“Üniversiteler karıştı”, “karşıt görüşlü öğrenciler çatıştı” vesaire… “süreç” kelimesi ile ifade etmeye alıştırıldığımız yaşadığımız zamanlarda sıkça telaffuz edilen klişeler basında yeniden dolaşıma sokuldu.

“Karşıt görüşlü öğrenciler…” bu tanımlamayı duyduğumda oldum olası midem bulanır. Çünkü bizim zamanımızda 188-90’lar…Üniversitelerde ne zaman radikal sol gruplar ülkücülere saldırsa basın saldırganın kızıl rengini kamufle etmek için bu klişeyi kullanırdı. Aksi varit olduğunda ise yani olayı ülkücüler başlatmışsa hemen bir şeytanlaştırma metni eşliğinde“MHP’li gençler/ülkücü gruplar öğrencilere saldırdı” başlığıyla hadise kamuoyuna duyurulurdu.

Şifre çözme mantığı ile hareket ederek söylersek; son dönemde ülkücü gruplar saldırıya uğramakta olup “sol” diye paketlenip sunulan gruplar ise PKK’lılardır.

Neden ülkücüler hedef tahtasına konulmuştur ve neden saldırganın kimliği PKK’dan “sol”a çevrilmiştir?

MHP’nin Bursa mitingi ile ortaya çıkan milli toplumsal tepki, malum güçlerin kafalarındaki Türkiye modelini sorunsuzca hayata geçirebileceklerine duydukları derin güveni sarsmıştır. Toplum gidişata el koyma iradesini ortaya koymaya başlamıştır.

Devlet Bahçeli’nin kararlı tavır takınması üzerine panikleyen merkezlerce düğmeye basılmış, demokratik radikalizm olarak ifade edilebilecek bu yeni üslubun toplumsal meşruiyetini gölgelemek için üniversiteli ülkücü gençliğe saldırılar başlatılmıştır. Ülkücülere nefret kusmak için tetikte bekleyen kalemlerin bolca bulunduğu liberal/sol/ümmetçi medya bloğu “sağ-sol çatışması” klişesini devreye sokarak ülkücüleri toplumsal vicdanda mahkûm etme gayretine soyunmuştur.

Sanki 1980 öncesi ülkücülerle çatışan radikal sol gruplar kendi kimliklerini, kendi güçlerini muhafaza ediyor muşlar da ülkücülere saldırıyorlarmış gibi… Bu grupların tamamı zaman içerisinde “devrimci Kürt siyasal hareketi” olarak tanımladıkları PKK’nın ya içinde erimiş ya da uydusu olmuşlardır. Hiçbir saygı duyulacak özerklikleri, kimlikleri kalmamıştır. CHP’yi “Atatürk’le hesaplaşmadığı” için “solcu olmamakla” suçlayan bu tip solun temsilcilerinin BDP’ye demir atmaları bizim için sürpriz olmamıştır.

TGB gibi Kemalist sol gruplarla ise;hele böyle bir ortamda, Ülkücülerin çatışması için hiçbir sebep yoktur.  

 Ülkücüler ve Kemalist solcu gençler veya ulusalcılar; ayrı inanç ve değer sistemlerine sahip olmalarına rağmen vatan telakkileri ortak olan insanlardır. Türkiye Cumhuriyetinin “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” noktasında aynı hassasiyetleri paylaşmaktadırlar.. Lakin TGB içerisinde de –tıpkı Kemalist CHP’ye yerleştirdikleri gibi- milli devlet/millet düşmanı bölücü kripto kişilikler olup, Türkiye solunun ana damarını oluşturan CHP ve diğer Kemalist yapıları felç etmek ve bölücülüğe karşı dirençlerini kırmak için çalışmaktadırlar. Tam da bu noktada eğer üniversitelerde bir “sol sağ çatışması” atmosferi yaratılıp, kamuoyuna da ülkücülerin sorumlu olduğu yalanı yutturulursa “süreç “diye tabir edilen politikalara karşı CHP’nin direnci kırılabilecek ve MHP siyaset dünyasında iyice izole edilebilecektir. Komployu kuranların, bu saldırıların startını verenlerin senaryosu bundan ibarettir.

Siper arkadaşlığı için birbirilerini ne sevmelerine ne de sövmelerine ihtiyaç vardır. Ne “ülkücüler” Kemalizmi şeytanlaştıran bölücü ümmetçi muhafazakâr hezeyanı ciddiye almalıdır ne de “ulusalcılar” ülkücüleri şeytanlaştıran bölücü Marksist hezeyana kulak asmalıdırlar.Siperde  fikri  tartışma anlamsızdır.

Ülkenin bölünmez bütünlüğünü, milli varlığını ve cumhuriyeti savunmak için insanların mitingler yapması, panellerde konuşmaları,seslerini topluma duyurmak için organize olmaları demokrasinin bir gereği olsa gerektir.Demokrasi sadece “bölünme” çığırtkanlığı yapmanın  makyajı olarak algılanmıyorsa eğer….