Selma Bilgiç, üç çocuk annesi bir kadın… Ama asla sıradan değil, aksine hayatın ona yaşattıklarına rağmen ayakta kalmayı başarmış, kâbuslarından sıyrılıp mutluluğu yeniden  yakalayarak çocuklarıyla birlikte kendine yeni yaşamın kapılarını aralamış güçlü bir kadın.

Annelerimizin hep dediği bir söz vardır, “Tahtınızı kurdum ama bahtınızı kuramadım,” diye. Selma hanımın annesi de kızının bahtını kuramamış.

1975 yılında İstanbul Bakırköy’de dünyaya gelen Selma Bilgiç,  çocukluk yıllarında başlayan travmalarının üzerİ henüz kabuk bağlamamışken evlilik çağına geldiğinde yenileri ile tanışmış. Evlilik çağı…

Aslında her genç kızın rüyası olarak bilinir ama rüyalar her zaman kır bahçelerine benzemez. Ama öncesinde… Selma Hanımın annesi hayatın ona adil davranmaması sebebiyle ne kendisine ne de çocuklarına bakabilecek gücü kendisinde bulamadığından, minicik haliyle annesinin yüküne ortak olmuş, daha beş yaşındayken anne olmayı öğrenmişti.

Nasıl mı?

Üç erkeğin içinde tek kız çocuğuydu… Ve annesi çocuklarına bakamadığına göre, küçük yaşına rağmen hem kendisine hem de kardeşlerine bakması gerekiyordu.

Yemeklerini yedirecek, üstlerinİ giydirecek, altlarını açacaktı. Bütün bunları o minicik elleriyle yapacaktı, hem  de bir başına. Yaptı da…

Arkadaşları sokakta oynarken o evde kardeşlerine annelik yapıyordu. Çocukluğunu yaşayamadan büyüdü. Sonra evlendi. Kendi çocukları oldu. Hani demiştik ya bahtlar kurulmuyor diye. Toz pembe hayallerle kurduğu yuva onu ikinci hayal kırıklığına uğratmış, kendi çocuklarını da tek başına büyütmüştü.

Aksilikler başladı mı bitmez ya…

Üçüncü hayal kırıklığı kapıda bekliyor, ona en büyük darbeyi vurmaya hazırlanıyordu. Hastalandı. Doktora gittiğinde kulaklarını kapadı, duymak istemiyordu. Kansere yakalanmıştı.

Üstelik hastalığı dördüncü evredeydi. Ölümün kokusunu hiç bu kadar yakından duymamıştı. Çocukları geldi aklına. Şimdi de kendi kızı onun kaderini yaşayacak, kardeşlerine annelik yapacaktı. Çünkü Selma da tıpkı annesi gibi uzun bir süre çocuklarına faydalı bir anne olamayacak, belki de ölecekti.

Kim kurtulmuştu ki dördüncü evre kanserin pençesinden. Ama hayır! O ölemezdi…

Silkelendi. Daha o anda toparladı kendisini, çünkü o bir anneydi ve çocuklarını annesiz büyütmeyecekti. Ayrıca ölmek gibi bir lükse sahip değildi.

Hastalığıyla savaşırken aynı zamanda vereme de yakalandı, yetmedi üstüne iki kez de zatürre geçirdi,  ama yine de yılmadı. Aldığı her yara onu daha da güçlü kılıyordu. Ve sonunda başardı…

Üzerine yapışan bütün o kötü hastalıklardan kurtularak hayata yeniden merhaba dedi. Şimdi ise sıra en büyük hayalini gerçekleştirmeye gelmişti.

Elinin lezzetine güvenen Selma Hanım, birbirinden lezzetli ürünlerini ilk önce internet üzerinden satışa sunmaya başladı. Sonra da çevresinin ve sevenlerinin desteği ile kendisine küçük şirin bir kafe açtı.

Şimdi ise, “Hayata yeniden tutunma sebebim” dediği çocuklarıyla birlikte açtığı kafenin işletmeciliğini yaparken bir yandan da güçlü ve pes etmeyen kişiliği ile çevresindeki kadınlara örnek olmaya devam ediyor.

“Her insanın korktuğu bir şey vardır. İnsanların bir şeyden korkması onu insan yapan özelliklerden biri… Ama bu korkular kimi zaman insanı frenler. Buna müsade etmememiz lazım. Bir boksörün korktuğunu düşünebiliyor musun? O maçı kazanması mümkün değildir artık.” (Alıntı)* Ömer Kaya (Hayatınızda KEŞKE’lere Yer Vermeyin)