TL, USD karşısında değer kaybetmeye başladığında, ihracatçılarda gelirlerindeki artış ile rekabet içinde bulundukları diğer ülkelere karşı rekabet gücünün artması sebebiyle mutlu olduklarını ifade ettiler.
USD’nin 1,97’lere tırmanmasının ardından ise çok yükseldiğini de yine ihracatçılar ifade etti.
Bunun sebebi ise gerçeklerle karşı karşıya gelmiş olmaları. İhracatçılarımızın içinde, kendi imalatını dış piyasaya satabilen maalesef çok az firma var. Ağırlıklı olarak ihracatımızda ithal mallarıyla  ve ithal malların işlenerek, tekrar dış piyasaya satılması söz konusu. Hatta yerli piyasalarda da, kendi imalatımız maalesef çok az arzedilebiliyor. İç piyasada da yine ağırlıklı olarak ihracat mallarını kullanıyoruz.
Açıklanan rakamlara baktığımızda, geçen yılın mayıs ayına göre ihracat 13,3 milyar USD, ithalatımız 23,2 milyar USD olarak gerçekleşmiş. Bu durumda USD’ nin yükselmesi, Türkiye’nin alım yaptığı malların maliyetini artırmaktadır. İthalata bağımlı ekonomilerde, eğer finansal ürünler de geliştirilemiyor ya da kaynağı bulunamıyorsa, halkın biraz daha fakirleşmesi kaçınılmaz olur.
Görünen o ki, USD yine TL karşısında değer kazanmaya devam edecek. Yine Merkez Bankamız müdahele etmeye devam edecek.
ABD, finansal varlıklarını, çeşitli fonlar altında yatırım aracı olarak kullandırmaya başladığında, aslında ABD’ye iyi yaşam sponsorları da bulunmuş oldu. ABD’de gerçek veriler ne kadar kötü olursa olsun, artık en ufak bir iyimser tabloya bile, piyasalar çok büyük önem ve kıymet vermek durumunda.
Dünya ülkelerinin yatırımlarının büyük bir kısmı ABD’dedir. ABD’nin zarar görmesi, bir anlamda tüm dünya yatırım ve yatırımcılarının da zarar görmesi anlamına gelmektedir. En ufuk bir pozitif veri bile, fazlasıyla olumlu karşılanmaktadır.
Bugün ABD istihdam verilerinin çok düşük olması sebebiyle, ABD tarım dışı istihdam verilerindeki küçük bir artış bile, dünya yatırımcılarının nakdinin ABD’ye akmasını sağlayabiliyor. Türkiye’de ise, ABD’ye giden yatırımcılar sebebiyle, müdahele bile edemeden BİST’te %3’ü aşan bir düşüş yaşanabiliyor.
Bugün bu yaşadıklarımızın ardından, batının sınıfsal ayrımcılığını ve buna uygun yapılanmasını, artık Türkiye’de de çok net hissedebiliyoruz. Uzun süre bu dönüşüme direnen Anadolu insanı artık tamamen dirençsiz ve dönüşmüş durumda. Dünyada şefkati ile tanınmış, hatta “Bolluk ve bereket Şam’da, şefkât ise Bilâd-ı rum’dadır” atasözü ile anılan Anadolu’da bile, bu duygu körlüğü görülmektedir. Bağımsızlık, ileri demokrasi gibi kavramların söylenmesini bırakın, cümle olarak bile bilinmediği yılların ardından, bugün bağımsızlık, ileri demokrasi gibi ifadelerle insanların birbirleriyle olan bağları kopartılırken, paraya daha fazla bağlandığımızı görüyoruz.
Bugün, özellikle metropollerde daha fazla kazanç uğruna, karşı komşusunu tanımayan milyonlarca insan olduğunu her fırsatta konuşmuyor muyuz?
Avrupa’nın her fırsatında Asya’yı sömürmeye çalışması, her seferinde karşılarında dirençli Osmanlı’yı bulması ile amacına ulaşamaması sonucu, “şefkât yurdu” olarak bildikleri Anadolu’nun “değerlerini değiştirme” politikaları ile oyunun kurallarını değiştirmeye başladılar.
Özellikle, Avrupa Birliği’ne girme uğraşımız ile birlikte, fiziki hacmimizi kat ve kat aşan çılgınca bir tüketime başlayıp, parayı, borsayı, faizi değerlerimiz saydığımız,  çıkardığımız yasalar ve uygulamalar ile yabancı şirketleri devletin yerine koymaya çalıştığımız bugünlere kadar geldik.
Unutmayalım ki Avrupa Birliği’ne girsek dahi, Avrupa mevcut zenginliğini bizimle paylaşmayacak. Bu sebeple acilen ithalatı bırakıp, kendi gücümüzle, yaratıcılığımızla, doğa ile barışık bir şekilde üretime başlamamız bizleri bağımlı olmaktan, cari açıktan, devalüasyondan, yüksek faizden, spekülasyonlardan koruyabilir.