NELER OLUYOR?

Astana Süreci ortaklarının sergiledikleri dayanışma nedeniyle Suriye’nin kuzey bölgesinde sıkışıp kalan, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak Terör Koridoru’nu hayata geçiremeyen ABD, Çin’in, küresel üretimi bütünüyle ele geçirmek amacıyla dünyayı kuşatmaya başlayan Bir Yol Bir Kuşak/Yeni İpek Yolu projesinin önünü kesebilmek için İran’a yönelmeye karar verdi. 

ABD, İran-Pakistan arasında bir Belucistan paravanası kurmayı hedefliyor. Bu gelişme, dünya barışı açısından bakıldığında, İki küresel gücü karşı karşıya getiren ürkütücü bir karar.. Bu yönde atılacak bir adım, yalnız bölge barışını değil, küresel barışı tehlikeye sokacak sonuçlar üretebilir.

Astana Süreci ortaklarının sergiledikleri dayanışma nedeniyle Suriye’nin kuzey bölgesinde sıkışıp kalan, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak Terör Koridoru’nu hayata geçiremeyen ABD, Çin’in, küresel üretimi bütünüyle ele geçirmek amacıyla dünyayı kuşatmaya başlayan Bir Yol Bir Kuşak/Yeni İpek Yolu projesinin önünü kesebilmek için İran’a yönelmeye karar verdi. 

ABD, İran-Pakistan arasında bir Belucistan paravanası kurmayı hedefliyor. Bu gelişme, dünya barışı açısından bakıldığında, İki küresel gücü karşı karşıya getiren ürkütücü bir karar.. Bu yönde atılacak bir adım, yalnız bölge barışını değil, küresel barışı tehlikeye sokacak sonuçlar üretebilir. 

“Hedef Yalnızca İran mı?” (18.02.2018) başlıklı yazımızda da belirtiğimiz gibi, Çin’in, İngiltere ve Rothschild Ailesi desteği ile Yeni İpek Yolu’nu büyük ölçüde hayata geçirmesi, Pakistan ve İran üzerinden Ortadoğu coğrafyasına ulaştırması, ABD açısından ciddiye alınması gereken bir beka sorunu oluşturmuş bulunuyor. 

ABD’nin, “Küresel Lider” sıfatını sürdürmesi ve doların saygınlığını koruyabilmesi için, herşeyden önce, Yeni İpek Yolu’nun önünü kesmesi ya da kontrolü altına alması gerekiyor. 13 Şubat’ta yapılan Varşova zirvesinde, konu “İsrail-Filistin Sorunu”ydu, ama “İran’a operasyon” konuşuldu. Aslında hedef İran değil, Çin’di; Çin’in Yeni İpek Yolu projesinin Ortadoğu’ya ulaşmasını engellemekti. Şimdilerde sorgulanan, Belucistan paravanasının nasıl kurulacağı ve iki küresel nükleer gücü karşı karşıya getiren bu gelişmenin ne gibi sonuçlar üretebileceğidir. 

“Hedef Yalnızca İran mı?” sorgulamamız, küresel barışa yönelik tehlikenin ciddiyetine dikkat çekmeyi hedefliyordu. Tekrar altını çizelim, Astana Süreci ortaklarının 14 Şubat’ta Soçi’de gerçekleştirdikleri zirvenin bir gün öncesinde, ABD öncülüğünde, İsrail ve Sünni Arap ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilen Varşova zirvesinde konuşulanlar, çok ciddi bir hazırlığın ve çok tehlikeli bir kamplaşmanın habercisidir. 

Soçi ve Varşova zirvelerinin yapıldığı günlerde, SuudiArabistan Veliaht Prensi Selman’ın, çantasında milyarlarca dolarlık kredi teklifiyle İslamabat’ta Pakistan Başbakanı İmran Han’la buluşması ve buluşmanın hemen öncesinde, İran’ın Belucistan eyaletindeki Devrim Muhafızları Ordusu’nu hedef alan bir bombalı saldırının yaşanması hayra yorulacak gelişmeler değildir. 

Bu iki olay, ADB’nin Belucistan konusunda ne kadar hazırlıklı olduğunu gösterdiği gibi, karşı cephenin bu atağı önleme konusunda ne kadar kararlı olduğunu da göstermektedir. Deniz yoluyla yapılan petrol ticaretinin üçte birinin gerçekleştiği Hürmüz Boğazı’nda çok ciddiye almamız gereken gelişmeler yaşanmaktadır. 

Varşova zirvesinde konuşulanlar, hedefin yalnızca İran olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Merak edilen, ABD ile Çin arasında, ekonomi alanında, gümrük vergileri şeklinde başlayan küresel egemenlik savaşının hangi boyutlara ulaşabileceğidir. 

