Önceki gün Bağdat'ta, KYB'nin parti merkezine bomba yüklü bir araçla saldırı düzenlendi ve ilk belirlemelere göre 25 bölücü Kuzey Iraklı öldü.  

Önünde sonunda Irak halkının, işgalci güçlere karşı verdiği savunma harekâtının, yerli işbirlikçilere de döneceği zaten bekleniyordu. Iraklılar, nesiller boyu emperyalizme uşaklık eden, ülkelerini kana bulayan o azgın eşkiyaya karşı zaten güdüyordu. İşgal, işkence, tecavüzler ise bu kini tamamen kan ve namus davası haline getirmiştir.  

Namus kavramını günümüz batı dünyasının anlaması zordur. Ama tecavüz haberleri karşısında onlar bile lafla da olsa tepki gösterirken, "savaşlarda böyle şeyler olur" diyen Talabanî, şahsı için olmasa bile bölge insanı için "namus" kavramının anlamını biliyor olmalıdır. O açıklaması diğer yaptıklarıyla birlikte, bütün yandaşlarına ve kendisine fazlasıyla ödettirilecektir. Devletler yapmasa bile, Irak halkı yapacaktır bu tahsilatı.  

Bugün Irak halkı sadece kendi vatanını değil, başta biz olmak üzere bölge devletlerini de savunmaktadır. Neden mi? Bizim bölücülüremizin elebaşıları da "Kuzey Irak Kürtleriyle bütünleşin" diye talimat vermişlerdir. Tam da bizim hainlerimizin saldırılarını tekrar başlatacaklarını söyledikleri 1 Haziran'da, Iraklılardan o darbeyi yemiş oldular.  

İdam cezasının kaldırılması çalışmaları yapılırken bu sütunlarımızda yazıp durduk: "Yapmayın-etmeyin, hiç olmazsa mahkemelerin vermiş olduğu cezayı, şu haydut katiller çetesinin elebaşısı için olsun, infaz edin" dedik. Dinletemedik. Yöneticilerimizin bir bidiği mi vardı? Evet, AB'ye gireceklerdi.  

Bizimkiler, Nizam-ı Cedid'den beri kendilerini batılılara "Avrupalı" diye tescil ettirmeye çalışıyorlar. Aşağılandılar, hakaretlere maruz kaldılar, istismar edildiler uslanmadılar. Onlar da her defasında Avrupalılaşma namına dönüp bu aziz milleti aşağıladılar, dilini, dinini, giyim-kuşamını, yiyip-içtiğini hor gördüler.  

Şimdi sormak lazım: 35.000 insanımızın katili karşısında; bu millet mi, onun mahkemeleri mi, yoksa yöneticileri mi acze düşmüştür?  

Tanzimat, sistemimizi batıya uydurma ve onların tasvibine sunmamızın başlangıcı oldu. O zamandan şimdiye kadar, biz onların "kriterlerini" yasalaştırıyoruz onlarsa kanunlarımızı değil ama uygulamalarımızı beğenmiyorlar. O fermanımızı da beğenmiş lâkin uygulamaları yetersiz bulmuşlardı. Ne cevap vermişti Reşit Paşa: "Evet, henüz ülkeyi iyi yönetemiyoruz ama, hiç olmazsa daha kötü yönetilmesinin önüne geçiyoruz. Avrupa'dan bana güvenmesini istiyorum."  

Günümüz Avrupa'sı ile Türkiye'si arasında da görüşmeler aynı çerçevede değil mi?  

Öyleyse gelin, o zamanki tutumumuzun değerlendirmesini yine bir Avrupalıdan, Avusturya-Macaristan Şansölyesi Prens Metternich'ten alalım:  

"Osmanlı İmparatorluğu çöken bir bedendir. Düşüşünün nedenleri arasından birisi de, gizlememek gerekir ki; ilk temelini Sultan Selim'in koyduğu, tam bir cahillik ve dev bir hayalden başka bir dayanak sunmayan son Sultan'ın sonuna kadar sürdürdüğü, Avrupa kopyası reformlar yapma hevesidir.  

"Biz Babıâli'ye şunları öğütlüyoruz: Zamana ayak uydurun ve getirdiği ihtiyaçları görmeye bakın, yönetim mekanizmasını düzene sokun, yeniden kurun fakat sakın yıkıp yerine size uymayan şekiller vermeye kalkışmayın. Yönetim sisteminizin düzeltilmesini durduracak değiliz, fakat bu düzeltmenin prototipini Türk İmparatorluğu'nun şartlarıyla hiçbir ortak yöne sahip olmayan modellerde aramayın. Doğulu görenekleriyle ters düşen ülkelerin yasalarını taklide yönelmeyin. Zira ithal malı reformlar, yaratıcı ve örgütleyici güçten yoksun oldukları için, Müslüman ülkeleri üzerinde ancak eritici etki yapar." (*)  

O eritici etkiler, sonunda İmparatorluğumuzu parçaladı ve yok etti. Rus, Fransız, İngiliz, Alman yandaşlıkları arasında zikzaklarla geçen dış politikamız hiçbirinden umduğunu bulamadı.  

Eğer Atatürk gibi bir lider çıkıp ta milletlme bütünleşmeseydi. Bugün bu coğrafyada adımız anılmayacaktı. Onun vefatından sonra batılı kafalı aydınlarımızı (?), inkılaplarını sulandırmayı da becerdiler. Şimdi yukarıda saydığımız devletlere ilave olarak sürekli zararını görmemize rağmen ABD yandaşlığı da tartışılan bir alternatif oldu.  

Yani kim bizi bölmeye çalışıyorsa, ona yandaş oluyoruz.  

Zaman ve şartlar değişti demeyin. Tarih tekerrür ediyor.  

* KAYNAK:  

Atillâ İlhan, Batı'nın Deli Gömleği-İş Bankası Yayınları-2002-s. 442