Bugün Ramazan ayının ilk günü. Birçok hayır kuruluşu, muhtaçlar için yardım topluyor.
Yine bugün, Kıbrıs’a yapılan askerî harekâtın otuz sekizinci yıl dönümü. O harekât, Kıbrıs Türklerinin katliamlara maruz kaldığı uzun yıllarda siyasî girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine yapılmış ve bunalımlı zamanlarımızda çokça yaşanan, devlet-millet kenetlenmesinin en güzel örneklerinden olmuştu.

*     *     *
 
1960’tan önceydi. Çocukluğumun Erzurum’unda Kıbrıs için yapılan mitingleri hatırlıyorum. Babamın elimden tutup da götürdüğü, mahşerî kalabalıklı mitingleri. “Ya taksim ya ölüm!” benzeri sloganlar attığımız mitingleri.
Hayal meyal hatırladığım o mitinglerde, Makarios’u temsil eden kuklaların yakılışı, hafızama net olarak nakşolmuş.
O mitingler, oyunlarımızı bile kökten değiştirmişti. Artık arkadaşlarımızla “kovboyculuk” oynamayı bırakmış, “askercilik” oynamaya başlamıştık. Bu oyunlarda hiçbirimiz “Rum askeri” olmayı kabul etmediğimizden, hepimiz “Türk askeri” oluyor, üzerimize ateş açan hayalî Rum askerlerine saldırarak Kıbrıs Türklerini kurtarıyorduk.

*    *     *

1964 yılında Mehmet isimli ağabeyim askerdi. Ailece Hatay’da bulunuyorduk. Kıbrıslı kardeşlerimiz hâlâ katliamlara maruz kalmaktaydı. Babam sürekli, “Kahraman Kıbrıs Türk’ünün, Kıbrıs Mücahidi’nin Sesi Bayrak Radyosu”nu dinliyordu. Türkiye’nin Ada’ya bir çıkarma yapma ihtimali çok kuvvetliydi ve bizler de bunu çok istiyorduk.
Derken bir gün, Ankara Mamak’ta asker olan ağabeyimin Mersin’den postalanmış bir mektubunu aldık. Bağlı olduğu birlik Kıbrıs’a çıkmak üzere Mersin’e gelmiş. Yol boyunca geçtiği güzergâhtaki halk, askerî konvoyu heyecanla alkışlıyor; koşup koşup araçlara en pahalısından yiyecek ve sigara paketleri atıyormuş. “Araçlarımız öylesine erzakla dolmuştu ki, ekmekleri bile ayaklarımızla itmek zorunda kalıyorduk” diyordu ağabeyim.
Babam mektubu bana okutmuş, bütün aile de dinlemişti. Babamın ellerinden öptüğü bizlere de selam söylediği mektubun en çarpıcı cümlesi şuydu:
“Allah nasip ederse, buradan Kıbrıs’a çıkacağız.”
Bu cümleyi okuduğumda, “İnşallah” dedi babam. Heyecandan hepimizin gözleri yaşarmıştı. “İnşallah” dedik bizler de…
Babam o mektubu günler boyu cebinde taşıyor ve çıkarıp bana vererek tekrar tekrar okutuyordu. O cümleyi her okuyuşumda da babamın duası tekrarlanıyordu:
“İnşallah!”
O tarihlerde askerimizin Kıbrıs’a çıkması gerçekleşmedi. Ağabeyim ve arkadaşları mahzun mahzun geri döndüler.

*    *     *

1972 yılı Kasım’ında tahsil hayatıma ara verip askere gitmiştim. 1974 harekâtına yaklaştığımızda ise askerliğimin sonlarıydı. Kıbrıs’ta aynı cinayetler tekrarlanmakla kalmamış, “ENOSİS” yanlıları bir darbeyle Makarios’u devirip idareyi ele geçirmişlerdi. Her an harekete geçmek üzere hazırdık. Birliğimiz İstanbul Metris’teydi ve biz, şartlar gerektirirse Yunanistan’a vuracaktık. Çok arzulu, çok heyecanlıydık. Gece koğuşlarda bile marşlar söylüyorduk.
1974 Temmuz’unun ilk günlerinde vatanî vazifem bittiği için terhis oldum. Bir savaşın arifesinde arkadaşlarımı terk etmenin suçluluk duygusu içerisinde, ağlayarak İstanbul’daki evimize döndüm.

*    *    *

20 Temmuz 1974 sabahı, namaza kalkmış olan babamın radyonun sesini alabildiğine yükseltmesiyle yataklarımızdan fırladık. Marşlar çalıyordu. Kıbrıs’a çıkarma ve indirme harekâtı başlamıştı. Başbakan Ecevit konuşuyor, inmekte olan birliklerden başka iç bölgelerdeki birliklerin de “Kıbrıs’a çıkmak için dalga dalga Akdeniz’e” gitmekte olduğunu söylüyordu. Artık evde duramazdım. Gideceğimi söylediğimde, babam gülümseyerek “git” dedi. Elini öptüm ve evden çıktım.
Bakırköy’deki askerlik şubesine vardığımda müthiş bir kalabalık gördüm. Şube’nin önü, benim gibi “teskere iade etmeye” gelenler ve başka gönüllülerle doluydu. Şube başkanı, bizi anlıyor, duygulanıyor ama bu şekilde asker almaya yetkisi olmadığını söylüyordu.
Diğerlerine kıyasla ben şanslıydım. Çünkü birliğim İstanbul’daydı. Hemen minibüs, otobüs ne bulduysam aktarma yapa yapa Metris’e vardım. Ne çare ki, birliğim olan 26. Mekanize Piyade Alayı gitmişti. Nöbetçi askere, kalan en yüksek rütbeli subayı görmek istediğimi söyledim. Mümkün değilmiş. Israr ettim… Meğer asker de dertliymiş, ağlamaya başladı: “Abi ben seni tanıyorum. 2. Tabur’daydın” dedi. Şoförmüş. Alay hareket ettiğinde o da aracıyla yola çıkmış, ama daha Çorlu’ya varmadan aracı arıza yapmış, gerisin geriye Metris’e çekmişler. “Arkadaşlarım gitti, ben kaldım” deyip hüngür hüngür ağlıyordu. Ben de tabi…
Yıkılmış halde eve döndüm.

*    *    *

O hüznümü ancak müteakip günlerdeki zafer haberi sildi.
Otuz sekiz yıl önce bugün, Kıbrıs’a havadan inen-denizden çıkan yaşıtlarımın ve başlarındaki subay-astsubayların kimi şehit, kimi gazi oldu. Neticede onlar, Kıbrıslı kardeşlerimizin hayatını kurtardılar. Onları muzaffer edense, Allah’ın lütfu ve milletimizin maddî-manevî desteğiydi.
Tıpkı o günlerdeki gibi, bu mübarek Ramazan’da da fakirlik, hastalık, işgal ve zulüm altındaki bütün Müslümanların imdadına, maddî bağışlar ve dualarımızla yetişelim.
Bu hatırlatmayla birlikte, bütün okuyucularımın Ramazan’ını tebrik ediyorum.