Elimde bir kitap… Kaç gün oldu, okuya okuya bitiremiyorum: “Vaktiyle Bir ATSIZ Varmış”… Bitiremiyorum dediysem; dönüp yeniden okuma ihtiyacı duyduğum o kadar çok paragraf var ki içinde.

Yazarların ekseriyeti benim üniversitede okuduğum yıllarda doğmuş gençlerden oluşuyor. Yazıları okudukça, “Bu yaşta bu birikim? Maşallah…” demeden edemiyor insan. Bu kitapta makalelerini gördüğümüz gençler inanıyorum ki; on yıl sonrasının Türkiye’sinde  Türk milliyetçiliğinin üniversite, sanat ve siyaset alanlarında bayraktarları olacaklardır.Şimdiden ortak emek ürünü bu yetkin çalışma ile fikir namusunun ve kılı kırk yaran bilimsel titizliğin-bu cenahta çok da rastlanmayan- nadir örneklerinden birini sergilediler.

Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu yayınlarının ilk kitabı. Editör Fırat Kargıoğlu’nun olağanüstü bir emek harcadığı kitap; Türk milliyetçiliği ve Türk düşünce tarihinin en tartışmalı isimlerinden birisi olan Hüseyin Nihal Atsız’ı bütün yönleriyle, hiçbir noktayı saklamadan, tevile kaçmadan, politik endişelerin arkasına saklanarak sansür etmeden, bilimin ve aklın süzgecinden geçiriyor.

Kimdir Nihal Atsız ya da Atsız Bey?

Her ülkücünün, her milliyetçinin -fikirlerine bütünüyle karşı çıksa bile- saygı duyduğu, saygı duymayı adeta bir fikri ödev addettiği, fikir namusunu “gömlek değiştirme “benzetmesi üzerinden algılayan günümüz insanı için çok uzaklarda kalmış, adamlığın yıkılmaz anıtıdır Nihal Atsız.

Her ne kadar siyaset nedeniyle belli bir noktadan sonra çatışıp yolları ayrılsa da; Ülkücü Hareketin Başbuğu Alparslan Türkeş’i “Ülkü Yoluna” çıkaran, “al bayrağı teslim edip Allah’a ısmarlayan” adamdır. Bu sebeple dahi her ülkücünün mutlaka Atsız Bey’e hürmeti vardır.

Lakin Atsız Bey, özellikle İslamcı grupların ülkücü harekete en fazla saldırdığı,”faşizm”den “ırkçılığa”,”kafatasçılıktan”,”din düşmanlığına”,”şamanlıktan “dinsizliğe” kadar her türlü ithamın üzerine yağdırıldığı bir kişiliktir. Açık söylemek gerekirse ülkücü hareket, fikri tarihi boyunca Atsız Hoca’yı özellikle romanları üzerinden okumuş, sevmiş ve milli heyecanlarını tazelemiş olmakla birlikte onun düşünce adamlığı boyutuyla ciddi anlamda hemhal ol(a)mamış,dolayısıyla düşünce adamı olarak Atsız’ı literatürüne dahil edememiştir.Çünkü yukarıda zikredilen itham bombardımanı ile baş etmeyi,göğüslemeyi göze alamamıştır.Ve de; Atsız ile hesaplaşamamıştır.O hem çok sevilen hem üstü örtülen,saklanan bir adamdır.

 Atsız’ın Türk milliyetçiliğinin ana damar siyasi akımı olan Milliyetçi Hareket içerisinde yeniden popülerleşmesi, siyasi söyleme içerilmesi 1990’lı yıllarla birliktedir. Bu yıllar ülkücü hareketin- özellikle ceza evi sürecinde başına sarılan- İslamcı ideolojinin fikri vesayetinden sıyrılmaya başladığı, Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlılaşmasıyla tarih önünde doğrulanmanın sağladığı özgüvenle milliyetçi kimliğini yeniden ihya etmeye başladığı dönemlerdir. Ayrıca 1991 de Irak’ın fiilen çöküşü ile birlikte azgınlaşan PKK terörüne karşı Alparslan Türkeş’in rehberliğinde gerçekleştirilen milli seferberlik atmosferi de Atsız’ın popülerleşmesini hızlandırmıştır. Bu kitabın; çoğunluğu tam da bu yıllarda dünyaya gelen kalemlerin eseri olmasını tesadüften çok, tarihin tatlı bir cilvesi saymak gerekir kanımca.

