BİNBİR SURATLI DESSÂS!


Suratını binbir maske ile maskeleme gayreti içerisinde olmasına rağmen, sîretinden, satırlara bile akseden ufûnet’den kendisini ele veriyor. Yorumlara katkıda bulunan ba’zı kardeşlerim, bu müfsid, mülhîd ve fettân kişi için “Bukalemun” sıfatını uygun görmüşler. Gerçekten de bulunduğu yerin, içinde bulunduğu ortamın rengini alan, bukalemun gibi sıfatı bu kişiye yapışıp kalmıştır.  
- Müdafaasını üzerine aldığın câmia ve isminden bahsettiğin şahıs hakkında hiçbir zaman ve hiçbir yerde iftira etmedim. Yazdıklarım, ilgili bütün tarafların bildikleri şeylerdir. Zamanın nezâketi, ortamın nezâketi gereği bugün susuluyorsa, ilelebet susulacağı ma’nasına gelmez. 
Birisi, günün birinde çıkar, ABD’deki en etkili (mü’essir) Yahûdî Lobi Kuruluşu, A.D.L.’nin tavassutu ve gayretiyle Vatikan’da, Papa ile görüşür, şifâhî olarak derin hürmet ve ta’zimlerini arz ettikten sonra, ayrılırken bir arîza takdim eder, bu arîzasında, “Bugüne kadar, Hıristiyanlarla Müslüman’lar arasındaki problemlerin sorumlusu Müslüman’lardır. Bana bir misyon veriniz, beraber çalışalım,” der ve arîza’sının sonunda, bir Kardinal ağızıyla “Rebbe şükür,” diye bitirirse –ki, Hıristiyan, kardinaller, rahip’ler, papaz’lar ve pederler, hâşâ! Haz.İsâ’yı kastederek “Rabb’e şükür” diye du’a ederler... 
Evet! Papa ile görüşen ve bu arîzayı Papa’ya takdim eden zat hakkında belki yüze yakın yazı yazdım, krite ettim. Hiçbirisine cevap verilmedi-verilemedi. Demek ki, yazılanlarda yalan yoktu, iftira yoktu. Dünya çapında elinde, iletişim ve haberleşmenin sınırsız imkânlarına sahip bu grubun ne güdücüsünden ve ne de yönlendirilenlerden ne bir tekzip, ne bir cevap ve ne de bir sitem aldım. Öyleyse size ne oluyor? Kendinizi Kavaklı Köyün Kavalcısı mı zannediyorsunuz? 
“Cennetmekân” mekânı cennet olsun, demek olan bir du’a ve temennî ıstılahıdır. “Cennetmekân, Fatih Sultan Mehmed Han, Cennetmekân Sultan Abdülhamîd Han, gibi kullanılır. Cenab-ı Hakk, şirk üzerine ölmeyen, tüm Ümmet-i Muhammed’in mekânı’nın cennet olacağını müjde etmiştir. Cennetten ümidini kesenler, şeytan ve onun arkasında olanlardır. 
Velî’lik mes’elesine gelince... Hakîkî ma’nada, takvâ sahibi bütün mü’minler Allah’ın velisidirler. Bir veli’nin Allah katındaki mertebesi aslâ kerâmetle ölçülmez, bir velî’nin elinde kerâmet zuhuru da şart değildir. 
“Havârık’ın zuhuru nübüvvetin şartıdır. Velâyetin şartı değildir. Nübüvvetin ızhârı (açıklanması) vâcip olduğu için, mu’cize’nin izharı da vâcibtir. Velâyet, Allah Celle Şânühû’ya yakınlık olduğu için, velâyetin açıklanmaması, gizlenmesi ve sırlanması bu mertebede daha evlâdır. Nübüvvetin, lâzım-ı Gayr-i Müferrıkı mu’cize’nin izharı da’vet için şart ise de, Allah’a yakınlığın gizli kalması daha münasibtir. Hem sonra, herhangi bir velî’nin elinde çokca kevnî kerametin zuhuru, o velî’nin başkalarından efdaliyyetine delâlet etmez. 
