Diyânet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Teşkilat Kanunu’nda, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, İmam-Hatip’ler, Kur’ân Kursu muallimleri, vâiz’ler ve müftü’ler vasıtasıyla Türk İnsanı’nı, Türk Toplumunu i’tikâdî mes’elelerde, ibâdet mevzûatında ve ahlâkî yönden tenvir etmelerini emreder. 
Bu bakımdan, her kademedeki din vazifelileri, insanımızı, en doğru sahîh inanca (bence ehl-i Sünnet akidesine, fıkıh ölçülerinde ibâdetlerimizi en doğru bir şekilde ifâ’ya, İslâm Ahlâkı’nın mekârimine (güzelliklerine) sevk etmelidirler, bu istikâmette azamî çaba göstermelidirler. 
Genelinde Türkiye’de, özelinde Beyşehir’de muttalî olduğumuz, i’tikatta değil bile, ibâdetlerimizin ifasında müşâhade ettiğimiz olumsuzluklara işâret etmek istedik... 
Bilindiği gibi, en önemli farz’larımızdan birisi Cum’a Namazıdır; 
Cum’a namazının diğer farz namazlar’dan farklı farz’ları ve şartları vardır. Cum’a namazı, köyler’de (karye’lerde) kılınmaz. Şehir’lerin en büyük camii’lerinde büyük kalabalık cemaatleri (Cem-i Gafîr) iştirakiyle kılınır. Cum’a namazı için İzn-i Âm şartı vardır. Cum’a namazının kılındığı yerlere herkesin hiç kimseden izin almadan rahatlıkla girip-çıkabilmesi gerekir. 
Cum’a namazında hatip’lerin hutbe irad etmeleri, cemaatin bu hutbe’leri dinlemeleri farzdır. Bilindiği gibi Cum’a namazı’nın farzı iki rekat’tır, hutbe de iki rek’at namaz mesabesindedir. Bu bakımdan cemaat hutbeyi dinlerken, namazlardaki tahiyye oturuşları gibi oturur, namazı bozan hareketlerden kaçınır, etrafa bakınmaz, dünya kelamı konuşulmaz, hemen yanında bulunan birisine dünya kelamı konuşması halinde bile kendisine “sus” bile diyemez. 
Hutbe kıraat edilirken hatip, hutbe’nin formatı gereği du’a’da bulunsa, “Âmîn!” demesi, ya da hutbe’de hatib’in, Sevgili Peygamber’imizin has ismini zikretmesi halinde alışkanlık gereği Salavât-ı Şerife okunması dünya kelamı kabul edildiğinden, cum’a namazından ümîd edilen bütün ecir ve mükâfatı izâle eder, alır götürür.
Zirâ, Sevgili Peygamber’imiz, “Cum’a günü, hatip hutbe irad etmek üzere minbere çıktığında, artık, namaz da kılınmaz, dünya kelamı da konuşulmaz.” buyurmuştur. 
Bir başka hadis-i Şerif’te ise “Cum’a günü hutbe dinlerken yanındakine ‘Sus!’ diyen birisi Cum’a namazının ecrinden mahkum kalır,” buyurmuştur.
Fıkhî hükümler ve hakîkatler böyle iken, maalesef, memleketimizin çok büyük bir kesiminde ve Beyşehir’imizde bu hususlar cemaate yeterince anlatılamamakta, dolaysiyle de Cum’a namazları fıkıh ölçülerinde ifa edilememektedir. 
Geçtiğimiz yıl Ramazan Ayı’nda, Beyşehir cami’i’lerinde bu hususlar yoğun bir şekilde dile getirildiğinde, cemaatten büyük bir kesim, “Kendilerinin bu hususları ilk def’a duyduklarını, daha önceleri va’az ve sohbetlerde hiç dinlemediklerini” hayretle ifade etmişlerdir. 
