Pek Muhterem Nail Özkan: Sevgili yeğenim, hep medh-u senâ’nı değil, ara sıra da tenkid, tashîh ve tavsiyelerini de beklerim. Teşekkür eder, başarılarınızın devamını diler gözlerinizden öperim.
Pek Muhterem Gökmen Çimendağ ve Hüseyin Başol Kardeşlerim:
Övgülerinize, iltifatınıza müteşekkirim. Yazıların kitap haline getirilmesine can-u gönülden katılıyorum. 2001 yılından beridir, bilâfasıla bu gazetede en az haftada iki gün olmak üzere yazıyorum. Binlerce yazıya ulaşmış bulunuyor. Bu yazılar arasında, memleketimizde, Papalığın bir misyonu olarak vazife yapan, Hıristiyan’lardan ziyâde Hıristiyanlık misyonerliği yapanlara karşı verilen cevaplar, 1970’li yıllardan i’tibâren, “Ellâ Mezhebiyye” (Mezhepsizlik Mezhebi) diyebileceğimiz bir mezhebin mensuplarına cevaplar, en mannid İslâm muârızlarının bile, Yüce İslâm Dini’ne revâ görmedikleri tarzda İslâm düşmanlığı yapan kimselere verilen cevaplar, Fırak-ı Dâlle’nin bütün yelpâzelerinde dolaşan kimi ehl-i bid’at ve dalâlet mensuplarına verilen cevaplar...
Bırakınız, tasavvuf ve tarîkatı, Şer’i Şerif vâdisinde bile sorunlu ba’zı zevâtın kendilerinin veya onlara gönül verenlerin, şeyh’lik, müceddid’lik izâfe ettikleri kimi müteşeyyihlere (aslâ şeyh olmadıkları halde kendilerini şeyh sanan veya şeyh olarak ortaya çıkanlara – Merhûm cennetmekan Kemal Bey Ağabeyimizin ta’biriyle “Olaçıkagelen’ler”-) verilen cevaplar...
Bunlara verilen cevaplar, şerî’at imbiğinden geçirilmiş, ehl-i Sünnet süzgecinden geçirilmiş ve ehl-i Sünnet penceresinden bakılarak, uzun bir emekle ortaya çıkarılmış cevaplardır.
Her birisi kitap mikyasında yazılar desem, marazî bir ruh halinin te’siriyle girişi, gelişimi, oluşumu olmayan, bizlerin daha önceleri, mantıkî bir görüş olarak, suğrâ, kübrâ ve netice dediğimiz, mantıktan mahrum cerbeze eseri bir yığın yazıya “Risâle” diyenin durumuna düşeriz...
Takdir buyurursunuz ki, bu köşe’de sarih adresimi, telefon numaralarımı vermem doğru olmaz. Ancak, sizlerce herhangi bir mahzuru yoksa yorum sütunlarında veya gazete adresine telefonlarınızı bildirmeniz halinde sizlerle görüşmekten şeref duyacağımı bilmenizi isterim...
Pek Muhterem Hasan Güneş Beyefendi!
Gerek kısa yorumunuzdaki ve gerekse uzunca mektubunuzdaki bütün görüşlerinize, tavsiye ve temennilerinize aynen katılıyorum. Elbette, günümüzün en müessir tebliğ vasıtaları, yazılı, sözlü ve görüntülü matbuattır. Bu gerçeği, Asr’ımızın Müceddidi, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri, irşâd ve tecdid vazifesini deruhte etmeye başladığı yıllardan i’tibâren bizlere göstermiştir. Devrin mütegallibe iktidarının yalakası sahibinin sesi, küfrün nâşiri matbuat’a karşı cılız da olsa mücadele eden gazete ve dergileri, Merhûm Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in haftalık-günlük Büyükdoğu Gazetesi’ni, Sinan Umur Bey’in 15 günde bir çıkan Hüradam’ını, Büyüğümüz Abdullah Işıklar Bey’in Fetih Gazetesini, yine 1950’li yıllarda nisbeten millî ve ma’nevî değerlere sâhip çıkan gazete ve dergileri maddî-ma’nevî desteklemişti.