Rusya, ABD’yi son kozlarını oynamaya mecbur bırakmamak, Suriye’deki kazanımlarını elde tutmak ve Astana Süreci’ni dinamitlemiş olmamak adına, ABD-Çin dalaşmasında, şimdilik, kenarda durmayı tercih ediyor. Rusya’nın, ABD-Çin dalaşında tarafsızlığını ne ölçüde koruyabileceği de ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur.  

PRENS SELMAN PAKİSTAN’A NEDEN GİTTİ?

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman Arap dünyasının etkili isimlerinden biriydi. Suudi Arabistan tahtında babası oturuyordu, ama ülkenin yönetimi bütünüyle Prens Selman’ın elindeydi. Birleşik Arap Emirlikleri Prensi Muhammed bin Zaid ile birlikte Arap dünyasının geleceğini belirleyen kararlar alabiliyor ve uygulamaya koyabiliyorlardı. 

Veliaht Prens Selman’ın adını dünya, göreve geldiği ilk günlerde, Suudi Arabistan’ın yönetiminde söz sahibi olabilecek isimleri ve iş adamlarını lüks otellere hapis ederek etkisiz duruma getirdiği operasyonlar nedeniyle duymuştu. Kendisine rakip olabilecek, muhalefet edebilecek ne kadar akrabası ve iş adamı varsa, hepsi de sahip oldukları servetlerinden vazgeçmek karşılığında Prens Selman’ın beş yıldızlı hapishanelerinden canlı çıkabilmişlerdi. 

Veliaht Prens, kısa bir zamanda, gerçekleştirdiği operasyonlarla Arap dünyasının tartışmasız tek hakimi olmuştu. Prens Selman’ın özellikle petrol zengini Müslüman Arap ülkelerini hakimiyeti altına alması, ilk günlerde ABD’nin çok hoşuna gidiyordu. Petrol zengini kral ve emirlerle tek tek uğraşmaktansa, bir tek Prensle muhatap olmak ABD yöneticilerinin işine geliyordu. Aynı zamanda, Prens Selman’ı sıkı bir şekilde kontrol altına almak gerekiyordu. Ve diplomasi tarihinin en ürkütücü olayı olan Cemal Kaşıkçı olayı yaşandı.. 

Prens Selman’ın Arap dünyasının tek hakimi olması, dünya enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına alarak küresel egemenlik kurma planları yapan Pentagon şahinlerinin de, dünyayı “para”nın yörüngesine oturtmayı hedefleyen Rothschild Ailesi’nin de arzuladığı bir durumdu. Fakat, küresel egemenlik konusunda Pentagon şahinleri ile Rothschildler arasında başlayan savaş derinleşince, Prens Selman iki cephe arasında kararsız kalmıştı. Bu, neden olabileceği sonuçlar nedeniyle, Prens Selman açısından çok zorlu bir seçimdi. 

Prens Selman bir süre iki tarafa da şirin görünerek zaman kazanmak istedi. Fakat, Ortadoğu’daki Suriye merkezli gelişmeler, Çin’in küresel üretim konusunda bağımsızlığı ilan ederek Yeni İpek Yolu’nu hayata geçirmeye başlaması, dünyanın en borçlu ülkesi konumuna gelen ABD yönetimini daha agresif politikalar uygulamak zorunda bıraktı. Prens Selman-ABD gerginliği bu süreçte yaşanan gelişmeler nedeniyledir.  

Prens Selman’ın, ARAMCO konusunda, Rothschild Ailesi ile Londra’da masaya oturması, Cemal Kaşıkçı’nın bu pazarlığı ifşa ettiği gerekçesiyle Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda infaz edilmesi, Prens’in bu cinayetle ilişkilendirilerek imaj kaybına uğraması/uğratılması, Belucistan konusunun gündeme getirmesi, ABD’nin İran’ı hedef alan operasyonları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Kaşıkçı cinayeti de, Saddam’ın Kuveyt’i işgal ettirilmesine benzer bir büyük oyunun güncel versiyonu olarak değerlendirilebilir. 

ABD, YENİ İPEK YOLU’NA GEÇİT VERMİYOR

Bugüne kadar “DEAŞ’la mücadele” gerekçesine sığınan ABD, Suriye’deki varlığını sürdürecek başka gerekçeler üreterek, Pakistan ve İran üzerinden Ortadoğu coğrafyasına ulaşmakta olan Yeni İpek Yolu’nun önünü kesecek uygulamalara yönelmesi gerekiyordu. 