Beyşehir’deki cami’lerde Cum’a hutbesi okunurken, cemaatin konumu bir şekilde kayda alınsa, tesbit edilse, herhangi bir kahvehâne’de sohbet edenlerden hiçbir farkı yoktur. Bağdaş kurup oturanlar, direklerden birisine yaslanmış uyuklayanlar, yanındakilerle derin bir sohbete dalanlar, cep telefonlarıyla mesajlaşan gençler görürsünüz. 
Hazîn olanı ise, hutbe irad eden hatiplerden, Merkezî sistem ile 27 cami’de va’az eden müftü ve vâiz efendilerden bu hususta herhangi bir ikaz’ın gelmemesidir. 
Ramazan Ay’ı müddetince, Merkezî Sistemle va’az eden müftü ve vâiz’ler daha ziyâde, afâki mes’elelere temas etmişler, asgarî Zarûrât-ı Diniyye’den olan bu mes’eleler üzerinde tek kelime söylememişlerdir.  
DU’A ADÂBI: 
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için du’a edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Yeryüzünü o düzeltip düzene koyduktan sonra ifsat etmeyin. O’na korkarak ve ümid ederek du’a ediniz. Şüphesiz Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.” (A’raf 7/55,56) 
“Yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid ile Rab’lerine du’a ederler. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden hayır için harcarlar.” (Secde 32/16) 
“Sabahları ve akşamları Rabb’ini içinden, yalvararak ve korkarak gizlice ve alçak sesle zikret, sakın gafiller’den olma!” (A’raf 7/205) 
Yukarıya meâllerini aldığım âyet-i Kerime’lerin tefsiri zımnında Büyük Müfessirimiz, Muhammed Hamdi Yazar (R.A.) şu mutala’larda bulunmuştur. 
“Evvelâ haddinizi bilip Rabbi’nizi iyi tanıyınız. İstivâ (mutlâk hâkimiyet) emir ve halk, üstünlük, azamet, bütün hayır ve bereket O’nun ve sadece O’na mahsus olduğunu ve kendisinin gece-gündüz her dem ve her an, O’na muhtaç olduğunu ve O’nun taht-ı hütm-ü Rubûbiyyetinde olduğunu, mahlûk ve me’mur bulunduğunu ve hiçbir zaman O’ndan müstağnî olamayacağını i’tiraf ederek, bu üstünlük ve azamet karşısında O’na müracaat’tan ve arz-u hâcetle arzularını talep ve niyazlarını büyük bir sessizlik ve tevâzu içinde doğrudan doğruya, Allah Zülcelâl Hazretlerine niyazda bulununuz. Fakat biliniz ki, hak etmek ve emir vermek O’nun hükm-ü Hâkimiyyetinde bulunduğundan ve sadece O’na mahsus bulunduğundan du’a ve niyazlarınızdaki taleplerinizi yerine getirmeye, taleplerinizi kabûle mecbur değildir. 
Dilek ve taleplerinizi Cenab-ı Hakk’dan isteyiniz. Fakat bunu yaparken bî pervâ, bağırıp çağırmakla değil, ta’zimat-ı Kâmile ile, yalvararak ve bütün bir ihlas ile münacaat halinde olunuz. Çünkü Allah, “Muhakkak ki, haddini aşanları, mütecâvizleri sevmez.”
