Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü dördüncü sınıf öğrencisi AYŞE KANDEMİR’in, ERMENİ MESELESİ HAKKINDAKİ DİKKAT ÇEKİCİ YORUMLARI…

Oğuz Çetinoğlu: Asıl mesleği dış ticâret olan Şükrü Server Aya’nın, Ermeni yalanlarının çirkin iç yüzünü deliller ve bütün dünyaya meydan okurcasına mantıkla sorularla ortaya koyduğu BÜYÜK YALAN isimli kitabı hakkında inceleme yazısı yazdınız ve Târih Kritik Dergisi’nde yayımladınız. 

Ermeni meselesine ilginizin nasıl doğup geliştiğini anlatır mısınız?   

Ayşe Kandemir: Bendeniz, asıl ilgi alanı Osmanlı sosyal târihi olan bir târih öğrencisiyim. Öncelikle her ne kadar sosyal târih desek de siyâsî ve soysal olayları bütünüyle birbirinden ayıramayacağımızı belirtmeliyim ki biri olmadan diğerinin olamayacağı aşikârdır. Ermeniler çok milletli bir İslam devleti olan Osmanlı’nın hem siyâsî hem de sosyal hayatında var olmuş, hatta yüksek kademelere kadar çıkabilmiş bir millettir. Yüzlerce yıl süren ortak hayatın savaş döneminde sona ermesini, bağımsızlık düşüncesinin yayılması gibi sebeplerle açıklayabiliyoruz. Fakat ardından yaşandığı iddia ettikleri olayları -sözde Ermeni soykırımını- anlamak ve açıklamak ise oldukça güç. 

Bu noktada aklımda birçok soru işâreti ile baş başa kaldığımı itiraf etmeliyim. Bir dönem ‘Tebaa-i Sâdıka’ olarak anılan Ermenilerin tamamı, isyancı kabul edilerek ortadan kaldırılmak mı istenmişti! Oysa ki Enver Paşa, isyancı Ermenilerin idamından vazgeçmiş ve Ermenilerin savaş dışındaki bölgelere nakil ve iskân edilmesini emretmişti. Bunun üzerine bir etnik temizliğe girişilmiş olması oldukça çelişkili duruyordu. En önemlisi, bu iddialara referans gösterilecek deliller ve kaynaklar neredeydi? Sorular arttıkça konuya merakım da arttı ve okumaya başladım. Çalışma alanlarımız ne olursa olsun, millî meselelerimize kayıtsız kalmamamız gerektiğini düşünüyorum.

Çetinoğlu: Şükrü Server Aya’nın kitabının varlığından nasıl haberdar oldunuz? 

Kandemir: Büyük Yalan kitabıyla tanışmam, Saygıdeğer Hocam Hasip Saygılı’nın yönlendirmesi üzerine oldu. Bahsettiğim sorularıma cevap bulmam konusunda bu kitabın çok faydasını gördüm.

Burada belirtmeliyim ki benim yapmış olduğum, bahsi geçen konuyu araştırarak kitabı okumak ve yalnızca bir inceleme yazısı yazmak oldu. Asıl başarı şüphesiz ki Sayın Şükrü Server Aya’ya aittir. Sorunuz vesilesiyle Şükrü Server Aya Beyefendi’ye ve değerli hocam Hasip Saygılı’ya teşekkürlerimi sunuyorum.

Çetinoğlu: Târih şuuru’ kavramını kullanıyorsunuz. Sizce târih şuuru nedir? 

Kandemir: Târih, geçmişe dayanan bir ilim olsa da asıl maksadı geleceğe hizmet etmektir. Yalanlarla dolu düzmece bir târih, sâdece geçmişimiz değil, bugün ve yarın için de oldukça tehlikelidir. Benim için târih şuuru, bunun bilincinde olmak, târihimize sâhip çıkmak ve gerçeklerden şaşmamak demektir. Zaten Ermeniler ‘soykırım’ propagandası yaparken Türkler geçmişte bu meseleye gerekli önemi vermediğinden, bugün kamuoyunda problem yaşamıyor muyuz? Bugün, târihi yalnızca siyâsetçilere ve senaristlere bırakmamamız ve gerçeklerin peşinden gitmemiz gerektiğine inanıyorum.