Yüce İslâm Dini’ne, Muazzez Peygamberimize vâki bir saldırı karşısında son derece me’yûs bir halde “Ah! Bizim de bir gazetemiz olsaydı da bunlara lâyık oldukları cevapları verseydik,” buyururdular.
1969 yılına gelindiğinde, kurs’larımızda okutulan ders kitapları ve yardımcı eserleri basmak, gazete, dergi, takvim neşretmek üzere, FAZİLET NEŞRİYAT ve TİCARET ANONİM ŞİRKETİ’ni kurduk. 1970 yılının, Türk tarihinde zaferlerle dolu Ağustos ayında, haftalık UFUK Gazetesi’ni çıkardık. Ufuk Dergimiz, çok kısa bir zaman zarfında kendisinden önceki bütün rekorları alt-üst eden rekorlara ulaştı, yurt dışında en çok abone’ye sahip dergi, muhtelif Avrupa ülkelerinde 10 bin adet abone’ye ulaşmıştı. Memleket dahilinde 40 bin adet abone ve 50.000 tirajı ile en çok aboneye sahip, en yüksek tirajlı haftalık siyâsi gazete olma unvanını elde etmişti.
1971 yılının sonlarında, günlük Bâbıâlîde Sabah Gazetesini de bünyemize katmıştık. Bâbıâlîde Sabah Gazetesi, 1970’li yıllarda Milliyetçi-Muhafazakâr cenahın en büyük, en müessir gazetesiydi. Entegre te’sisleri sâyesinde başkalarına muhtaç olmadan kağıt, matbaamıza bobin olarak girer, paketlenmiş gazete olarak çıkardı. Ayrıca matbaa tesislerimizde, 20’ye yakın günlük-haftalık gazeteyi dizip-basabiliyorduk. Yüksek tirajlı duvar takvimleri, yüksek tirajlı ansiklopedi ve kitapları da rahatlıkla basabiliyorduk.
Gazetelerimiz, başka hiçbir gazete ve dergiye nasip olmayan bir ayrıcalığa daha sahipti. Gazetelerimizin önemli iller’de ve büyük ilçelerimizde ilân-reklâm ve satış büroları bulunuyordu. Ayrıca yurdumuzun bütün il, ilçe ve kasabalarında muhâbiri bulunan, zamanında Türkiye’nin en büyük istihbarat ağına sahip gazetesiydi.
Bizim matbuat sahnesinden ayrılmamızdan sonra, hassâsiyetlerimiz aynı olan bir başka grup bu altyapı üstüne Türkiye’nin en büyük ve en müessir haber ajansını kurdu.
12 Mart 1971 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Türk Siyâsî hayatı belki de tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu. İttihad ve Terakkî bakiyesi, Tek Parti Mütegallibe mensupları, 1950-60 arası ve 1965-71 arası dönemlerin intikamını almak istercesine İslâm’a ve Müslümanlara gizli ve âşikâr saldırıyorlardı.
Bilindiği gibi, Cumhuriyet İdaresi’nin kurulduğu günden beridir, iki büyük fobisi vardır; Tefrika (bölücülük), İrticâ (gericilik)...
Akl-ı Evvel birisi, “Bölücülüğün en büyük sebebi, mezheplerdir. Asr-ı Saâdette mezhepler de yoktu, bölücülük de... Türkiye’de bölücülüğün önlenmesi için mezheplerin yasaklanması uygun olur,” tarzında bir rapor hazırlanmış, bu rapor, devrin Millî Güvenlik Kurulu’nda görüşülmüş, karara bağlanmış...
Alınan kararda, “Öncelikle, Müslümanlara, herhangi bir mezhebi taklid etmenin şart olmadığı, hiçbir mezhebe bağlı olmasanız da yine Müslüman kalacakları, kesif bir şekilde anlatılmalı, bu istikâmette kitaplar yazılmalı-yazdırılmalı, zaman içinde eskiden yazılmış, hakk mezhepleri terviç eden kitaplar, yavaş-yavaş ortadan kaldırılmalı,” denildikten sonra, bu hususta Diyânet İşleri Başkanlığına görev verilmesi hususu da kararlaştırılmış...
