Türkçede kelimelerin cinsiyeti yoktur. Arapça, Rusça gibi bazı dillerde bulunan” eril-dişil” kelimeler bahsi dilimizde bulunmamaktadır. İstisnai örnekler olarak ise; toplumsal hafızamızda anlam yükü itibariye “eril” ya da “dişil” olarak kodlanmış birtakım kelimeler gösterilebilir. Bunların en meşhurları “Devlet” ve “Vatan” kelimeleridir. Milletimiz “Devlet”e  “baba” sıfatı ekleyerek erillik yüklemiş, “Vatan”ı da “ana” olarak niteleyip dişillik atfetmiştir. Haksızlığa uğrayanların “baba dedik bak anamızı neyledi?”serzenişleri  bu zihniyetin ürünüdür.

Şahsen Arapça bilmediğim için bu satırları kaleme alırken “devlet” ve “vatan” kelimelerinin Arapçadaki durumlarını değerli dostum Güngör Kızılbağ’a sordum: “Arapçada ‘devlet’ yazılışı itibariyle dişil fakat yüklenen anlam itibariyle eril, ‘vatan’ ise yazılışı itibariyle eril yüklenen anlam itibariyle dişildir” şeklinde bir cevap aldım.

 Demek Arap kardeşlerimiz de “Devlet”i dilleri “ananız!” diye dayatsa da “baba” olarak algılayıp, “Vatan”ı da dilin “baba” dayatmasına aldırış etmeden “ana” deyu kabul etmişler(!)

Neyse bu girizgahtan sonra gelelim can alıcı noktaya…Devletimizin “kadim babalığına” yakıştırılsa da çoktan  içi boşaltılmış bir kavram olan  “sosyal devlet” niteliği her siyasal partinin sahiplendiği bir ilke olmaya devam ediyor  ama..? 

Bir de “baba”mızın cinsiyeti meselesi var? Kimsenin konuşmak istemediği, muktedirlerin karambole getirip  “cambaza bak” diyerek bir çırpıda değiştirmek istedikleri esas boyut, devletin cinsiyetidir.  

Devletin cinsiyeti olur mu? Son devir Türk(pardon Türkiye mi demeliydim?) büyüklerinin cevap vermekte zorlandıkları her konuda söyledikleri bir cümle ile cevaplayalım: “Bal gibi de olur!”

Devletimizin cinsiyeti, “üniter  ve milli devlettir”.Aslında bu “çözüm süreci” olarak tanımlanan süreç ve onunla bağlantılı anayasa tartışmaları -bu anlamda- cinsiyet değiştirme çabasından başka bir şey değildir.Şu an gerekli tetkikler yapılmaktadır(!)

 Son on yıldır, tartışma programlarında sık sık telaffuz edilen bir lakırdı var: “Ne olur yaniii?”Adam Smith’e atfen dünyada meşhur olmuş liberalizmin en yaygın ve ünlü sloganı; “laissez faire laissez passes”dir. Mealen; “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler”.Anlayacağınız tedavüldeki “ne olur yani canım” eyyamcılığı bu bu anlayışın tebdil-i kıyafet eylemiş halidir.

Ademi merkeziyetçiler, federalistler, otonomi yanlıları, etnik ayrılıkçılar,dini devlet özlemi içerisindeki gruplar vesaire…Bunların tümü merkeziyetçi -üniter devleti  üniter yapı ve ulus-devlet formatında demokratikleştirmek mümkünken;ısrarlı “yerelleşme”  propagandaları  ile federalizme giden yolu açmaya çalışıyorlar.Şunu açıkça gördük ki; ne PKK’nın ne de onu destekleyen unsurların Türkiye Devletinin yönetsel/idari yapısını değiştirmeye  yetecek gücü yoktur.

PKK defalarca ezilmiş bir güçtür ve arkasındaki küresel finansörlerin nefes aldırmasıyla yaşamaktadır. Küresel terör imecesinin dışında; PKK’nın yıllardır yaşamasının bizce en mühim nedeni, Türk siyasetinin İslamcılık/laiklik çatışması üzerinden bölünmüşlüğüdür. İslamcı ve laik Türkün Türkiye tasavvurlarındaki derin uyuşmazlıktan kaynaklanan iktidar/hegemonya savaşından etnik ayrılıkçılık güçlenerek çıkmıştır. PKK’nın bu çatışmadan yararlanma noktasında geliştirdiği taktik ve stratejiler ekseriyetle başarılı olmuştur. Örneğin;28 Şubat ayrılıkçı terörü ikinci tehdit sırasına iterek ordunun o dönem resmen ezdiği, kazıdığı örgüte soluklanma imkânı sunmuştur. Keza; bugün güçlü bir sivil hükümet var. Her defasında-en son Şemdinli-örgüt dağılma noktasına getirilerek ezildi. Siyasi kadroları hukuk yoluyla tevkif edildi. Bölgesel etkinliği kırıldı. Buna rağmen “Oslo süreci” yaşandı ve bugün gazeteler “barış” adı altında PKK’nın meşruiyetine meşruiyet katmakta ve uygulanan siyasetle örgüt adeta yeniden diriltilmektedir.