Çetinoğlu: Bu girişten sonra, makalenize ve Sayın Aya’nın kitabı hakkında yazdıklarınızı konuşalım. Hakkında makale yazdığınız kitabın alaka çeken yönleri nelerdir?  

Kandemir: Şükrü Server Aya, kendisini -1985’ten bu yana- Ermeni soykırımı iddiaları üzerinde çalışmaya adamış değerli bir araştırmacıdır. Bu alana nasıl yöneldiğini anlatırken hayatı boyunca çok sayıda Ermeni arkadaşının olduğunu ve yaptığı çalışmaların hiçbir milleti, inancı veya kuruluşu hedef almadığını ehemmiyetle belirtmektedir. O’nun asıl gayesi; saptırılmış belgelere dayanan Ermeni soykırımı iddiasını aydınlatmak ve tüm gerçekleriyle halka sunmaktır. 

Çetinoğlu: İddiasını kabul ettirme hususunda başarılı mı?

Kandemir: Son derece başarılı olduğu kanaatindeyim. Ermeni soykırım yalanını resmî belgeler ışığında incelediği ‘Büyük Yalan” adlı eseri, Şükrü Server Aya’nın diğer kitaplarının devamı niteliğindedir ve yalnızca Türkçe değil, Almanca, Fransızca ve İngilizce dillerde de yayınlanmakta olan bir araştırmadır. Şükrü Server Aya, ‘Büyük Yalan’ adlı eserini ‘Rivayetlerle Yaşatılan Ermeni Soykırım İddialarını İnkârı Mümkün Olmayan Resmî Belgelerle, Yasalara Dayalı Bir İnceleme’ olarak tanıtır. Eser bir miktar incelendiğinde dahi bu isimlendirmenin ne kadar yerinde olduğunu görmek mümkündür.

Çünkü kitabın en belirgin özelliği, Ermeni soykırımı iddialarının reddedilmesi ve bu konunun belgelere dayalı olarak ele alınmış olmasıdır. Okuyucuların internet üzerinden ulaşılabilecekleri belge, araştırma ve tezlerin erişim adreslerine kitapta yer verilmiş ve böylece eserde çeşitlilik ve fotoğraflarla da ön plana çıkmıştır. 

Çetinoğlu: Kitabın kapak resmini yorumlar mısınız?

Kandemir: Son derece etkileyici, esprili ve düşündürücü... Kitabın içeriğini, karikatür anlayışı ile yansıtıyor.  Kapak resminin tesadüfen seçilmemiş olduğu muhakkaktır. Resimde görülen uzun bir insan burnunun ucundaki havuç, ona ulaşmaya çalışan insanların uçurumdan aşağıya düşmesine sebep olmaktadır. Yâni bir yalancının elinde gösterdiği hedef, insanları yanıltmaktan ve onlara zarar vermekten başka bir şeye sebebiyet vermemektedir.

Gösterilen hedef Ermeni soykırımı yalanıdır ve bu insanlar da Ermenilerden başkası değildir. Çünkü araştırmacımızın da görüşüne göre; sözde soykırım iddiaları, Ermeni milletinin bizzat kendisine de zarar vermektedir.

Çetinoğlu: Osmanlı yönetiminin ‘Sâdık millet’ dediği Ermenilerin, ‘hâin millet’ hâline dönüşmesinin de yalan ile sağlandığını mutlaka biliyorsunuzdur…  