Du’a, küçüğün büyükten, âciz’in kâdirden ihtiyaç ve arzularını cidden talep ve ricası demek olduğundan, fi’len, kavlen (sözüyle) hâlen yalvarmak ihlas ve ciddiyet, bir de talep olunan şeyin dâî (dua edenle), du’a olunanın hal ve şanlarına lâyık ve münasip olması ve aralarındaki nisbeti ihlal edici olmaması da du’a’nın haddine dâhil şartlardandır. Du’a’da, lâyık olmayan bir şeyler istemek, meselâ, “Rabbim, bana Peygamberlik ihsan eyle, Peygamberlerin ellerinde zuhur eden hârika’lar (Mu’cizeler) nasip et!” tarzında du’a, du’a’da haddi aşmaktır. Ayrıca, du’a’da, tasarrû halinde bulunmamak, varlığa, pervarsızlığa bir nev’i çalıma delâlet eder. Cüz’î bir saygısızlık du’a haddinden hâşâ emir ve iltimas haddine geçen bir tecâvüz olduğu gibi, du’a’yı gizli bir surette yapmamak, bağırıp çağırmak haddi ihlastan riâ’ya, hadd-i du’a’dan şikâyet ve da’va’ya geçen bir tecâvüzü tazammun eder. 
Nitekim bir hadis-i Şerif’te şöyle vârid olmuştur: 
- “Siz ne bir sağıra ne de bir gaibe du’a ediyor değilsiniz. Herhalde çok yakında olan bir işitine du’a ediyorsunuz.” buyrulmuştur.
Du’a’da nelerin istenmeyeceğine bir örnek olmak üzere bir hususa daha işaret etmek isterim. Sünan-i İbn-i Mâce’de mervidir ki, Abdullah İbn-i Muğaffel Hazretleri oğlunun, “Allah’ım cennete girdiğimde sağ tarafındaki beyaz köşkü senden dilerim,” diye du’a ettiğinde, oğlum, “Allah’tan cenneti iste ve ateşten O’na sığın, ben Resûlüllah’tan dinledim ki, “Yakında bir kavim gelecek du’a’da haddi aşacaklar,” buyurdu. 
İbn-i Atiyye ve Zemahşerî’nin nakillerine göre bu hadiste Resûlüllah “Allahım! Senden cenneti ve ona yaklaştıran sözü ve işi dilerim. Ateşten ve ona yaklaştıran söz ve işten de sana sığınırım.” demesi, kişiye kâfidir buyurmuş ve “Allah du’a’da haddini aşanları sevmez,” meâlindeki âyet-i Kerime’yi okumuştur. 
Hâsılı, “Yalvararak ve gizlice du’a ediniz, haddi tecâvüz etmeyiniz...”
Geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda, Beyşehir İlçe Müftüsü, Merkezî Sistem vasıtasıyla İlçe Merkezindeki 27 cami’nin tamamından aynı anda verilen nutkunda, -nutuk, diyorum gerçekten va’az değil, sohbet değil, tam bir nutuk... 
Bülûğ çağına yeni girmiş çocuklarının elinden tutmuş cami’lere koşan ve cami’i’de hikmetli sözler bekleyen cemaat, hâtif’ten gelen bir diskur ve nutuk ile karşı karşıya kalmışlardı. 
Bay Müftü, du’a formatında, yaklaşık 40 dakika kadar sürdürdüğü bu nutkunda nelerden bahsetmedi ki... 
Du’a formatında bu uzun nutukta, Irak vardı, Suriye vardı, emperyalistler vardı, millî servet vardı, millî servetin birilerine peşkeş çekilmesi vardı. Fakat, sabahın erken saatlerinden i’tibâren, camilere doldurmuş kerâhet vaktinin bitmesini ve bayram namazının kılınmasını bekleyen mütevekkil, binlerce insanımıza müteveccih, bayramlarının ehemmiyetini, bayramlar vesilesiyle sulhun kardeşliğin ehemmiyeti hakkında tek kelime yoktu. 
Diyânet İşleri Başkanımız, Muhterem Prof.Dr. Mehmed Görmez Beyefendi, Muğla’da cam’i, spor salonu haline getiren bir müftü için, “Bu arkadaşımız müftülük vasfını kaybetmiştir,” demişti ya! 
Aslında, hâlen Beyşehir Müftüsü olan bu zât müftülük vasfını hiç kazanmamış... Biz, burada ba’zı tespitler yaptık. Takdir elbette Diyânet İşleri Başkanlığı’nındır.