Son zamanlarda iyice azgınlaşan PKK, sanki bugüne kadar hiçbir şey yapmamış gibi bu Eylül ayını, “eylem ayı” ilan etti. Yüzyılı aşkın bir süredir Türkiye’nin başına bela olmuş olan ırkçılığın bir versiyonunu savunan bu örgüt, otuz yılı aşkın süredir kan döküyor. Dökülen her damla kan, halkımızın bir kesiminde haklı bir nefret doğururken diğer kesiminde ise, kahramanlık diye görülüp hayranlık doğuruyor. Bu durum, elbette ki millî birliğimizi ciddi şekilde zedelemektedir.
Aslında böyle bir örgütün, devlet karşısında bu derece uzun zaman, üstelik de büyüyerek yaşaması mümkün olmazdı. Fakat uluslar arası destek aldığı herkesçe malumdur. Bu desteğin sadece politik taleplerinin onaylanması şeklinde olmayıp, vurucu-kırıcı özellikte güçlendirmek ve belli hedeflere yönlendirmek şeklinde olduğu da malumdur. İstihbarat teşkilatlarının, sadece haber almakla değil, legal-illegal kuruluşları yönlendirmekle meşgul oldukları da malumdur. Bu faaliyet, içlerinden bazılarının açıklamalarıyla da ifşa edilmiştir. Mesela, CIA’in bir dönemindeki Gizli Hizmetler Direktörü Richard Bissel, bu tür faaliyetler yaptıklarını bizzat açıklamıştı. Basına da sızan 8 Ocak 1968 tarihli o açıklamasında Bissel, CIA’in bazı devletlerdeki muhalif organizasyonları güçlendirdiğini ve yönlendirdiğini söylemişti. Bunu, kendi müttefikleri olan ülkelerde bile yaptıklarını, böylece o ülkeyi de kendi istedikleri bazı politikaları kabullenmeye zorladıklarını belirtmişti. O metotla iktidarları bile alaşağı edebildiklerini söylemesi de bir diğer dikkat çekici husustu.
Biz bunu, alışılmış anti Amerikancı zihniyetle değil, yetkili ağızdan bir açıklama olduğu için söylüyoruz. Göründüğüne göre, hangi ülkeye ait olursa olsun, istihbarat kuruluşlarının genel metotlarından biridir bu ve oldukça eskilere dayanmaktadır. Üstelik bu faaliyetin sadece sevmediğimiz görüştekilerde değil, tasvip ettiğimiz görüşteki oluşumlarda da yapıldığını kabul etmeliyiz. Bilhassa ideolojik akımlar, istihbarat kuruluşları tarafından kolayca yönlendirilebilmektedirler. Bizim memleketimizde Macaristanlı Yahudi Arminius Vambery Türkçülüğe, İngiliz Thomas Edward Lawrence Arapçılığa, yine İngiliz O. Neil Kürtçülüğe nüfuz etmişlerdir.
Kendi ülkemizin istihbarat kuruluşlarının bile yine kendi içimizde bu tür çalışmalar yaptığı konusunda son yıllarda çok ciddi şüpheler oluşmuştur. Şu sıralarda devam etmekte olan “Ergenekon” ve benzeri davalarda o yönde ciddi iddialar bulunmaktadır.
Yüksek tirajlı bir gazetedeki önemli bir yazar, dünkü köşesinde, “12 Eylül öncesinde ülkücülerin heyecanla okuduğu Hergün Gazetesi’nde yıllarca gazetecilik yapan bir kişinin aslında maaşlı bir istihbarat elemanı olduğu yıllar sonra netleşmiş” diyordu. Doğrudur. Yazar’ın, kullandığı “netleşmiş” tabiriyle hukukî bir belgeyi kastedip etmediğini bilmiyorum ama ‘eski ülkücüler’in tam kani oldukları bir durumdur o. Ayrıca dönemin gençlik liderlerinden olup daha sonra milletvekilliği yapmış biri de, yine ‘eski ülkücüler’ tarafından aynı özellikte bilinmektedir. Büyük Birlik Partisinin kurucu genel başkanı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun, partisindeki bazı gençlerin işlediği cürümler karşısında, “Bizim tarlayı bizden habersiz sürmüşler” deyişi de unutulmamalıdır. Yazıcıoğlu, o dönemde dinî camiaları da uyarmış ve “Benden gelen bazı kişilere dikkat edin!” demişti.
Söz, dinî camialara giden istihbaratçılara gelmişken, operasyonel maksatlı değil de haber alma maksatlı gidenlerin bilgi seviyesine, şahit olduğum bir örneği vereyim. Beş vakit namaz kılıyor bilinen bir “gazeteci-yazar” tanıdığım, öfkeli bir anında ağzından kaçırıp İslamî camialar içinde yıllarca istihbaratçı olarak bulunduğunu söylemişti. Kendisinden öyle bir şey hiç beklemediğim o şahsın mantık ve bilgi seviyesini ise bir konferansı açış konuşmasında görmüştüm. O konuşmasında rahmetli Kâzım Karabekir’i överken şu ilginç sözleri sarf etmişti: “Namaz kılar, oruç tutardı ama dindar değildi.” “Dindar” kelimesinin manasını bile bilmeyen abdestinde-namazında(?) bu “istihbaratçı”, kim bilir “dindar” olduğunu duyduğu kaç kişiyi üstlerine “tehlikeli” diye rapor etmiştir?
Şunu da unutmamalıyız: Teröristlerin ve bu türlü istihbaratçıların mevcudiyeti, bizleri evhama sevk etmemelidir. Hayatî tehditlere veya iftiralara, hatta daha kötüsü geçmişimizdeki gerçek hatalarımızdan dolayı şantajlara maruz kalabiliriz. Kimin geçmişinde yanlışları yok ki? Onların hiçbirini umursamadan memleketimizin ve bütün insanlığın huzuru için çalışmalıyız. Aksi hâlde, meydan şirretlere kalacak ve hep beraber bedbaht bir hayat süreceğiz.
Teröristlerin muhatabı, güvenlik güçleridir. Onlarla pazarlık yapmak abestir. Onlara kızarak demokratik hak ve hürriyetleri kısmak da abestir. Çünkü demokrasi, doğrudan insan hakkı olduğu için vazgeçmememiz daha da geliştirmemiz gereken bir sistemdir.
Dinimiz, sadece insan haklarında değil, hayvan ve bitki haklarında da çok hassastır. O hassasiyeti küresel düzeyde yaymaya çalışmak da, herkesten çok biz Müslümanlara yakışır. Bütün insanlığa huzur gelmesi dileklerimle “İslam Medeniyetinin Küreselliği –Başka alternatif yok-” isimli kitabımın bugünlerde yayınlanacağını duyuruyorum.