Kandemir: Evet! Rus Çarlığının en büyük hedefi, sıcak denizlere açılmaktı. Bu hedefe Karadeniz ve Adalar Denizi üzerinden ulaşamayacaklarını anlayınca, Osmanlı topraklarında yaşayanlarla dünyanın dört bir tarafındaki Ermenilere bağımsız bir Ermenistan devleti vaadinde bulundular. Bu yalana kanan Ermeniler, bulundukları yerlerdeki huzurlu ve güvenli hayatı terk ederek, günümüzde ‘Ermenistan’ olarak anılan topraklara geldiler. Çarlık yönetimi devrilip Lenin yönetiminde Komünist Rusya kurulunca, bir müddet de ‘Halklara hürriyet / milletlere bağımsızlık’ yalanı ile avutuldular. Ve sonunda Komünizmin demir pençesi altında perişan oldular. Türkiye Cumhuriyeti ile de dostluk ilişkilerini kuramadılar. 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Sayın Aya’nın kitabına dönüp ileri sürdüğü hakîkatlere baktığımızda dikkatinizi çeken birkaç hususu özetler misiniz? 

Kandemir: Şükrü Server Aya, kitabının birinci bölümünde sunduğu deliller ve alıntılar ile Ermenilerin para aşkını ve ABD Hükümetinin yardım bağışları ile milyonlarla oynadığını inandırıcı bir şekilde ortaya koyuyor.  Yardım ve bağışları alabilmek için düzenlenen kampanyalarda, birçok propaganda afişi ve posterleri kullanılmış ve yazarımız bunların çoğuna eserinde yer vermiştir. Haç üstünde Hilal posterinde; Müslüman’ın palasından damlayan kan, Hıristiyan insanlık haçını kirletmektedir. Aya, ABD nüfusunun beşte birinin bu yardımlara katıldığını ve bu yardımlar ile Ermenilere silah ve cephâne temin edildiğini vurgulamaktadır.

Propagandalar yalnızca yardım kampanyaları afişleri ile sınırlı kalmamış, çarpıtmaları yaymak adına resmî ABD Devlet Posterlerinde, Türk milletinin tamamı katil sıfatıyla itibardan düşürülmeye çalışılmıştır. Bu resimlerden birinde Mustafa Kemal Atatürk, ayağının dibinde, Ermeni olduğu ve Türkler tarafından öldürüldüğü iddia edilen bir kız çocuk cesedi ile poz vermiş olarak gösterilmiştir. Oysa fotoğrafın aslında, ayak dibinde duranlar Latife Hanım’a gönderilecek olan kedi ve köpek yavrularıdır. Büyük Yalan eserinin on ikinci bölümünde karşılaştığımız bu çarpıcı fotoğraf, saptırmaların en belirgin örneklerinden birini teşkil etmektedir.

Öyleyse gerçeklerin saptırılmasının altında bir takım büyük menfaatler aramak yerinde olacaktır.

Büyük Yalan isimli eserde sözü edilen büyük menfaatlerden en önemlisinin para aşkı olduğu anlaşılıyor.

Araştırmacımız, Ermeni soykırımı iddialarının arkasında planlı bir örgütlenme yattığını, kilise ve ruhban sınıfının silah ticareti yaparak bu örgütlenmenin başlıca destekçisi olduklarını belirtir. Ona göre silah ticareti papazlar için çok kârlı bir vatanseverliktir ve papazların, silahları kilisede saklayarak oradan dağıtmaları mümkündür. Aya’nın bu iddiasını destekler nitelikte ortaya koyduğu delillerde; Ermeni halka daha az yemek yiyerek silah almalarını vaaz eden din adamlarının varlığı ve gerek Fransızların, gerekse İngiltere ve ABD’nin Ermenilere yardım ettiği ortaya konmaktadır. Eserin sonraki bölümlerinde ise örgütlenmenin Ermeni okullarında da var olduğu ele alınır. Hiçbir eğitim kurumunda sevgi yerine nefretin öğretilmemesi gerektiğini şiddetle savunan Aya, Ermeni okullarındaki kasıtlı eğitim sistemini tenkit eder. Kitabında sunduğu delillere göre; Ermeni okullarının ders programlarında, soykırımın intikamı ve nefreti çocuklara öğretilmekte, Türk nefreti aşılanmakta ve ‘Aptal Türk’ başlıklı bir şiir sıklıkla okutulmaktaydı. Bu şekilde soykırım iddialarını gelecek kuşaklara aktarmaları mümkün olur iken henüz iddialar ispatlanabilmiş değildi. Dünya ‘barbar Türkler’ sözü ile korkutulmaktaydı fakat delil göstermeleri söz konusu bile olmamıştı. Bu husus, Şükrü Server Aya’nın kitabının ikinci bölümünde ‘1.500.000 Ermeni’nin katline ait delil var mı?’ sorusu üzerinden şu şekilde ele alınmıştır: ‘Bu güne kadar, Türklerin Ermeni’yi katlettiklerine dair milletlerarası komiteler veya tarafsız göz şâhitlerine ait otantik hiçbir belge görebilmiş değiliz. Türklerin bilmem ne kadar sayıda Ermeni’yi keyif için öldürdüklerine dair (…yer-…târih) veya cesetlerin nereye gömüldüğüne ait bir belge veya ‘güvenilir tarafsız göz şahidi’ ifâdesine rastlanmamıştır. Bu konuda Ermeni arşivlerinde belgeler varsa, bunlar masaya konmalıdır.’

