“Bahçeli’nin evladı yok. O bu acıdan anlamaz…”

Bu cümleyi kuranlar sıradan mahalle muhabbetlerinde, dedikodu ve iftira diliyle konuşan tezvirat ehli değil. Bu cümleyi kuran zat veya zevat; bu ülkede kamu gücünü kullanan, milletin ortak hafızada “emanet” diye kodladığı ülkeyi yönetme ruhsatını verdiği kişi(ler).

Bu köşeyi takip eden herkes Sayın Bahçeli’nin politika etme biçimine yönelttiğim eleştirileri bilir. Lakin bir insanı kaderi  ya da medeni hali üzerinden “empati yoksunluğu” ile itham etmeye yeltenmek ahlak düşkünlüğü değilse, “muktedir olmayı” “haysiyet cellatlığı” olarak algılayan bir kafanın ürünü olabilir ancak.

Haysiyet cellatlığı; kamu gücünü başkalarının şahsiyetine, kişisel hak ve hukukuna karşı tecavüz aracı olarak kullanmaktır. Bu,aynı zamanda, zayıf ruhluluğun en bayağı biçimlerinden de birisidir. 

Haysiyet celladı; kinini içinde biriktirip, kusma zamanını kollayan pusuya yatmış bir acizdir. Öyle ki o an gelinceye  yani o gücü elde edeceği vakte kadar gerçek kişiliğini saklayarak yaşamayı bir karakter özelliği haline getirmiştir. Bunu kendi iç dünyasında “ilm-i siyaset” diye bir de cilaladı mı artık keyfine diyecek yoktur.

Bir zamanlar-ki güçten yoksun olduğu zamanlardır genellikle-toplum içinde “beyefendi” maskesiyle yaşayan adam, kamu gücünü eline geçirdiğinde-etrafını saran kapıkulu takımının maharetleriyle de- artık aynaya her bakışında “adamlıktan” çıkaran “ilahlaşma” psikozuna girmeye başlamıştır. Eh, madem o güçlüdür, ”kudret ondadır” öyleyse “adaleti” yaratan Allah ile-haşa- bir güç yarışması psikolojisi içerisine de girebilir. Öyle ya -yeni pozisyonundan mütevellit ünlü repliği ile söylersek-“ ne olur yani? ”Nasılsa gücü kaybedince tövbe edecek vakti olur.

Bu değerlendirmeyi mutlaka ağır bulanlarınız olmuştur. Belki de öyledir. Lakin bu çirkin ifadeler yıllar önce, –liseli yıllarımda- “İslamda cihadı” tartıştığımız meslek yüksek okulu öğrencisi bir materyalistin sözlerini hatırlattı, bana. Kısaca canımı yeniden acıttı. Aynen şöyle demişti: “Biliyor musun cihat neden önemlidir? Önemli olmasının adını koyamadığınız bir nedeni de  bence şudur: Çünkü Peygamberinizin oğlu yoktu. Dolayısı ile savaşa onun oğlu gitmeyecekti. Öyle olunca da  peygamberiniz evlat acısı çekmeyecekti. Başkalarının ölümünün onun için ne önemi olabilirdi ki? Ölsün müminler gelsin ganimet…” Tartışma Resulullah’ın kişiliğine dil uzatmaya varınca hiddetlenip herife saldırdığımı ve birbirimize girdiğimizi hatırladım. Bu çirkin ve basit akıl yürütmenin Devlet Bahçeli’ye yönelik kullanılan dilden bir farkı var mı?

Malum hikâyede adam demiş ya; “Ben sana vali olmazsın demedim oğul. Adam olamazsın dedim.” Şimdi hatırlayamadığım bir dergide okumuştum; Recep Peker ile İbrahim Çallı iki eski arkadaşmış. Yıllar sonra karşılaşmışlar. Peker,o sırada başbakan...”Yahu İbrahim” demiş, “Hala üzerindeki palto yirmi sene önceki palto. Artık bir değiştirsen şunu?”… Çallı eski arkadaşına bakmış ve üzerindeki takım elbiseyi süzmüş  göz ucuyla... ”Recep” demiş, “Haklısın paltom yirmi yıllık ama içinde ben varım. Şu karşımda duran son moda takım elbise deki sen misin?”

Anti parantez, Bursa mitinginde Devlet Bahçeli konuşmamıştır; Tanpınar’ın ifadesi ile “her Türk’ün hatırasında bir şehidin kanlı sarığı yüzer” dediği Türk milleti konuşmuştur. 21 Martta Diyarbakır’da “savaşa da barışa da hazırız” diye bağıran kudurmuş bölücülüğe karşı yutkunacak hali kalmayan milli iradenin tarihi, bilinci, bilinçaltı konuşmuştur…

Hülasa bu yaşımda şunu anladım ki; Allah “mazlumum” diyene iktidar/güç/yetki vermesin. Amin.