1999 koalisyonu uzun yıllar iktidarın uzağında kalmış MHP seçmenini ve ülkücü-milliyetçi camiayı tam bir özgüven yıkımına götürmüştü. Muktedir bir MHP’den tedirgin olan DSP ve ANAP’ın getirdiği, MHP tabanının beklentilerinin aleyhine her yasal düzenlemeye “devlet yönetiyoruz” gerekçesine sığınılarak “kabul” denilmesi hareketin psikolojik iç yıkımını derinleştirmiştir.
“İktidar olup muktedir olamama” durumu genelde bürokratik iktidar odakları ile hükümetler arasındaki ilişkileri tarif etmekte kullanılan bir tanımlama olmasına rağmen; bu defa aynı koalisyon içerisinde kendi özgül ağırlığını yok eden uygulamaları nedeniyle MHP için gerçekleşmişti. Kendi liderliğinde bir hükümet kurma ihtimallerini baştan devre dışı bırakıp, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sadi Somuncuoğlu lehindeki olumlu atmosferi kullanmaktan imtina ederek iktidar olmaktan kaçan bir siyasi parti resmi çizecektir.
Milliyetçi harekete karşı beslediği kategorik nefreti aşikar olan, İstanbul sermaye çevrelerinin manipülasyon organizasyonu merkez medya, taşranın “gözükara” çocukları olarak dün kendisinde ürküntü yaratan bu Anadolulu “baba yiğitleri” düşmana esir düşmüş kahramanlarının mütevekkil teslimiyeti içerisinde görünce keyiflenip epeyce bir “cici çocuksun sen aslında üzülme” güzellemeleri düzmeyi de ihmal etmedi. İncitmeden hırpalanmalı ve içine girdikleri sistemin kurallarını koyan güçleri “devlet” olarak takdis etmeleri sağlanmalıydı. Bunlar ki 12 Eylül’de liderleri ve önder kadroları hapishanelerde “ağır ithamlarla” yargılanmalarına, parasız pulsuz olmalarına, arkalarında bir sermaye ve orta sınıf gücü olmamasına rağmen yine de marjinalleşmemiş, aralarındaki iletişim ağını muhafaza ederek fikriyatlarını zinde tutmayı başarmışlardı. Devr-i iktidarlarında “dünyanın kaç bucak olduğunu bellemeliydiler.
Özelleştirme tarihinin en başarılı uygulamasını yapıp AVEA’ya hat tahsisini iki buçuk milyar dolara gerçekleştiren ENİS ÖKSÜZ’ün Kemal DERVİŞ’ e feda edilmesi;1999 Depreminde herkesi şaşırtan başarılı performansıyla Koray AYDIN’ın itibarsızlaştırma operasyonları karşısında yalnız bırakılması böyle gerçekleşti. Nasılsa tevil mekanizmaları ile tabana her şeyi izah etmek her zaman mümkündü.
Gelinen Nokta….
Gelinen noktada MHP, % 10-13 bandına sıkışmış kimlik krizi içerisinde bir parti görünümündedir. İki partili siyaset mühendisliğinin uygulamaya konulduğu Türkiye’de kendisine yeni bir alan açabilmesi ve iktidar alternatifi olabilmesi için “kan tazelenmesi” siyasi bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır.
Kendini besleyen gençlik örgütleri, sendikalar ve diğer sosyal yapılardan bütünüyle soyutlanmış, kemikleşmiş % 8-9’a eklenecek miktarla meşgul “dar alanda kısa paslaşmaları oynayan” bir ekip görünümünden çıkabilmek için bir düzine Genel Başkan adayı ortaya çıktı. Ancak şimdiye kadar;Dr. Bahçeli’nin “tam bir demokratik olgunlukla yapılacağını” ilan ettiği 4 Kasım Kongresinde yarışacak adaylar içerisinde sadece eski Bayındırlık ve İmar Bakanı Koray AYDIN kişisellikten uzak bir programla ortaya çıkmış görünüyor.