Şükrü Server Aya’nın; ‘ne çiğnenebilir ne yutulabilir’ özelliklere sâhip demir leblebi gibi sorularına Ermeniler, sâdece: ‘İspat etmeye ne gerek var. Türkler 1.500.000 Ermeni’yi kesti. Bütün dünya bunu kabul ediyor…’ diyorlar. Oysa ki soykırım kavramının târifi yapılmıştır. 1915 olaylarının, târifi yapılan soykırım hareketiyle örtüşen hiçbir tarafı yoktur.  ‘Büyük Yalan’ isimli kitapta bu husus, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde ispat ediliyor. 

Çetinoğlu: Sayın Aya, 1.500.000 Ermeni’nin katledildiği yalanı hakkında ne diyor?

Kandemir: Şöyle bir hesap yapıyor ve mızrağın çuvala sığdırılamadığını ispat ediyor: 1.500.000 kişiyi, nakil ve iskân uygulamasının devam ettiği 150 günde öldürmek için her gün 10.000 kişiyi öldürmek gerekir. Öldürme silahı nedir? Eğer tüfek kurşunu ise 100 ton kurşun gereklidir. Bu kadar kurşun, üç cephede birden savaşan ve vatanını kurtarmak isteyen, hayatta kalma mücâdelesi veren halkının can ve mal güvenliği için en lüzumlu ihtiyaçtır. Bu kadar önemli olan malzemeyi neden ‘sâdık millet’ dediği Ermenileri öldürmek için kullansın?  

Dahası var… Her gün 10.000 cesedi gömmek için kazma kürekli 6.000 ameleye ve stadyum boyutunda mezarlıklara ihtiyaç vardır. Bu şekilde herhangi bir Ermeni toplu mezarı bulunmuş mudur? Kesinlikle hayır… Bulunan mezarlar Müslümanlara aittir ve tarafsız şâhitlerin huzurunda açılmıştır.

Özetle ‘Büyük Yalan’, bütün dünyaya soykırım olarak sunulan Ermeni meselesinin arkasında, büyük örgütlenmeler ve menfaatler varken henüz kamuoyuna sunulabilmiş resmî belgeler olmadığını ortaya koyan bir eserdir. İçerisinde hem yazılı hem de fotoğraflarla desteklenmiş deliller, farklı kaynaklardan alıntılar, örnek gösterilebilecek belgeler sunar ve yer verilen çeşitli gazete kupürleri ile söz konusu mevzuların dünya basınında nasıl ele alındığını gözler önüne serer. 

