Merhum Aydın Menderes benim yaştaşım idi. Bizler, 1946 yılında doğanlar, Türkiye’nin Tek Parti Mütegallibe’nin sonlandırılması ve demokrasiye geçiş sancılarının bütün hızıyla yaşandığı yıl doğmuştuk. Aydın Menderes, biraz da “Zoraki Siyâsî” birisi olarak Ankara’ya gelmiş bir siyâsetçinin, üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya gelmişti.

Merhûm Şehîd Başbakan Adnan Menderes, Aydın’da, işiyle, eşiyle, aşıyla, çocukları ve çiftliği ile meşgul, etrafında çok sevilen birisiydi. Bizzat Gazi Mustafa Kemâl’in davetiyle önce CHP Aydın İl Başkanlığı’na getirilmiş, bilâhare, Ankara’ya gelmiş, Tek Parti Mütegallibe devrinde, Aydın’dan milletvekili olarak intihap olunmuş, Türk Siyâsî Hayatında “Dörtlü Takrîr” olarak geçen bir takrirle, Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP’den istifa ederek, DP (Demokrat Parti)’yi kurdular.

1946 yılında Cumhuriyet tarihinde ilk defa olarak birden çok parti seçimlere katılmıştı. CHP’sinin yanında yeni kurulan Demokrat Parti...

Seçim mevzuatına göre, çoğunluk sistemiyle yapılan seçimlerde, açık oy, gizli tasnif sistemi uygulanıyordu. Onun için rey’ini kullanmak için sandık başına gelenlere, hangi partiye rey vereceği soruluyordu. Milletimiz daha 1946’da Tek Parti Mütegallibe’ye son vermek istiyordu. Bu kararlılıkla bilhassa okuma yazması olmayan irfan sahibi Anadolu kadını, “demokrat” diyemediği için “Demirkıratın böğrüne böğrüne mührü basacağım. Yavrım!” derlerdi. Fakat bu seçimlerde çok büyük ölçüde hile yapıldı. Gizli tasnif gerekçesiyle, akşam sandıklar kapanınca sandık kurullarının tamamı iktidarın emrindeki me’murlardan oluşuyordu. Sandık neticelerini hiç dikkate almadan, %95’ini CHP’ye, %5’ini de DP’ye geçiriyorlardı. Nanîf, nazîk, içine kapanık Merhum Adnan Menderes siyâsî hayatında ilk def’a ihaneti, aldatılmışlığı çok yakından hissetmişti.

Türk Milleti gözünün içine bakıla bakıla, yapılan bu oy hırsızlığını, hilekârlığını bir türlü hazmedememişti. Devir, devran döndü, yeni bir seçim dönemine ulaşıldı. Seçim kanunları değiştirildi. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde “Yeter, artık söz milletindir,” sloganı ile seçimlere giren Demokrat Parti “Ekseriyet” sistemiyle yapılan seçimde bütün illerde seçimleri kazanmış, CHP ancak bir kaç vilâyette ekseriyeti te’min edebilmiş, bir de Kırşehir’de ekseriyyeti Merhûm Osman Bölükbaşı’nın partisi Millet Partisi sağlayabilmişti.

14 Mayıs 1950 seçimleri kâhir bir ekseriyetle kazanılmıştı. Dörtlü takrir ile CHP’den ayrılıp, Demokrat Parti’yi kuran kuruculardan Genel Başkan Celal Bayar, Millî Mücadele’nin Galip Hoca’sı, komitacı, son İttihatçılardandı. Refik Koraltan, İttihat ve Terakkî’nin ön saflarında değilse bile kronik bir İttihatçı, tepeden inmeci, mütegallibe zihniyetinde birisiydi. Fuat Köprülü ise, Köprülüzâdeler’den, tam bir aristokrat... Bayar Cumhurbaşkanlığı’na, Refik Koraltan TBMM’si Başkanlığı’na, Fuat Köprülü de kendisini Başbakanlığa hazırlamıştı. Menderes ve ba’zı yakın arkadaşları Bayar’ı ziyâret ederler ve grubun sözcüsü olarak Merhûm Menderes son derece nâzikhâne ve mahcup bir ifade ile Bayar’a, “Efendim, arkadaşlarımızın ricasını size arzetmek üzere beni vazifelendirdiler. Arkadaşlarımız, Kabine’yi Muhterem Fuat Köprülü’nün kurması hususunda mutabıktırlar” deyince Bayar, beklenilmeyen bir şekilde “Adnan Bey, hükûmeti siz kuracaksınız, hükûmet Başkanı sizsiniz,” demişti.

