Mutlaka gazetelerden okumuşsunuzdur. Almanya'nın eski başbakanlarından Helmut Schmidt, 60'lı yıllarda Türk işçilerini almakla büyük bir hata yapmış olduklarını söyledi ya, işte o haberden bahsediyorum. Müteakip cümlelerinde, "demokrasinin çok kültürlülüğe müsait olmadığını, çok kültürlülüğün ancak otoriter rejimlerde mümkün olabileceğini" ileri sürmüştü.

Yaygın olan demokrasi anlayışına göre tamamen ters bir açıklama, öyle değil mi? Demokrasi, bir hürriyetler rejimi olarak bilinir. Din, fikir ve vicdan serbestiyetiyle de kültürel farklılıklara hayatiyet tanıdığı kabul edilir. Ancak, gündelik hayatın müdahalesiz ve serazat şekilde sürdürüldüğüne bakarak, batı demokrasilerinin köklü farklılıklara da tahammüllü olduğunu sanmak, büyük bir yanılgıdır. Karl Marks da o yanılgıya düşmüştü.

Marks, Kapitalizmi oldukça merkezileşmiş bir ekonomik sistem olarak değerlendiriyor, fakat bünyesinde bir çelişki barındırdığını söylüyordu. Bu çelişki, merkezin istemediği kararları alabilecek şekilde çevreye tercih hakkı tanınmasıydı. Halk kitlelerine karara katılma hakkı tanıyan sistem de elbetteki demokrasiydi. Yani Marks'a göre kapitalizm, bünyesinde var olan demokrasi ile çelişecek ve bu çelişki de kapitalizmin sonunu getirecekti. Marks'ın tahmini tutmadı. Çünkü o, kapitalist sistemde kitlelerin, hatta bireylerin bir merkez tarafından inanç ve düşüncelerine kadar, tek tip şekillendirildiğini görememişti.

Bu özelliği ilk gören Antonio Gramsci (1891 - 1937) olmuştur. Gramsci'nin ortaya attığı kavram, "hegemonya" dır. Bu sosyoloğa göre; diktatörlükte iktidardaki sınıfın diğer sınıflar üzerinde baskısı, hegemonyada ise iktidardaki sınıfın diğer sınıflar üzerinde ideolojik ve kültürel hakimiyeti vardır.

Horkheimer da aynı kanaattedir. "Geleneksel ve Eleştirel Teori" isimli makalesinde, bireylerin tek tip düşüncede birleştirilmesini "Kapitalist Toplumun Doğası" olarak nitelendirmiştir. Ona göre, kapitalist toplumda insanın kendi iradesiyle hareket ettiğini sanması, bir aldanmadan ibarettir. "Bilim adamı için de aynı şey söz konusudur. Araştırmacı da toplumda varolan genel kategorilerle sınırlanmaktadır".

Herbert Marcuse, kapitalist üretim sisteminin toplumda her türlü muhalefeti ortadan kaldırdığını ve "Tek Boyutlu Bir Toplum" oluşturduğunu söyleyerek aynı doğrultuda görüş belirtir.

Theodor Adorno, aynı görüşte bir düşünür olarak sırrı çözüyor ve bireyin ortadan kalkışını, genel üretimle bütünleştirilmesinde buluyor: Standardizasyon.

Evet, Schmidt  doğru söylemiştir. Batı, tek tip insanlardan oluşan bir toplum oluşturmuştur. Batı'da Kapitalizm; "Avrupalılık, Çağdaşlık, Küresellik ve Moda" isimleri altında tam olarak hegemonyasını kurmuştur. Bu hegemonya, günden güne bütün dünyayı da etkisi altına almaktadır.

Yiyecek-içeceklerimizin tadından, giyeceklerimizin tip ve rengine; evimizin mobilyasından, fikir ve inançlarımıza; hatta güzellik anlayışımızdan, ülkemizin kanunlarına varıncaya kadar, kendi tercihimizin söz konusu olmadığını bir hatırlasanıza.

Bir ideolojik ve kültürel hakimiyet altındayız. Bu da doğrudan doğruya hegemonya demektir.

Gerçek demokrasiyi yaşayabilmemiz için, en başta bu hegemonyayı kırmamız gerekmektedir. Başkalarının değil, kendi insanımızın arzularını dikkate almalıyız.

DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, "Avrupalı olduğumuz kadar Asyalıyız da" derken haklıdır. Sadece "Demokrasi" demeyip "Tam Demokrasi" diye vurgularken de haklıdır.

Batı tipi demokrasinin hegemonyal yönlendirmeleri etkisinde kaldığımız sürece, kendi kendimizi yönettiğimiz kanaati bir yanılgıdan öteye geçmeyecektir.