Çetinoğlu: Denilebilir ki Türkiye, Ermeni iddiaları karşısında haklı olmanın rahatlığı içerisinde. Belgeler, hesaplamalar, göz şâhitlerinin ifâde ve beyanları… sahte ve tahrif edilmiş belgeler ve fotoğraflar… Her şey Türklerin lehine… Fakat göz ardı edilen bir gerçek var: Türklerin tezlerini savunmak maksadıyla yazdığı kitapların sayısı son derece azdır. Ermeniler ise her yıl binlerce kitap ve broşür yayınlayıp bütün dünyaya dağıtıyorlar. Bilindiği gibi, musluktan damlayan suyun mermeri aşındırması ve delmesi, suyun gücünden kaynaklanan bir netice değildir. Israrlı denilecek şekildeki devamlılığının tabîi sonucudur. Dünya parlamentolarında ‘Soykırım yapılmamıştır diyenleri mahkûm edecek kararlar alınırken, biz Türkler beynini Ermenilere kiraya vermiş ve hatta satmış kendi içimizdeki bizden görünen sözde aydınları, hatâlarından alıkoyacak tedbirleri almayı bile düşünmüyoruz. Hep haklı olduğumuza inanmış olmamızdan dolayı… Bilindiği gibi vahşi batı, hak kavramını haklı olana değil, güçlü olana vermekten yanadır. Hatta güçlü gibi görünmek, güçlü olmaktan daha fazla işe yarıyor. Yaygara koparmak yeterli oluyor. Çığırtkan azınlık, sessiz çoğunluktan daha fazla itibar görüyor. 

Ermenilerin Ruslara yardımlarını engellemek suretiyle başka bir bölgeye nakledilmeleri sırasındaki olayları nasıl yorumluyorsunuz?

Kandemir: Nakil sırasında Ermenilerden ölenler olmuştur. Buradaki ölümleri, yönetimin hatâsı olarak değerlendirmek gerçekçi olmaz diye düşünüyorum. Osmanlı devleti savaş hâlindedir. Ülkede kıtlık vardır. Beslenme imkânları sıfıra yakındır. İlaç yoktur. Nakil vasıtalarının hepsi cephededir. Bu şartlar içerisinde yapılan nakillerde çok sayıda ölümlerin olması gayet tabîidir. Aynı olumsuz şartlardan Müslümanlar da etkilenmişlerdir. Müslümanlarda da çok sayıda can kaybı vardır. 

Meselenin başka bir yönünü de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bilinmektedir ki Ermeniler, Osmanlı’nın aslî unsuru olan Türklere nazaran mal-mülk ve para bakımından çok iyi durumdadırlar. Onların malına parasına hatta altın dişine tamah eden Kürtler çok sayıdaki Ermeni’yi katletmişlerdir. Nakledilen kafilenin koruması için cepheden az sayıda asker çekilerek vazifelendirilebilmiştir. 

Güvenlik tedbirlerinin yetersiz oluşu sebebiyle Osmanlı yönetimini suçlamak doğru değildir. Yönetim, savaş şartları içerisinde yapılabilecek her şeyi yapmıştır. Fazlasına ihtiyaç var idiyse de olumsuz şartlar ancak bu kadarına imkân vermiştir. 

Bir de şu husus var: Dünyanın neresinde olursa olsun, savaş sırasında düşmanla işbirliği yapan hainlere verilecek ceza mutlaka idamdır. Osmanlının merhameti öylesine yüksektir ki, düşmanla iş birliği yapmış, hainliği ayan beyan bilinen Ermenilerin, devlet eliyle burnu bile kanatılmamıştır.  

Osmanlı Devleti, kurulduğu târihten itibâren nakil ve iskân işlemlerini sıkça uygulamıştır. Bu bir devlet politikasıdır. Devlete isyan eden aşiretler, çevre ile uyum sağlamayan, huzursuzluk çıkaran aileler başka bölgelere nakil ve iskân edilmiş, kendilerine geçimlerini sağlayacak miktarda toprak verilmiştir. Bunun dışında, fethedilen bölgelerdeki insanlara, Türklük ve Müslümanlığı sevdirecek, bölgedeki yeni vatandaşların Osmanlı yönetimine ısındırılmasını sağlayacak yardımsever, çalışkan ve teşkilatçı insanlar gönderilmiş ve kendilerine arazi tahsis edilmiştir. Bu sistem Osmanlı’nın bir yönetim politikasıdır. 1915 yılında yapılan nakil ve iskân da Osmanlı’nın târih boyunca uygulayageldiği klasik bir işlemdir. ‘Soykırım’ niyeti kesinlikle söz konusu değildir. Aksi iddiada bulunanların, iddialarını ispat etmeleri de söz konusu olamaz.   

