Merhaba Yusuf Bey, Eskişehir’de İç Mimarlık okurken İstanbul’a gelip Marmara Üniversitesi’nde resim okumaya başlamışsınız. İçinizdeki resim tutkusuyla okurken mi tanıştınız yoksa hep sizinle geldi mi?

Merhaba, evet iç mimarlık serüvenim başlamadan bitti diyebiliriz. Resimle alakalı süreç tercihlerimi aslında yol da karar verdim diyebiliriz. Küçük yaşlarımdan itibaren kendimi iyi hissetmediğim hiçbir yer de olmadım, olamadım. Resim bana yüzeyde kendimi bulmamı ve seçtiğim ölçülerin içerisinde ölçüsüzce hareket edip serbest bir özgürlük alanı tanıdı ve bu benim karakterimle çok uyumluydu. Bu kariyer inşaa sürecimin başlangıcıydı ama kendimi bildim bileli görsel taraf hep ağır bastı, iç güdüsel bir durumda söz konusu tabii.

Resim kelimeleri olmayan bir şiirdir demiş Horace, sizin içinizdeki bu sözsüz şiir neyi anlatıyor?

Bu söylem ve düşünce doğru geliyor bana, ki zaten pitoresk şiir anlayışı da belli bir dönem bu düşüncenin denemelerinin bir sonucudur. Bendeki karşılığa gelecek olursak, şair ve ressamın aynı kandilden yanan ışığın farklı renklerle objeleri aydınlatma şekli gibi görüyorum. Hissetme biçimlerinde dönemsel olarak his merkezimiz değişkenlik gösteriyor ve bu süreç bir anlatım şekline dönüşüyor. Bu süreç sonlarında çıkan görsel de aslında benim gibi üreten insanların kendi hikayelerindeki görme ve hissetme biçimlerinin görsele dönüşmüş halleri oluyor. Ama asıl amaç öz e ulaşmanın çabası diyebiliriz. Başlangıcı ise merak etmekle başlıyor. Çok yönlü bir arayış hikayesi diye adlandırabiliriz bende ki karşılığını. ‘Ne arıyorum’ sorusundan ziyade, yola çıkarken aradığının ne olduğunu tanımlayıp, soruları aradığına değil aradığın sürece sorman sanırım beni aradığıma çıkartıyor

Okul bittikten sonra ilk hedefiniz ne oldu?

Maalesef bulunduğumuz coğrafya da acı bir gerçek var ki, mezun olunduktan sonra eğitimini aldığı alanın iş olarak yapılamadığı 1. Sıradaki alan resim alanı. Mezuniyet itibari ile ciddi bir maddi sorunla karşı karşıya kalıyorsunuz ve maalesef hayatta kalabilmeniz için alanınızdan uzaklaşmak zorunda kalıyorsunuz. Benim ilk hedefim plastik ve görsel sanatlar alanından uzaklaşmadan para kazanabileceğim ve daha fazla resim yapabileceğim veya yapacağım resimleri finanse edebilecek bir iş sahibi olmaktı. Tabii bunu destekleyen ise sadece kendinize ait resimlerin sergilendiği bir kişisel sergi açabilme motivasyonuydu.

Türkiye’de resim eğitiminizi gördünüz, bugün kariyerinizde herkesin tanıdığı bir ressam oldunuz. Sizce Türkiye’de resim adına verilen eğitim bir sanatçı için yeterli mi?

Sanatçı olabilmek çok uzun bir süreç ki bence çok ağır bir kelime bu. Akademiler şuan resim yapabilmenin tekniksel farklılıklarını çözümleme ve daha çok zanaat tarafının yeterliliğini tamamlama kurumları. Sanat yolculuğumuzun tanıtım ve geliştirme merkezi diyebiliriz. Ama süreçler çok uzun ve akademi kendi içinde öğrencilerin sanatçılarla veya galerilerle birebir etkileşimini sağlamadığı için mezuniyet dönemine gelindiğinde öğrencilerin çok yetersiz olduğunu görüyoruz. Daha donanımlı ve bilinçli üretim sağlanabilmesi için önceki dönemlerde olduğu gibi öğrencilerin direkt sanatçılar ve galerilerle birebir temas halinde olması gerektiği, öğrencinin sorgulama ve uygulama biçimine göre akademideki eğitim ile birlikte usta çırak ilişkisi anlayışında bir süreç geçirmesi taraftarıyım. Yoksa sonuç sadece dijital ortamda görülenin ve onların kopya edilmesinin dışında çıkamıyor. Bu da bir ilerleyişi tetiklemeden çok fazla kaybolan yeteneğe mal oluyor.

