6 gün arayla iki kez Kıbrıs yapıp bir ay boyunca Türkiye'de kaldığım günlerden fazla zaman geçirince daha uçakta çatallaşan sesimden "Geliyorum" sinyalleri veriyordu gribimsi hastalık. Kıbrıs'ın sıcak günlerinden Türkiye'nin sonbaharına inince "Geldim" dedi. İstanbul Havalimanı'ndan bulduğum ilk araçla Bursa'ya ulaştığımdaysa bu davetsiz misafirin beni kolay bırakmayacağını anlamıştım ama artık çok geçti.
Bizde bir söz vardır "Gelen ağırlanır giden uğurlanır"derler. Artık nasıl ağırladıysam yatmaya dinlenmeye fırsatım olmadığı bu günlerde ayrılmaz ikili olduk. Bir yandan yoğun toplantılarım, etkinliklerim arasında koşuşturup bir yandan boğazımdan göğsüme inen ve ben buradayım sakın unutma diyen öksürük aksirik dolu günlerden sonra" Offf artık senden çok sıkıldım diye sitem ettim ama arsız konuğum benimle kalmaya o kadar niyetli ki hemen bir öksürük gönderip yanıtlıyor. "Dinlen biraz, birlikte yatalım ,uzat ayaklarını şu kanepeye al eline en sevdiğin kitabını o çok sevdiğin kahvelerini doldur fincanlarına bak sonbahar kapıda. Tadını çıkar" diyor.
O diyor da benim dinlenecek zamanım olmadığı gibi yönetmen gereken toplantılarım nedeniyle her zamankinden fazla konuşup boğazımı yoruyorum.
Sızın de olur mu? Bazen hayatımın kendi yönetimimden çıktığını düşünürüm. Ruhumun gülümsediği yerde kalmak isterim , olmaz. Seçimlerimiz kaderimiz olur peşine takılır gideriz.
Bu akşam ilçe Başkanlığı yaptığım partinin toplantısı var. Yönetim kurulum ile bir araya gelip Ekim ayında genel başkanımızın katılacağı bir etkinliğin fikir annesi olmaktan gurur duyduğum projenin ayrıntıları üzerinde çalışma yapacağız. Onun için evde kalıp biraz çalışıp ondan sonra çıkmaya karar verdim. Ayaklarımı uzatıp kitabımı elime almasam da uzun zamandır bakamadığım maillerimi gözden geçirdim. Yanıtlanması gerekenleri uzun uzun mektup yazmanın tadında cevapladım. Sosyal medya mı karıştırdım nicedir arayıp soramadıgim arkadaşlarımı aradım, sohbet ettim. Görev olarak değil keyif alarak yapmam gerekenlerin güzelliğini yaşadım, içimdeki Nazan'ı özlediğimde geçmişte kalan o kadına döndürdü beni bu konuşmalar. Ne çabuk kaçırıyoruz hayatı dedim kendi kendime.
Kendimi görmek istediğim yerdeki Nazan olunca çok mutlu çok mu huzurlu olacağımı sorguladım ilk kez. Birden yıllar önce radyoda dinlediğim bir balıkçı öyküsü geldi aklıma. Bir balıkçı kasabasına yolu düşen iş adamı sahilde oturmuş balık tutan adamın yanına yaklaşır ve ona ne kadar balık tuttuğunu sorar. Balıkçı " Bana bir aileme yetecek kadar" diye yanıtlar. Niye daha fazlasını tutmuyorsun der kasabaya gelen iş adamı. Balıkçı sorar "Neden" İş adamı yanıtlar "Daha fazla tutarsan kasabanın pazarına getirir satarsın para kazanırsın".Balıkçı adama bakar "sonra" der."Adam sonra para kazanmaya başladıkça işini büyütürsün bir depolama alanı kurarsın bütün ülkeye balık satarsın." Balıkçı kafası karışık "peki ya sonra "der. Adam gülümser çok çalışırsın, çok balık satarsın, bir deniz kasabasında ailenle yaşar, balık tutar keyif yaparsın.
Sağlığınız yerindeyse, kulübeniz de mutluysanız, balığınızı da kendiniz tutuyorsanız Zenginsiniz.
Sevgiyle kalın...