Bu nakil ve iskân işleminin altında bir soykırım planının olup olmadığı tartışmaları günümüzde gerek târihçiler gerekse hukukçular tarafından hâlâ devam etmektedir. Tartışmaları netleştirmenin en sağlıklı yolu ise târihî geçmişi ve belgeleri incelemek olacaktır. O zaman târih bize gösterecektir ki Osmanlı Devleti’nin Ermenileri imha etmeye yönelik bir hükümet politikası yoktur ve Ermenilere yönelik ırkî bir nefretin izlerini bulmak da mümkün değildir. Zira Ermeniler, 1910’lardaki Balkan savaşlarına kadar Osmanlı bürokrasisinde istihdam edilmiştir. Gerek Türkler gerekse Ermeniler tarafındaki can kayıpları şüphesiz bir insanlık trajedisidir. Fakat bunun bir soykırım olduğunu söylemek büyük bir yanılgıdır. Çünkü soykırım yapmak için organize bir planın varlığı gerekir. 

Şükrü Server Aya, geniş kapsamlı çalışmasının sonucunda, soykırım iddiasında bulunanlardan açıklama talep etmiş ve bu kişilere, hesaplamaların nasıl yapıldığı sorusunu yöneltmiştir. Fakat iddia sâhiplerinin bu yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği anlaşılmıştır. Çünkü iddiaların varsayımlardan öteye götürülemediği, eser incelememiz sonucunda tarafımızdan düşünülmektedir.

Büyük Yalan’da gözlemlediğimiz üzere; Osmanlıların Ermeni iddialarının tarafsız olarak araştırılması için gayretleri olmuşsa da bu nafile gayretler gerçekleştirilememiştir. Dolayısıyla bu tarafsız araştırmaları yapmak, araştırma gayreti içinde bulunmak, okumak ve sorgulamak bizlere vazife olarak intikal etmiştir. Şükrü Server Aya, Ermeni meselesinin iç yüzünü ortaya koymak adına değerli çalışmalar yapmış bir araştırmacıdır ve eserinin içeriği bahsettiğimiz görevi yerine getirir niteliktedir.

Çetinoğlu: Sizce eserin tenkit edilebilecek noksanları var mıdır?

Kandemir: Vardır. Fakat bunları ‘kusur’ olarak isimlendirmek haksızlık olur. Eserin eleştirilebilecek tek yanı şekil özellikleri olabilir. İçerisinde kaynakça ve dizin barındırması araştırmacıların işini kolaylaştırıyor olsa da eserin şekille ilgili özellikleri ve gösterilen delillerin yer yer açıklamalardan fazla olması onu, herkes tarafından kolay okunabilecek bir eser olmaktan uzaklaştırmaktadır. Ayrıca bir başka örneği bulunmayan bu eşsiz çalışmanın daha kolay ulaşılabilir olması adına, tekrar basımının gerçekleştirilmesi ve bütün kitapçılarda satılması gerekmektedir. Her şeye rağmen incelediğimiz bu kitabın yalnızca Türkler tarafından değil, târih bilincine sâhip olan bütün dünya vatandaşları tarafından objektif bakış açısı ile okunması ve okutulması tarafımızca tavsiye olunur. Ancak bu şekilde, ecdadımızdan bize intikal eden millî bir vazifeyi yapmış olmanın vicdanî rahatlığını hissetmek mümkündür.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Ayşe Hanım. 

AYŞE KANDEMİR

Aslen Yozgatlıdır. 1996 yılında İstanbul’da doğdu. 

Lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Târih Bölümü dördüncü sınıf öğrencisidir.