Şahsen her zaman hayalini beslediğim; üyeye dayalı, hakim teminatı ile milletvekili adaylarının belirlenmesinin tüzük kuralı haline getirilmesi (önseçim usulü) hem parti içi iktidar mücadelelerine adalet ilkesini hakim kılacak hem de siyasete saygınlık kazandıracaktır. Toplumca sevilen, gerçekten emek verecek insanların siyasete kazandırılmasını sağlayacaktır. Ayrıca partide önünün açık olduğunu, adil seçme sistemlerinin herkes için işlediğini gören ÜYE/DELEGE, daha gayretli çalışacaktır. Siyasi katılımın artışı ise iktidar yolunu açacak en temel etmenlerden birisidir.
Koray Aydın kamuoyunun önünde “şeref sözümdür” diyerek kendisini en sıkı şekilde bağlamıştır. Kaldı ki güçlü rakibi AKP’nin, “oyunu üç dönemdir üst üste artıran parti” olarak kendini yenileme kararlılığı; “başarı”nın temel kriter olduğu siyaset arenasında MHP’ye başka seçenek bırakmamaktadır. Seçmen kitlesinin büyük yüzdesini iktidar cenahına kaptıran MHP, aynı sosyal tabanlar üzerinden siyaset yaptığı AKP’nin karşısında bir ağırlık merkezi olarak ayakta kalmak istiyorsa liderini,tüzüğünü/teşkilat yapısını değiştirmek ve üreteceği projeleri ile halkın karşısına çıkmak zorundadır.
Koray Bey’i destekleyen bir partilinin söyledikleriyle bitirelim: “Neden Koray Aydın?”, “Programı için. Şeref sözü verdi, teşkilatı yenileyecek”,“Ya yapmazsa? Siyaset arenamız tutulmayan sözler mezarlığıdır.Bilirsin.”, “Mümkündür. Kendi bilir.Artık kimse kimseye köle sadakati ile sözler vermiyor gardaş.Ben yıllarca Devlet Bey’i destekledim.Deniz Baykal’a döndü halk nazarında.Biz sevsek de halk sevmiyor.Değiştirmemiz lazım. Eh, Devlet Bey düşmanım olmadığı gibi Koray Bey’de babamın oğlu değil.Verdiği sözlere,programına bakıyorum.Bir şans verilmeyi,son bir umut bağlanılmasını hak ediyor mu? Elhak ediyor. Karşımızda elin oğlu üç dönem zirve yaptı ve partisini yeniliyor, tazeliyor. Ya biz? Yarın meydanlarda bize, ‘bunların hangi başarısına güvenip ülke yöneteceklerine inanıyorsunuz?’ dediklerinde biz ne diyeceğiz? Kim oy verecek bu atmosferde bize? Bu güne kadar dava gayretiyle, fisebilillah bir sürü yanlışa ‘kol kırılır yen içinde’ diyerek buralara getirdik. Artık ileriye gitmiyor!Diyelim ki tutmadı sözlerini, kendisi kaybeder.Devlet Bey’le batan parti Koray Bey’le batmış olur.Ama ben ise hayal kırıklığına uğrayacak olsam bile batmamak için son bir gayretle vicdanımın gereğini yapmış olurum.Vicdan huzurum olur, mensubu olduğum harekete karşı.Bir de ne var biliyor musun gardaş?Ben bu adamda iktidar olma kararlılığını arzusunu görüyorum. Dinamik bir adam. Ben ne hikmetli lider, ne efsunlu büyülü adam peşindeyim. Ne üniversite hocası, ne asker, ne de bürokrat arıyorum. Ben hayata dokunabilecek; üretenlerin, çalışanların dertlerinden anlayacak bir adam arıyorum. Hülasa, ben Koray Bey’e kölelik beratı vermiyorum, ben onun programına omuz veriyorum.”, “Allah gönlüne göre versin. Hayırlısı olsun.”