Siz gittiniz mi?
Ben çok gecikmiş bir ziyaretle bu hafta sonu gittim.
Ankara' ya tüm ziyaretlerim ilk siyasete başladığım yıllardan itibaren hep aynı amaçla oldu. Son beş yıldır da bir Lösev gönüllüsü olarak Ekim -Kasim aylarında Anıtkabir ziyaretleriyle.
İki haftadır yolum bu kez çekeceğimiz bir belgesel hazırlığı nedeniyle düşüyor. Bunun ilkinde yani üç hafta önce Başkent Üniversitesi Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi Kurucu Müdürü Doçent Dr. Mehmet Balyemez ile yaptığım bir görüşme sonrası Ankara'da görmem gereken yerleri sorduğumda ilk telaffuz ettiği "Milli Kütüphane'yi gördünüz mü" olunca bu sorunun ardından verdiğim yanıta "Öyleyse mutlaka görün" ifadesi oluyor. Pek de yaratıcı gelmiyor sözcükleri. Velhasıl kısmet de olmuyor.Ankara' nin iklimi çarpıyor beni. 5 gün kaldığım bu şehirden soğuk algınlığından kaynaklı grip ile dönüyorum. Sonrası malum. Hepinizin bildiği Facebook'ta Medical Park hastanesinde kolunda serum ile fotoğrafı olan Nazan olarak karşınıza çıkıyorum. Tam 8 gün yatırıyor beni. Öğreniyorum.. Ankara havası gündüz ne kadar sıcaksa, gece o kadar soğuk.
Bu hafta sonu temkinli çıkıyorum yola, yanında dr.ile seyahat eden bir kadın güvencesiyle.
Cumartesi tüm görüşmelerimizi yapınca, pazar sabah kahvaltısının ardından program yapıyoruz. Ne de olsa işimizi erken bitirmiş, günü kendimize ayırmışiz. Birden Sayın Mehmet Balyemez ' in önerisi geliyor aklıma. Kısa bir durum değerlendirmesi yapıyoruz kendi aramızda ve otelden ayrılıp Milli Kütüphane'ye doğru yola çıkıyoruz.
Milli Kütüphane Külliye sınırları dahilinde. Girerken sıkı bir kimlik kontrolünden geçip aracımızı otoparka bıraktıktan sonra üst kata kütüphanenin bahçe bölümüne çıkıyoruz. Selçuklu ve Osmanlı' nin çağdaş motifleriyle bezenmiş geleneksel yapı; beyaz ve turkuaz mermerler ile dekore edilmiş 125.000 M2 lik alanda hizmet veriyor. Aynı anda 5000 okuyucuya hizmet verecek kadar da büyük ve görkemli.
Dışarıdaki geleneksel yapıya karşın içeriye girdiğimizde büyüleyici bir fütüristik mimari göze çarpıyor. Kütüphane bünyesinde 4 milyondan fazla basılı kitap ve basılı materyal, Osmanlı arşivinden 45 milyon belge, Türkiye Yazma Eserler Kurulu Başkanlığı bünyesinde 300.000 el yazması 550.000 e- kitap, 60.000 e -dergi bulunuyor. Türkiye' nin en büyük kütüphanesi olup koleksiyonları ve hizmetleri açısından dünyanın sayılı kütüphaneleri arasında gösteriliyor. Modern yüzü, okuma salonları, sergi salonları, konferans salonları ile göz dolduruyor.
Öğrencilerin rahatça ders çalışabilmeleri için her ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn edilmiş.Çalisma salonlarında tek kişilik masaları, bilgisayarlari, ihtiyaç duyulan tüm doküman ve materyaller ücretsiz kullanıma açık. Dinlenme salonlarında ise çorba ve su ikramları ücretsiz. Sınıf farkı olmaksızın her öğrenci aynı imkanları kullanıyor.
Yaşadığımız coğrafyada hiç alışık olmadığımız ama içten içe gurur duyduğumuz An' lari yaşatıyor bize.
Kitapların büyülü kokusu içinde dolaşırken birden bire gözümüze bir sergi afişi ilişiyor.İkinci katta "Ayasofya"fotoğrafları diye büyük puntolarla reklamı yapılıyor. Afişteki ilk fotoğraf yakalıyor bizi, tarumar ediyor.Bu devasa kütüphane içinde sergi salonunu arıyoruz.Kapidan adımımızı attığımız saniyede ise enfes bir ışıklandırma, turkuaz renkli halı görüntüsünde Ayasofya ruhunun derinliklerine hapsediyor gözlerimi. Hayranlık ötesi bir duyguyla inceliyorum fotoğrafları, zamanın içinde kayboluyorum.
Bir kütüphanede ne kadar zaman geçirebilirsiniz, kitap okumadan, çalışmadan bilmiyorum. Ben bir eserde tutuklu kalmanın anlamıni orada buluyorum.
Telefonumuza baktığımızda üç buçuk saattir burada olduğumuzu fark ediyoruz.. Gün içerisinde aniden ortaya çıkan bir görüşmeyi animsayip ayrılıyoruz kendimi Alice Harikalar Diyarında gibi hissettiğim bu yerden.
Eskilerden bir söz geliyor aklıma. " Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi " derler.
Siz ikisini de yapmaya bakın. Yolunuzu bu kütüphaneye düşürün GEZ' in. Kitap kokusunu içinize çekin OKU' yun.
Çok bilen, çok yaşayan olun..