ABD’nin, Pakistan’ın Gvadar limanına çok yönlü hizmet verebilecek büyük bir üs kuran Çin’in İran üzerinden Ortadoğu coğrafyasına uzanmasını önleyebilmek için, yıllardır hazırlıklarını sürdürdüğü Belucistan paravanasını gündeme getirme zamanı gelmişti. Bunun için de, öncelikle Pakistan Başbakanı İmran Han’ı Rothschild Ailesi yörüngesinden koparıp yanına çekmesi gerekiyordu. Prens Selman’ın Asya turundaki ilk durağının Pakistan olması bir rastlantı değildir. Pakistan ve İran’ın başını ağrıtacak bağımsız bir Belucistan konusu ilk olarak 2008 yılında ABD tarafından gündeme getirilmiş ve haritaları yayınlanmıştı.

ABD’nin Hürmüz Boğazı’nı kontrolü altına alarak Çin’in önünü kesebilmek amacıyla kurmayı planladığı “Belucistan paravanası” için, Pakistan’ın desteği gerekiyor. Prens Selman, çantasındaki yüzmilyarlarca dolarlık kredi teklifine karşılık, Pakistan Başbakanı İmran Han’dan hangi konuda yardım isteyecek? Merak edilen en önemli konu, Prens Selman’ın, Rothschild sempatizanı İmran Han’a ne gibi “seçenekler” sunacağıdır. 

Pakistan Başbakanı İmran Han, Kaşıkçı olayı sonrasında Riyad’da düzenlenen uluslararası Vizyon 2030 zirvesine katılmasından dolayı eleştirilen İmran Han, bu eleştirileri, “Ne yapalım bizim de paraya ihtiyacımız var” şeklinde yanıtlamıştı. 

Prens Selman’ın Pakistan Başbakanı İmran Han ile ABD adına mı, yoksa Rothschild Ailesi adına mı konuşacağı mı merak ediliyor. Çünkü, Prens Selman-İmran Han görüşmesi, üretebileceği sonuçlar açısından, çok ciddi sonuçlar üretebilecek bir olaydır. 

Prens Selman’ın, 20 milyar dolar yatırım sözü verdiği Pakistan’dan sonra Hindistan’a ve Çin’e gidecek olması, çok önemli gelişmelerin habercisidir. Çin’in, Suudi Arabistan’ın en büyük ticaret ortağı unutulmamalıdır. 

BÜTÜN BUNLARI NASIL OKUMALI?

Astana Süreci ortaklarının Suriye sorununu görüşmek üzere Soçi’de toplanmalarının bir gün öncesinde, yani 13 Şubat’ta, Varşova’da, ABD ve Polonya’nın öncülüğünde, İsrail’in ile Sünni İslam ülkelerinin katılımıyla “İsrail-Filistin Barışı” konulu bir toplantı yapılmıştı. ABD Başkan Yardımcısı Pence’in ve Dışişleri Bakanı Pompeo’nun başkanlığında gerçekleştirilen toplantının açıklanan konusu “İsrail-Filistin Barışı”ydı, ama Filistin toplantıya çağrılmamıştı. Toplantının gerçek gündemi İran’a düzenlenecek operasyondu. İsrail kadar Sünni İslam ülkeleri için de bir tehdit oluşturduğu öne sürülen İran’a yönelik operasyon sürecinde, toplantıya katılan ülkeler arasında görev ve “yük” dağılımı yapılmıştı. 

Prens Selman’ın Pakistan Başbakanı İmran Han tarafından görkemli törenlerle karşılanmasının hemen öncesinde, 1979 devriminin yıldönümünde, İran’ın Sistan ve Belucistan eyaletinde, Devrim Muhafızları Ordusu’nu hedef alan bir bombalı saldırıda onlarca Devrim Muhafızı hayatını kaybetmişti. 

Mesaj alınmıştı. Soçi Zirvesi’nde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani birkaç kez, “ABD, Suriye’deki DEAŞ militanlarını Afganistan’a taşıyor” deme gereği duymuştu (ABD’nin, DEAŞ’ın gerçek mimarı olduğu söylenen İmanullah’ı Taliban’ın elinden kurtarmak için 200 milyon dolar ödediği konuşuluyor). Ruhani ayrıca, geçtiğimiz Pazar günü Hürmüzgan’da yaptığı konuşmada, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ı işaret ederek, “Güneyimizde yer alan ülkeler kardeşimizdir ve iyi ilişkilere sahibiz. Ancak iki ülke var ki, bizimle samimi ilişkisi yok. Bu, hem onların hem de bölgemizin zararınadır” diyordu. Ruhani’nin sözünü ettiği ülkeler hangileri?

Bizler Mert sonunda yapılacak yerel seçimlere odaklandık, ama bölgemizde, sonuçta ucu bize de dokunacak çok ciddi gelişmeler yaşanıyor. Başkan Trump’ın, “Suriye’den çekiliyoruz” mesajlarını, başına “şimdilik” kaydını koyarak okumak gerekiyor.