Önceki gün yani NATO toplantısının son günü, bizim yönetici kadrolarımız, Bush'un AB'ye "Türkiye ile müzakereleri başlatın" çağrısının zevkiyle mest oldukları gün; AİHM, Türkiye hakkındaki iki davayı neticelendirdi. Davalardan biri başörtüsü, diğeri köy boşaltmalarıyla ilgiliydi.  

Başörtüsü ile ilgili dava, oybirliği ile yasaklamanın lehinde olarak karara bağlandı.  

Türkiye'de başörtüsü yasağına son verdirmek için yazarak, konuşarak çaba sarf edenler, genellikle Avrupa'daki hürriyet ortamını örnek gösterirlerdi. Onlara göre, Avrupa'da "hak ve özgürlükler" mükemmel şekilde kanunların teminatı altındaydı.  

Değişik üniversite yöneticilerinin ve politikacılarının, "başörtüsü inançlarla alakalı bir örtünme şeklidir, bizim ilgi alanımıza girmez" kabilinden sözlerini ve başörtülülerin hiçbir engellemeyle karşılaşmadan okullarına gidebildiklerini söyler, yazar dururlardı.  

Gerçekten de Avrupa'da o türden, sınırsız bir kılık-kıyafet serbestisi vardı. Hatta İngiltere'de motosiklet kullanırken kask giyme mecburiyeti, Sihlere uygulanmıyordu. Gerekçe şöyleydi: "Her ne kadar İngiliz kanunları, emniyet açısından motosiklet kullanımında kaskı zorunlu tutursa da; Sihli erkekler, dinleri gereği başlarında bulundurdukları türbandan dolayı, kask giyemediklerinden bu zorunluluktan muaftırlar." Müslüman kadınların başörtüsü içinse; zaten hiçbir engel yoktu.  

Bu türden yaklaşımlarla Avrupa uygulamaları doğrultusunda, başörtüsü serbestliğini savunan tanıdıklarımı uyarırdım: Batı'nın örnek alınması zaten bizim şikâyetçi olduğumuz bir yaklaşımdır, aynı şeyi siz de yapmayın. Ayrıca emsal diye gösterdiğiniz Batı'ya da fazla güvenmeyin. Yarın tutumları değişirse, savunmanız en azından o yönüyle geçersiz olur. Siz bırakın onları da davanızı sadece "İnsan hakları ve hürriyetler" açısından savunun.  

Aldığımız cevap, Avrupa'yı örnek alanın kendileri değil, batılılaşma yanlısı çevrelerin olduğu ve yasakçılığı da onların uyguladığı şeklindeydi. Bu yüzden onların numunesini, kendilerine gösterdiklerini söylüyorlardı. Ayrıca, "Avrupa'da inanç özgürlükleri tam yerleştiğinden aykırı bir tutum beklenemez" diyorlardı.  

Buyurun şimdi!  

3 Ekim 1996 tarihli, Fransız Danıştay'ının aldığı, başörtüsü serbestliği kararı şöyledir:  

"Devlet okullarında öğrencilere türban yasaklanamaz. Okul idareleri, sadece eğitim engelleyici eylemlere ve dersi reddetmelere karşı tedbir alabilirler."  

Gelelim yasaklamaya:  

11 Şubat 2004 tarihinde Fransız Milli Meclisi'nde sadece 36 "ret" oya karşı 494 "kabul" oyuyla çıkan yasa, "Kamu okulları, kolej ve liselerinde dini aidiyetlerini bariz biçimde ortaya koyan açık işaret ve kıyafetler yasaktır" diyor. Bu yasa gereği okullarda yasaklananlar, Müslümanların başörtüsü, Yahudilerin kippası ve Hıristiyanların haçının büyük boyutta olanları.  

Türkiye aleyhinde açılan davada, önceki gün çıkan AİHM kararı yasağı "oybirliği" ile onayladı. Daha önce üniversitelerde "başörtüsü gibi unsurların yasaklanamayacağını" söyleyen İngiliz Hakim Nicolas Batza da yasakçılığı kabul edici yönde oy verdi.  

Ülkemizde başörütüsü serbestliğinden yana olanların ve özellikle yasaklamanın mağdurlarının birçoğunun sırf "hak ve hürriyet" için AB yanlısı olduğunu tahmin edebiliriz. Onlar şimdi ne yapmalıdırlar?  

Hak ve hürriyetlerini aramaya devam etmelidirler ama taleplerini, başka mercilere değil, Türkiye'ye yönlendirmelidirler.  

Gerekçeleri ise şunlar olmalıdır:  

Daha önce kendilerine söylediğimiz gibi, hak ve özgürlükler ile...  

İnançlara müdahale etmeyen, binlerce yıllık Türk Devlet geleneği.