İlk etap’ta, Diyânet İşleri Başkanlığı, mezheplere ihtiyaç olmadığı, herhangi bir Müslümanın mezhep taklid etmeden de Müslüman olabileceği hususunda kitaplar neşredecek, ikinci etap’ta, Diyânet İşleri mensupları, müftüler, vâiz’ler, imam-hatip ve müezzinler, Kur’ân kursu muallimleri eğitime alınıp eğitilecekler, daha sonraki etap’larda da va’az ve hutbeler’de, “Mezhepsizlik” “Ellâ Mezhebiyye” telkîn edilecekti.
Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesindeki, İmam-Hatip ve Yüksek İslâm Enstitüsü me’zunu vazifeliler, zâten okullarında “Ellâ Mezhebiyye” bir eğitimli yetiştirildikleri için, Diyânet’ten gelecek telkinlere müheyâ idiler.
Bu durumda tehlike cidden büyüktü.
Bu tehlike karşısında hiçbir cenah’tan herhangi bir ses yükselmiyordu. Bu sessizlikten cesâret alan Diyânet İşleri Başkanlığı, Millî Güvenlik Kurulu’nun kendilerine verdiği plânı bir bir uygulamaya başlamıştı. İlk olarak, Mısırlı gazeteci, reformist ve mason M.Reşid Rıza’nın, Hakk Mezhepler aleyhine, mezhepsizliği terviç eden bir eserini, “İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri” adıyla, İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü muallimlerinden, Hayrettin Karaman’a sadeleştirilmiş ve günümüz Türkçesine adapte ettirilmiş bir vaziyette yayınlamış, bilâ bedel dağıtmıştır. Elbette devamı gelecekti...
Bunun üzerine gerek Bâbıâlide Sabah ve gerek Haftalık Ufuk Gazetemizde salvo bir atışa başladık...
Öncelikle, hayatta olan Osmanlı Medreselerinde en yüksek mertebeye ulaşmış, dersiâm’larla konuştuk, görüşlerini aksettirdik.
Başta, devrin İstanbul Müftüsü Merhûm Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı olmak üzere bütün illerin müftüleriyle görüştük, görüşlerini aksettirdik. Mezhep-meşrep farkı gözetmeksizin söyleyecek bir şeyleri olan herkese sütunlarımızı açtık, diledikleri gibi yazdılar, diledikleri gibi konuştular. Devlet ve onun bir parçası olarak Diyânet İşleri Başkanlığı geri adım atmak zorunda kaldılar, “Ellâ Mezhebiyye” bir daha ortaya çıkarılmamak üzere tarihin derinliklerine gömüldü gitti.
Günümüzün en büyük fitneleri, “Dinlerarası Diyalog” ve “Şîa” fitneleridir. Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistervî Efendi Hazretleri, “Ey İslâm Toplumu! Biz, (Ben ve Evladım) hayatta olduğumuz müddetçe Ashab-ı Resûlü’llâh’a iftira olunacağını ve yalanlanacağını mı zannediyorsunuz,” buyurmuştu.
Günümüzde Ehl-i Beyt kisvesi altında, Ashab-ı Resûl’e iftiralarda bulunulduğu ortadadır. Fırak-ı Dâlle’nin görüşlerini aksettiren onlarca gazete ve dergi, onlarca televizyon kanalı ve radyolar mevcuttur.
Günümüzde, mes’eleleri Ehl-i Sünnet penceresinden aksettirecek ve Fırak-ı Dâlle’yi susturacak gazete ve dergilerle, televizyon kanalları ve radyolara her zamankinden daha çok ihtiyaç ve zarûret vardır.
Sizler gibi birinci dereceden mes’eleler de herhalde düşüneceklerdir...