28 Şubatçılar “irtica ile mücadele” diye bu yanlışı yaptılar, şimdikiler de “Kemalizmi tasfiye edeceğiz/ demokratikleşeceğiz” diye aynı yanlışı yapmaktadırlar. Gidişat Güneydoğu’nun külliyen örgütün kontrolü altına girmesi yönündedir.

Hülasa  günümüzdeki tartışmalarda, muktedirler kendi kafalarındaki Türkiye tasavvurunu topluma kabul ettirebilmek için defalarca(en son Şemdinli’de) ezilen örgütün varlığını canlı tutmak istemektedirler..Bakın “Kürt meselesi ve PKK terörü” bu modelle çözülmüyor öyleyse gelin bizim dediğimizi kabul edin” demek için yapılıyor her şey. Profesör Ümit Özdağ’ın her programda ısrarla altını çizdiği gibi; “bütün ülkelerde bu tip örgütler devlete yalvar(tıl)ırken ‘müzakere’ diye, bizim bugün ‘masaya oturtma’ adına örgütün peşine takılmamızın” başka bir anlamı yoktur.

Bu sürecin en komik tarafı ise;“50 bin kişi ile devrimci halk savaşı başlatmakla” Türkiye’yi tehdit eden İmralı’daki zatın megalomanisidir. Şemdinli’de 400 kilometrelik bir alanı kontrol etmeye kalkışan çetesinin başına gelenlerden galiba haberdar edilmemiş(!) Yahut; TV programlarında sanki “Türk ordusu hezimete uğramış, Türk polisi yenilmiş” gibi konuşma yapmayı entelektüel marifet addeden manipülatörlerin etkisinde de kalmış olabilir(!)O da haklı zahir… Tv ekranlarında kurulan ikna cemaatini dinledikçe kendinde insanüstü vasıflar vehmetmesi normal.

Türksüz anayasa” olarak özetlenen; ulus/milli devlet olmaktan vazgeçip “etnisiteler” devleti ya da bir tür postmodern feodaliteye dönüş tasarımı; MHP’nin Bursa çıkışını müteakip netleşen toplumsal reaksiyon neticesinde şimdilik geri çekilmiş gözükmekle birlikte, iktidarın sunduğu anayasa taslağındaki başkanlık sisteminin kurumsal altyapısı olarak eyalet sisteminin kamuoyunun gündemine taşınması kaçınılmazdır.  Bu sefer de üniter yapı ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bu yazının başlangıcındaki teşbihe dönerek ifade edersek,“baba”nın cinsiyeti değiştirilmek istenmektedir.

Türkiye zor, netameli bir süreçten geçmektedir. Bu satırların yazarı; üniter, milli ve demokratik cumhuriyetten yanadır. Bütün demokratik zeminlerde bu fikrin ısrarlı savunucusu olacaktır.

 Siyasi tabloda  görülen manzara ise; bir yanda sermayesi,iktidarı,medyası ile  küreselci liberal mantıkla hazırlanmış kimlikçi tasavvurlar; öte yanda sesi kısılan kesimlerin  üniter,milli ,demokratik cumhuriyet ve bölünmez vatan savunuları?Bir tarafta ayrıştırmayı “demokratikleşme” olarak pazarlayan “ehl-i tefrika” öte yanda siyasi birliği savundukları için “otoriterlikle” suçlanan “ehl-i tevhit”…

Affınıza sığınarak; her türlü argümana karşı sıkıştıklarında “ne olur yani?” diyenlere ise-biraz kaba kaçsa da- bir çift sözümüz olacak: “Bunca yaşınıza kadar kadın veya erkek olarak yaşadınız. Yahu cinsiyetinizden sıkılmadınız mı?Ne olur yani erkeksen kadın olmandan,kadınsan erkek…O da insan  o da insan…”

 “Ne olur yani?” Evet erkeksen kadın, kadınsan erkek olursun lakin çocuk yapamazsın. Zürriyetin kurur. Federal devletler ya ufalandı yok oldular ya da kalanlarının ayakları çukurda, toplumsal huzurları mezarda. SSCB, Yugoslavya nerede? Çok kimliklilik üzerine kurulan Lübnan neler yaşadı? Gelişmiş İspanya nereye gidiyor? Ne olacak bu Belçika’nın hali? İlber Ortaylı Hoca’mızın sürece ilişkin değerlendirmesini ekleyelim: “Bu kadar kolay çözülüyorsa çözülmüyor demektir”.

Birileri diyebilir ki; “devlete baba dedik kalkıp anamızı çiçekledi”.Eh, demokrasi, hukuk niye var sanıyorsunuz?”Devlet babanın” kimi ne kadar çiçekleyip, çiçekleri ne kadar sulayacağını sınırlamak için(!)Bunu yapmayıp da cinsiyet değişikliğinde inatla ısrar edip  “babanı trans cins yapacağım” derseniz işte o zaman birilerinin de çıkıp: “Çek ellerini babamın uzuvlarından! ” diye bağırma hakkı doğar.

Faruk Kurtbaş Twitter: https://twitter.com/Fkurtbas