Nitekim, Bayar Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez, Adnan Menderes’i kabine’yi kurmakla vazifelendirdi, Birinci Menderes Hükûmeti kuruldu.

Niçin Menderes?

Celâl Bayar biliyordu ki, Fuat Köprülü aslâ kontrol edilemezdi. Köprülü, Birinci Menderes Hükûmetinde Hâriciye Vekilliğini kabul etmişse de bir türlü uyum sağlayamadığı için istifa ederek, hükûmetten ayrılmıştı.

Adnan Menderes Başbakan olmuştu, fakat elleri ayakları prangalarla bağlanmıştı. Adnan Menderes, zarafeti, nezâketi belagat ve fesahatiyle çok kısa bir zaman zarfında milletin sevgilisi olmuş, kitleleri peşinden koşturan, güleryüzlü siyâsetin tek temsilcisi haline gelmişti.

Başvekil Adnan Menderes, demokrasinin gelişmesi, memleketin kalkınması için gece gündüz durmadan çalışıyordu. Din ve vicdan hürriyetlerinin gelişmesi için daha ileri adımlar atmak istiyordu, fakat ayağındaki prangalar izin vermiyordu. Son İttihatçı, Komitacı Celâl Bayar, kabinedeki ve parti grubundaki diğer kişiler, Başvekil Adnan Menderes’e izin vermiyorlardı.

Başvekil ve vekiller gece gündüz çalışmak durumunda olduklarından genellikle onlar kastedilerek, “Siyâsetçi’nin karısı dul, çocukları yetimdir,” denilir. Başka siyâsetçiler için tartışılabilir, fakat bu söz Merhum Başvekil Adnan Menderes’in hayatına tıpatıp uymaktadır.

Demem o dur ki, Merhum Aydın Menderes, babası hayatta iken, muhalefette ve Başvekil olduğu yıllarda da memleket sathındaki seyahatler ve yurtdışı gezileri dolaysiyle bir yetim hayatı yaşıyordu. Günler, haftalar, aylar geçerdi de, gündüz gözüyle babasını göremediği olurdu. Geceler geceler, Merhûme Berrin Menderes Hanımefendi’nin aguşuna başını yaslar uyuya kalırdı.

Ailece ilk büyük travmayı Merhum Başvekil’in Londra uçak kazasına ma’ruz kaldığında yaşadılar. Önce çok büyük bir merak ve derîn endişe. Bu çok büyük kazadan yaralı olarak kurtulup, memleketimize dönüşünde, Büyük Türk Milleti’nin gösterdiği sevgi ve büyük teveccüh ile çok büyük bir gurur..

1957 seçimlerinden sonra, döviz kıtlığının sebep olduğu sarsıntılar ve CHP’nin aleyhdeki menfî, yıkıcı propagandaya rağmen, Menderes sevgisi milletimizde hiç eksik olmamıştı. 27 Mayıs 1960 öncesinde, kısa bir Ege gezisi yaptı, başta İzmir olmak üzere bütün Ege kentleri ayağa kalkmıştı. 26 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de idi. Aynı akşam Kütahya’ya geçecek, 27 Mayıs 1960 Cum’a günü Konya’da, Haz.Mevlânâ’nın yanıbaşında Hükûmet Meydanında halka hitâp edecekti. Konya’nın bütün ilçe, köyü ve kasabalarından onbinler Konya’da olacak, belki de o zamana kadar ki Türk siyâsî hayatının en büyük mitingi yapılacaktı. Ama olmadı, olamadı...

26 Mayıs 1960 Perşembe’yi Cum’a’ya bağlayan gece idareye elkoydular. Merhûm Başvekili Eskişehir’den Kütahya’ya giderken yolda enterne ettiler.

Günümüzde olduğu gibi haberleşme imkânları bulunmadığından, iletişim sadece telefon ve Ankara Radyosu ile mümkün olduğundan, Darbe-i Hükûmetten haber alamayan kasabalılar, köylüler, otobüsler, kamyonlar, traktörlerle Konya’ya müteveccihen hareket ettiklerinde, bir bölümünün yolları Beyşehir’de, bir bölümünün yolları Beyşehir-Konya yolunun belirli yerlerinde kesilmiş, yakıcı güneşin altında saatlerce bekletildikten sonra geriye çevrilmişlerdi.