Sanat herkesin göreceli baktığı bir alandır. Oyunculuk yazarlık, dans, herkes yaptığı işin mesleğine sahip olamıyor. Her oyuncuya oyuncu, her yazara senarist, her dans edene dansçı diyemiyoruz. Bu yolda bir sanatçının kendine ressam diyebilmesi için nasıl bir yolculuktan geçmesi gerekir?

Ressamın ilk aşaması gözünün gördüğü her şeye belli oranlarla gerçeklikten kopmayarak etüt edebilmesi ile başladığını düşünüyorum. Yani ilk aşama resim yapabiliyor olması. Sonraki süreçte hisleri-duyguları-tecrübeleri devreye giriyor. Bu meseleler devreye girince izlediğiniz yüzeyde zaten ressamın sanatı arama serüvenine şahitlik ediyoruz. Ressamın gayesi zaten salt sanatı arama biçimi olduğu zamanda bu her halükarda hissedilip anlaşılıyor. Tabi bunları anlayabilmek için de izleyicinin bir birikime, ön yargısız izleme isteğine ve hissetme konusunda kendini bu süreçlere bırakmış olması gerekiyor.

Kendinizi bir pop art sanatçı olarak tanımlayabilir misiniz?

Asla, pop derinliklerin akımı değildir bana göre yüzeyselleşmenin akımıdır. Belli bir sistem dahilinde ilerlemeyi ve kabul görmüş objeler üzerinden gündemde kalmayı tercih eder. Ben daha çok süreç ressamıyım ve anlattıklarım devamlılığı olan bir hikayeye dayanır. Sorgulama biçimi derin karamsar yeri geldiğinde yüzleşmekten kaçınan konuları ele alır. Umudu merkezinde barındırır ve ışığı takip eder. Paletimin renkleri pop gibi canlı ve yeri geldiğinde rahatsız edecek kadar keskin olması pop un söyleminden değil anlattığım konularla kurgudaki söylemimle alakalı. İlk kişisel sergimdeki ‘milattan önce popart’ söylemim bu anlattıklarımın ironik bir göndermesiydi zaten.

En çok konuşulan sergilerinizden biri olan “Ben Tek, hepiniz” sanat adına bir hodri meydan mıydı?

2016 da açtığım 3. kişisel sergimdi. Karakterimi ve kimliğimi sorguladığım ve yüzleşme süreçlerini yaşadığım bir sergiydi. Ben tek hepiniz bir sokak terimidir ve genelde futbol oynayan çocukların kendi aralarındaki üstünlük kurma sözcüğüdür. Büyüdükçe de içimiz de bize öğretilen çok fazla kavram olduğunu fark ediyoruz. Fakat o kavramların hangisi salt sorgulama süreçlerinin sonucu ve kendi hislerimiz, fikirlerimiz ve doğrularımız onları ne kadar fark ediyoruz. İnandıklarımız kendi inandıklarımız mı onu bile sorgulamadan sadece inanıyoruz. Gelişi güzel bir kabul süreci içinde yaşayıp önümüze ne konuluyorsa ona itaat etme serüveni bir bakıma. İşte bu sergi, kimseye karşı bir hodri meydan değildi, öğrendiğim saygı duyduğum inandığım ve bana ait olmayan her şeyi en başından sorgulayıp öğrenip yeniden bir inşaa süreciydi aslında. Meydan okuduğum şey içimde bana ait olmayan her şeye karşıydı aslında.

İşlediğiniz en çok hangi temalar sizi anlatıyor?

Hepsi.

İlk kişisel serginizi açtığınızda “Başardım” hissini yaşadınız mı?

Sergi kurulumu yapılıp izleyici gelmeden galerinin bir köşesine çekilip sergiyi izlemiştim. Başardım hissimiydi tam bilmiyorum ama süreçte yaşadığım zorlukları düşünüp karşımdaki resimlere baktığım zaman rahatlama ve huzur hissetmiştim. Her sergimde bu ritüeli mutlaka yaparım.

