yakınlarımdan başlayarak, tanıdığım, değer verdiğim, fikirlerine hürmet ettiğim, herkes, ama herkes, “Yahû Hoca! Yazma, bu kadar ileri gitme, yazdıkların doğru olsa bile, hem bu adamlar tekin değiller, hem de bunların dünya çapında İslâm’a hizmet ettikleri hususunda umûmî bir kanaat vardır,” diyorlardı. 

15 Temmuz 2016 tarihinden i’tibâren, kalemlerinden kan damlayan ba’zı kalemşörler ise, bu mel’ûnu göklere çıkarmakla meşgul idiler. Şahsen tehdit edildim. Gazetem, Basın İlân Kurumu’na sızmış, bu güruhtan olan kimseler tarafından mâlî müzayaka altına alınmak istendi. Matbaa’sında basılan gazetelerin matbaasından ayrılmaları, 50 yıldan beridir, dağıtımını yaptığı gazete’lerin dağıtım şirketinden ayrılmaları için baskı yapıldı. Bütün bu müzâyakalara rağmen, Gazete’mizin şirketler topluluğunun İdare Hey’eti Başkanı ve Önce VATAN Gazetesi İmtiyaz Sahibi, Aziz Dostum, Pek Muhterem, Abdullah Akosman Beyefendi bütün tazyiklere göğüs gerdi, zor şartlara rağmen pes etmedi, yazdıklarımdan dolayı başına gelenler için ima yoluyla bile, eşsiz nezâketinin gereği, hiç sitem etmedi. Bir müddet yazmamamı isteyebilirdi, yazılan ba’zı yazıları koydurmayabilirdi. Kendisine, Aziz Milletimizin huzurunda bir kerre daha teşekkürlerimi sunuyorum. 

Bu gürûh’un zulmüne uğrayan, bunların mağdur ettikleri insanların mağduriyetlerinin telafisi zımnında adımlar atılmaktadır. Umarım, Basın İlân Kurumu, bütünüyle bu güruhtan olanlardan temizlenir, bunların eliyle mağdur edilenlerden öncelikle özür dilenir, zararlarının telâfisi için gerekenler yapılır. 

15 Temmuz 2016 Hareketinin bir hükûmet darbesi, memleketimizin idaresini ele geçirme hareketi olmadığı hususunda, herkes müttefiktir. İşgal, bölme, parçalama ve peşkeş çekme hareketi olduğu hususunda neredeyse ihtilâf yoktur. Pekiyi! İşgal Hareketi’nin arkasında kimler vardır, hangi gayeye ma’tuftur? Bu mel’un kuklanın ipleri, sadece, bir merkezin elinde değildir. Arkasında, Neoconlar, Avanjelist’ler, Dünya Kiliseler Birliği, Vatikan, Papa, Patrikhâne, Patrik, A.B.D. derin devleti, bizâtihî A.B.D., Hıristiyanlık dünyası, İngiltere, Fransa, Almanya ve bütünüyle Batı Dünyası... 

F.E.T.Ö. çetesinin elebaşısı, hep “Takiyye,” yapmıştır. Fakat, 15 Temmuz İşgal Hareketinden sonra ilk def’a, takiyye yapmadan bir şey söylemiştir. Yaptığı mel’anetinin hisabını vermek üzere, Türkiye’ye iadesi söz konusu olunca, bir Amerikan gazetesine yazdığı, (Aslında yazdığı değil, çünkü kendisi imla kurallarına uygun birkaç satırlık bir yazı yazma kabiliyetinde değildir.) yanında bulunan her konuda iyi yetişmiş, Cizvit papazları tarafından kaleme alınan bir yazıda, takiyye yapmadan-yapılmadan, “Ben ve arkadaşlarım bütün Batı’nın hizmetindeyiz, bizi iade ederseniz bir daha size, -Batıya, Hıristiyanlık âlemine, Papa’ya, Patriğe, Dünya Kiliseler Birliğine, Avanjelistlere, Neoconlara, A.B.D.’deki Yahûdî Lobi’lerine, İsrail Devletine, İsrail Gizli İstihbarat Kuruluşu Mossad’a hizmet edecek hâinler bulamazsınız,” demiştir. 

Yılışarak, yılışık bir tavır’la, “Muhterem Hocaefendi,” diye başlayıp, hâşâ! Allah’a ve Peygamberlerine hâs sıfatları kendisine lâyık gören-yakıştıran çevreler, şimdiler’de kendisini zemmetmek için, kelimeler, cümleler aramaya başladılar. Şimdilik buldukları, “Hâin, hâinler,” fakat bu ta’bir, bu mel’unun-mel’unların yaptıkları karşısında çok hafif kalır. İhânet’in pek çok dereceleri vardır, bunlardan herhangi birisini irtikâp edene, “Hâin-hâinler,” deriz. Meselâ, Memleketimizin Âlî Menfe’atini alakadar eden bir bilgiyi yabancı bir devletin mensuplarına veren bir kimse, hâindir, yakalanması halinde, cezası, sivil birisi ise idam, asker ise kurşuna dizilmektir. (Tabiî ki, İdam Cezasının Türk Hukuk Sisteminden çıkarılmadan öncesi...) Askerlik vazifesini ifa etmeden yurtdışına giden, da’vete rağmen dönmeyenlere de hâin denilir. 

Meraklısına bu mel’ûn çetebaşı ve avanesi için yakıştırılabilecek sıfatlardan bir demet sunacağım. Bakalım içinizi ferahlatabilecek misiniz?