Beyşehir’den Konya’ya gitmek üzere hareket eden bir kafilede ben de vardım. Köprü çıkışında aracımız durduruldu, yakınlardaki hayvan pazarına çektirildi. Güneş batıncaya kadar, üzerlerine süngüleri takılmış silahlar çevrildiği halde bekletilmiştik. İkiyüz metre ilerideki tarihî Eşrefoğlu Camiî’ne cum’a namazı kılmamıza bile izin vermemişlerdi.

Merhûm Aydın Menderes, ikinci büyük travmasını bu gece yaşadı.

Ankara’da tanklar köşe başlarını tutmuş, Ankara Radyosu ele geçirilmiş, sürekli İhtilâl Beyannâmesini neşrediyordu.

Çankaya’da, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün bitişiğindeki Başbakanlık konutunda oğlu Aydın Menderes ile kalan Merhûme Berrin Menderes henüz 14 yaşındaki Aydın’ı elinden tuttuğu gibi Köşk’e geçer, büyük bir şaşkınlık içindeki Celal Bayar’a, “Beyefendi, Adnan’la herhangi bir temasınız oldu mu?” “Hayır! Maalesef! Bütün bağlantılar kesilmiş durumda...”

Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakan’lar, milletvekilleri, Demokrat Parti zamanının bürokratları generaller, önce Ankara’da, Kara Harp Okulu’nda daha sonra Yassıada’da toplandılar.

Yassıada’da belki de dünyanın en trajik tiyatrosu başlatıldı.

Yassıada duruşmaları, “Yassıada Saati”nde Türkiye radyolarından naklen verilmekteydi ya da akşamları bant’dan yayınlanıyordu. Bu yayınlar, sadece Aydın Bey için değil, onun yaşındaki, daha yaşlıları ve bütünüyle büyük Türk Milleti’nin çok büyük bir travmasıydı.

Büyükşehirlerde ve Anadolu’nun pek çok yerinde, akşamları insanlar, kadın-erkek, çocuk radyoların başında büyük bir dikkatle Yassıada Saatini dinliyor, kendilerince yorumlar yapıyorlardı.

Efsâneler yaygınlaşmıştı. “Menderes’in her gece Yassıada’dan ayrılıp beyaz bir at üzerinde Eyüp Sultan’ı ziyâret edip, geri döndüğü”, “İsviçre’de tahsilde olan büyük oğlu Yüksel Menderes’e yazdığı mektup” v.s.

Merhum Başvekil Adnan Menderes, 28 Mayıs 1960’dan – 17 Eylül 1961’e, idam edilinceye kadar 17 ay’a yakın Yassıada’da kaldığı halde sadece iki defa ailesiyle, Berrin Hanım ve Aydın Menderes ile görüştürülmüştü.

1961 yılının girişiyle yılbaşı dolaysiyle bütün ailelerin yakınlarıyla görüştürüleceği söylenmiş, 15’er kişilik gruplar halinde görüştürülecekler denilmişti.

İstanbul’un en soğuk günlerinden bir Şubat günü, ailesinin Menderes’le görüşebileceği söylendiği için, Berrin Hanım artık 15 yaşındaki Aydın Bey’le Dolmabahçe’deki irtibat bürosuna gelmişti, hüvviyet tesbiti yaptılar Berrin Hanım’la Aydın Bey’i Fenerahçe Vapuru’nun sintinesine soğuk ve karanlık bir yere oturttular. Vapur uzun süre bekletildi, bir türlü hareket ettirilmiyordu. Bir müddet sonra bir görevli gelmiş, Berrin Menderes ve Aydın Menderes’in babasıyla görüştürülemeyeceği, dolaysiyle vapurdan inmeleri gerektiğini söylemiş, ite kaka Berrin Hanım’ı ve Aydın Bey'i vapurdan indirmiş.

Yassıada Mahkeme kararları açıklandı. Bayar, Menderes başta olmak üzere Bakanlar idam’a mahkum edildi. Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamları Millî Birlik Komitesi tarafından onaylandı, diğerlerinin idamları müebbed hapse çevrildi.

16 Eylül 1961 günü Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan’ın hükümleri infaz edildi.

Berrin Hanım, oğlu Aydın’ı yanına alarak son bir ümit, İsmet Paşa’yı Çankaya’daki Pembe Köşk’te ziyaret etti. “Paşam! Ne olursunuz, son bir ümit olarak size geldik, yapabileceğiniz bir şeyler vardır, lütfen, size yalvarıyoruz, bu cinayeti önleyiniz!” dediler. Fakat Heyhât! Zâten tâ başından, İsmet Paşa bir Darbe-i Hükûmete karşı çıksaydı, zâten bu ihtilâl gerçekleşmezdi.