Açıkçası geçen yıl bir arkadaşım Küba' ya gidip geldiğinde anlattığı, birlikte baktığımız fotoğraflardaki yoksulluğun gözlerden kaçmadığı, bunca viraneliğe, imkansızlığa rağmen renkli yaşam alanları, gülümseyen yüzleri, yaşam coşkuları ilginç gelmiş arkadaşımın " Mutlaka görmelisin" cümlesini " Olabilir" diye geçiştirmiştim.

Küba'nın hayatıma eş zamanlı girişi bu yıl sevgili arkadaşım Nedret Hotun'un “Yaşayan Küba” adlı fotoğraf gösterimi davetiyesiyle geldi. Sevgili dostum Yaşar Şenyüz’de arayıp "Bursa'ya geliyorum Nedret' in fotoğraf sunumu için geleceksin değil mi" diye sorunca kaçınılmaz oldu. Siyasi programımın tüm yoğunluğuna rağmen hemen küçük düzenlemeler ile ajandama kaydettim.

Program başlamasından birkaç saat önce alıyorum Yaşar Şenyüz' ü ve adeta kaçırıyorum. Önce Dağyenice' de güzel bir kahvaltı ediyoruz doyumsuz sohbetle birlikte. Ardından gösterimin yapılacağı Bufsad'a geçiyoruz. Bizim için ayrılmış yerlerimize geçip oturuyoruz. Nedret gittiği tatilde fotoğrafladığı o eşsiz güzellikleri bizlere minik bir sunum ile aktarıyor. Ekranda Küba görüntüleri başlıyor.

Nefesimi tutmuş izliyorum, bunca zıtlığın nasıl efsane bir güzellik oluşturduğunu.

Zamanın yavaş aktığı lokasyonlar vardır, işte ekranda gördüğüm Küba böyle bir ülke. Üfleseniz yıkılacak gibi görünen evlerin önünde rengarenk giysileri, gülümseyen yüzleri ile oturan kadınlar, neşe içinde koşup oynayan çocuklar, sahip oldukları tek şey ellerindeki purolar gibi görünen adamlar, göz alabildiğine yakıcı güneşin altında sonsuzluk hissi veren altın renkli kumsal, salaş restoranlar, antika arabalar, kamyondan bir gelin arabasının içinde gülümseyen gelin, restoran içindeki yatak (ki bu fikri çok tuttum, uykusu gelen kısa bir şekerleme yapabilsin diyeymiş) bunca garipliğe ve yoksunluğa rağmen mutlu yüzler, huzurlu bakışlar dikkatimi çekiyor.

Fotoğrafları izlerken kendimi parmak arası sandaletlerimle kızgın kumlarda güneşi kucaklıyor olarak hayal ediyorum bu yoksul ülkede.

Yoksulluk demişken ilgimi çeken konu üzerinde araştırma yaptığımda UNESCO ' nün yoksulluk tanımlaması dikkatimi çekiyor.

UNESCO ' ya göre yoksulluk bir aylık kazancınızın ev kirası, beslenme, yakacak, sağlık, eğitim gibi giderlerinizi ödediğinizde elinizde kalanın yetersiz olması diyor. Küba' da ev kirası yok, evler devlet tarafından ailenin ihtiyacına göre veriliyor. Çok güzel, lüks değiller ama halkın böyle bir talebi ve kaygısı da yok. Yakacak dertleri yok zaten bu ada ülkesi fazlasıyla sıcak. Eğitim herkesin hakkı diyen devlet tüm eğitim hizmetlerini ücretsiz veriyor. Özel okul mu? O da ne ki devlet erkanı da dahil olmak üzere tüm öğrenciler aynı nitelikli eğitimi alıyor. Hastaneler ve tüm sağlık hizmetleri ücretsiz.  Yani.... Çocuğumu nasıl okuturum, doktor ve hastane masrafları çok tuttu diye bir endişeniz yok.

Sanat ve kültür herkese ulaşmalı diyen bir devlet politikası gereği tüm sanatsal etkinlikler ya ücretsiz ya da herkesin ulaşabileceği kadar makul fiyatlarda.

Buraya kadar her şey çok güzel ama globalleşen dünyada hızla yayılan tüketim toplumu gerçeği tâbi ki Küba'lılara da sıçrıyor ama imkanlar kısıtlı olarak veriyor bilgileri Google. ( Buraya kadarı okuyup öğrendiklerim Küba ekonomik yaşamı ile ilgili)

Ben gördüklerime dönüyorum yine, bunca yoksuluğun içinde annesinin kucağında çakmak çakmak gözleriyle gülümseyen bir bebek beni benden alıyor. Hayatta görebileceğim en renkli yaşam alanları, antika arabalar büyülenmeme sebep oluyor.

Biliyorum ki yeni rotamda Küba var. Bu muhteşem gösteri için sevgili Nedret' e ( Nedret Hotun') teşekkür ediyorum. Sunumu efsane bir görsel şölene dönüştüren Yaşar Şenyüz 'e de sonsuz şükranlarımı sunuyorum, bu adamın dokunduğunda efsaneye dönüştürmediği bir şey olmadığı için..

Sizlere de naçizane tavsiyem bu fotoğraf sunumunu mutlaka izleyin. Ülke olarak yaşama sevincimizi nasıl yitirdiğimizi görmek için…