Kitabı okudukça insan açıkça şu hisse kapılıyor: Nasıl oluyor da hiçbir biçimde savunmacı bir pozisyona düşmeden, bu kadar açık yürekli, bu kadar kompleksiz bir yaklaşımla ziyadesiyle sevdikleri bir insanı bu kadar rahatlıkla sorgulayabiliyorlar? Biz ki millet olarak ,”sevdiğine toz kondurmamayı” hayatın her alanında “vur deyince öldürmeye” vardırırcasına ilke haline getirip beynin çalışan hücrelerini uykuya yatırmayı pek severiz(!)… Üstelik milliyetçi/ülkücü iseniz yani her tenkidin tekfir tehlikesini taşıdığı bir kimlikle kendinizi ifade ediyorsanız, nasıl bu kadar özgür ve özgün olabilme kudretini kendinizde bulabiliyorsunuz?

Galiba bu soruların cevabı yine Atsız’ın tarih felsefesi ve tenkit anlayışını yansıtan şu veciz ifadesinin içselleştirilmesinde yatıyor:”Bütün Türk büyüklerini tenkid etmek hakkımızdır. Tenkidi hakarete çevirmemek de vazifemiz…”

Benim yaş kuşağımın ve benden öncekilerin beceremediği milliyetçi düşünce devrimini gerçekleştirecek bir avuç kahramanla karşı karşıya olduğunuzu kabul ederseniz tabloyu daha net olarak görme imkânınız olacaktır. Kim bilir belki de Kürşad ve yoldaşları yeryüzüne Tanrı tarafından yeniden gönderilmişler ve Siyah-Beyaz Platformunda toplanmışlardır?

Kitapla ilgili akademik bir kritik yapmak gazete köşesinin hacmini aştığından, meselenin bu boyutuyla bir dergide ele alacağımızı ifade ile; kitabın, “yayınevlerinin sansürüne” tepki olarak Siyah-Beyaz Kültür ve Sanat Platformu Derneğinin ilk yayını olarak çıkarıldığını belirtelim.İrtibat ve edinme için:  [email protected] 

 “Sansüre karşı tavır” düşünce namusunun, ahlakın bana göre zirvesidir? Kapitalizmin kurallarına göre işleyen yayıncılık sektöründe gerçekleştirilmiş bu kahramanca eylemin önünde saygıyla eğiliyorum.

Derneğin başkanı Muhammed Bahadırhan Dinçaslan 1990 doğumlu genç bir  adam. Genç adam dediysem siz onu genç bir Yusuf Akçura sayınız. Bu satırların yazarı her zaman aklın yaşta değil başta olduğuna inandığından nadir zekâlara dikkat çekmeyi bir borç saymaktadır.

Bu kitap; çok konuşulacak, çok tartışılacak, üzerinde uzunca polemikler yapılacak bir muhteva ile entelektüel cesaret ve özgür beyinlerin ürünü olarak çıktı. Hüseyin Nihal Atsız; üzerine yağdırılan sağanaklarının içerisinde,bütün çelişkileri,erdemleri,ülküleri ve fikirleri ile ancak bu kadar derli toplu ,bu kadar namusluca ele alınabilirdi.Hoca’nın şanına layık bir kitap olmuş vesselam.

Düşünceyi dert edinmiş herkesin kütüphanesine girmesi dileğiyle Siyah-Beyazdan yeni eserler beklemenin hakkımız olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?