Ayşecik, Turist Ömer, Mavi Boncuk, Vesikalı Yarim,  Kınalı  Yapıncak, Yılanların Öcü, Şıngırdak Melahat, Ah Müjgan Ah… Belleğimizde yer etmiş daha nice filmler…

Gerek ekran karşısında gerek beyaz perdede bize hissettirdikleri duygularla hepsi birbirinden değerli. Çocukluğumuzun, gençliğimizin unutulmaz birer parçası olan filmlere oyunculuklarıyla hayat veren Tarık Akan, Filiz Akın, Kadir İnanır, Türkan Şoray, Fatma Girik, Hulusi Kentmen, Ediz Hun, Kemal Sunal gibi usta sanatçılarımız bu vesileyle evimize konuk olmuş, hafızalardan silinmeyen sahneleriyle bizleri kâh güldürmüş kâh  düşündürmüş kâh ağlatmıştır. Bir başka güzeldi eski Türk filmlerinin tadı . Dram, komedi, bilim kurgu, aşk… Hatta bazıları fazla cüretkar ama hep çizginin ötesinde, saygı çerçevesinde…

I M G 5194

Çocukluğumun en güzel yanlarından biriydi siyah beyaz televizyonun karşısında maaile oturup, ağzına kadar dolu kaselerin içindeki çekirdekleri çitleyerek film izlemek. Annemin “Sakın yere çekirdek kabuğu dökmeyin!” Diye bizi uyaran naif sesi hâlâ kulaklarımda… Filmin en heyecanlı yerinde televizyon karşısında uyuyakalan babamın tonton göbeğine parmak ucumla dokunup, onu olduğu yerde sıçrattığım anlar, sıçrayışına kıkırdarken dudağının kenarında beliren gülümseme, eliyle başımı okşayışı silinmiyor gözlerimin önünden. Kışları patlamış mısır, meyve ve çekirdekle evde devam eden film seansları, yazın gelmesiyle birlikte gazoz, Alaska frigo ve koko eşliğinde açık hava sinemalarına taşınırdı. Yeniköy açık hava sinemasına kapısından girerken biletimizi alır, sonra da bir uçtan diğer uca gerilmiş iplerden sarkıtılan renkli ampullerle aydınlatılmış salonda mavi boyalı taburelerdeki numarasız yerlerimize otururduk. Filmin başlamasını beklerken kırkbeşlik plaklar çalar, “Oh olsun, Kim bilir, Aşkın gözü kör mü acaba” eşliğinde gökyüzündeki yıldızları izler, kutup yıldızını bulur ve parlaklığının gözümüzü almasına izin verirdik. Sonra o büyükan gelir, asıl film başlamadan önce ekranda “Pek yakında“ yazısı çıkar ve biz gelecek programın fragmanını izlerken, annemler, “Kaçırmayalım bu filmi, mutlaka buna da gelelim,” diye aralarında konuşup sözleşirdi. Bende çocukluğun verdiği keyifle, “ Yaşasın yine geleceğiz,” diye için için sevinirdim. Film başladığında ise mendiller çantalardan çıkar, ağlama sahnelerinde hazır şekilde ellerde tutulurdu. Film sırasında önünüzde oturan kişiye, “Kardeşim başını azıcık sağa ya da sola çek de bizde görelim“ demek âdettendi. Tıpkı filmin en heyecanlı yerinde film şeridinin kopması, kalabalığın kopan filmi ıslıklarla protesto etmesi gibi… Ama film arasında boyunlarına astıkları kasaların altına vura vura “Alaska Frigo dondurma” diye bağırarak dolaşan satıcıların sesi ve frigonun lezzeti her şeyi unuttururdu. Filmin ikinci yarısı başladığında ise insanlar, gazoz ve külahta leblebi almak için girdikleri uzun kuyruktan çıkar, alelacele yerlerine geçerdi. Mantığını hâlâ çözemezsem de sarı leblebiler gazozun içine atılır, o gazoz öyle içilirdi. “Şiişşt susun,” diye İnsanların kafasına leblebi isabet ettirmek de işin eğlenceli tarafıydı.

Müjgan

Filmin sonunda ise zengin kızla fakir oğlan kavuşur, alkış kıyamet eşliğinde ıslıklar bu kez onların kavuşmasına çalınırdı. Mendillerimizi çantamıza geri koyup, alkıştan şişen ellerimiz, ağlamaktan kızaran gözlerimiz ve mutlu sonla birlikte gülümseyen yüzümüzle oturduğumuz yerden kalkıp evlerimize dönerdik. Hey gidi günler hey… O günleri özlemiyorum desem yalan olur:))

“Bir daha mahalleye gelmedi Müjgan gelemedi. Bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyor muş dediler.”

(AH MÜJGAN AH)