Bu sanat yolculuğu Yusuf olarak kendi hayatınızı nasıl geliştirdi? Ressam olmasaydım nasıl bir Yusuf olurdum diye düşündünüz mü?

Kendimi üretmek dışında hiç bir alanda hayal edemiyorum maalesef. Sanırım etmek de istemiyorum. Bu bahşedilmiş bir lütuf gibi geliyor bana. Sancılı zorluklarla dolu, beyninizde sayısız konuşanla birlikte yola devam etmek zor olsa da, her gün ‘ben bilinmezdim bilinmek istedim’ bilgiye ve öğrenmeye muhabbet duyarak ilerlemek güç veriyor.

Klasik tablolardaki karakterlerle oynuyor, onlara farklı evren yaratmayı seviyorsunuz. “Dürer şuan yaşasaydı nasıl resim yapardı? Vermeer’in İnci Küpeli Kızı şuan yapılsa nasıl olurdu?” Bu sorularla yola çıktığınızı yazmışsınız bir röportajınızda. Bu kişisel bir merak mı?

Bu tür çalışma disiplini kişisel merakla doğru orantılı. Ben zamanı doğrusal bir düzlemde incelemeyi seviyorum. Vermeer in yaşam sorguları ile güncel sanatçıların sorgularının farklı olduğunu düşünmüyorum. Modern dünyanın kapital sorumlulukları dışında. Fakat anlatmaya çalıştığım ‘ben olsam’ terimi bir köprü sorusudur aslında, geçmiş-şimdi ve gelecek arasında. Bu iç güdüsel bir durum sanırım bazı sorularımın cevaplarını bu sistemde kurmadan içinden çıkamıyorum, çıkabildiğini düşündüğüm kişilere danışmak gibi geliyor bana.

Hayalini kurup, yapmak için elinize fırça almadığınız bir karakter var mı?

Otoportre çalışmıyorum genelde. Şu zamana kadar 3 kere otoportre mi yaptım. Çizmek için hayalini kuruyorum ama hayalini kurduğum şeyin henüz hazır olmadığını düşünerek çoğu zaman vazgeçiyorum.

Son olarak 2022’de Mekanlar tercihlerin gölgesidir Merkür serginizde hangi temayı, nasıl bir duyguyla ele aldınız?

O sergi aslında kurguladığım 3 serginin 2. sergisi. 1. si ‘mekanın ruhu’ sergisiydi. Figür kompozisyonlarımın daha az görüldüğü fakat insan ruhunun mekan olarak ele alınıp incelenmesinin bir süreci. Sonuçta bizim baktığımız her figürün görmek istediğimiz tarafında tinsel boyutlarında bir mekan söz konusu. Ortak hikayelerden ve kimyasal olarak yaratılış çözümlemelerinin mekana yansımış konularını inceliyor. Bu serinin üretimi hala devam ediyor ve çok önemsiyorum. Çünkü insanoğlu bakmaktan vazgeçip görmeyi seçtiği zaman gölgeleşmekten kurtuluyor.

Şuan yeni bir sergi hazırlığınız var mı?

Evet, 2025 in ekim ayı için planladığımız ‘Gölgeler Anlamsızdır Aslını Görmedikçe’ başlığında kurguladığım 3 serginin final sergisini açacağız. Odak disiplinim şuan bu sergi süreci ve sonucu için ama sergiye kadar da seri den bağımsız olmayan bazı resimleri fuarlarda veya toplu sergilerde göstereceğim. Bir ön gösterim gibi.

Sanatı bir araç olarak kullanarak halka anlatmak istediğiniz bir derdiniz var mı?

Sanat bence araç olmaktan çıkıp amaç haline dönüşmeye başladığı zaman, izleyiciye anlatma derdi ortadan kalkacak. işte o zaman izleyici de üretemeyen birer sanatçıya dönüşeceğinden benim derdimle dertlenen teklik meydana gelecek. Dertlendiğim konu sanırım bu. Ama anlatmaya çalışmaktansa yaşayarak hissederek ilk önce bana yol gösteren resimler yapmayı tercih ediyorum.