Ben, o Merhum Zât-ı Muhterem’in bizim halimize kerâmetle muttalî olduğunu ima dahi etmedim. İşin aslı şudur. Bizim Cağaloğlu’na indiğimiz gün kendileri de İstanbul’da, Rumeli Yakasında, Fatih-Kocamustafa Paşa’daki bir da’vete icabet buyurmuşlar, beraberinde, Süleyman Efendi Hazretleri’nin küçük damadı, bacanağı, Merhûm, Seyyid Hüseyin Kâmil Denizolgun ile birlikte otomobil ile dönüşlerinde, o zamanları çift yönlü olarak trafiğe açık olan, Ankara Caddesinde dünya gözüyle bizim hâlimizi görmüşlerdir. 
Hiç kasdetmediğim, ima bile etmediğim halde, o yazıdan böylesine bir ma’na çıkarmak için, ancak şeytânî bir zekâya sahip olmak gerekir. 
“Hıffet”e gelince, benim işim, kelimelerle oyundur. Şu anda, Türk Matbuatında, Osmanlıca’yı (Arabî ve Fârisî) terkipleri en fazla kullananlardan birisiyim. Zaman zaman, kullandığımız teknik ve teknoloji’nin kifâyetsizliği, zaman zaman da, vâki tashih hataları bu neticeleri doğuruyor. Bunu bile istismara kalkışmak en azından  bir “Hıffet”dir. 
- İYİ’NİN VE FÂCİR’İN ARKASINDA NAMAZ KILINMASI MES’ELESİ: 
Hadis, diye meâli verilen aslında hadis olmayıp, Şîa’nın, “İmam Ma’sumdur,” zu’um’larına karşı, Ehl-i Sünnet’in umdelerinden, “Biz, her iyi’nin ve fâcir’in arkasında namaz kılarız,”dır. 
Doğrudur, kural olarak, fâsık ve fâcir’lerin arkasında da namaz kılınabilinir. Ancak, aynı yerde, takvâ sahibi bir başka imam varsa, fâsık, fâcir, dessâs, fettân, ehl-i Bid’at ve ehl-i Hıffet bir imam’a, ehl-i Takvâ bir imanı tercîh hakkı vardır. 
Alfabetik sıra mes’elesi, alfabetik sıralama’da soyadı esas alınır. 
Dolaysiyle, yaklaşık olarak kırk beş yıl kadar öncesine ait, tarihe mal olmuş bir vak’ayı anlatırken, isimlerini zikretmek mecbûriyetinde olduğum, Pek Muhterem zevât arasında, daha sonraları meydana gelmiş vak’a’ları hiç dikkate almadan ve herhangi bir tercih sıralaması da yapmadan, soyadları, A harfiyle başlayan L ve R harfleri ile devam eden, soyadlarına göre bir sıralama yapılmış, soyadı K ile başlayan zât’da, üçüncü olarak zikredilmiştir. 
Alfabetik sıralamayı bile, bilinenin aksine tahrif ederek bundan dahî bir ma’nâ çıkarmaya kalkışmak, ancak, dessâs ve fettân’ların işidir, herhalde... 
- Ben, Esfelü Sâfilîn derekesinde olsa bile, kimseye “Kelp” demedim, demem de, birinin kudurmuşcasına, gözünü kan bürümüş bir şekilde, etrafa saldırmasına bir misâl olarak, teşbîh olarak söylenmiştir. “İşte onlar hayvanlar gibidir, hattâ daha şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf 7/179)
İfade buyrulduğu gibi, insanlardan ba’zılarının kelp’lerden de daha aşağıda bir yerlerde olduğu ma’lumdur. Ashab-ı Kehf’in köpeği, “Kıtmîr”in cennete gireceği ve ebediyyen yaşayacağı rivayet edilir. 
Köpeğin temiz olduğuna inanan mezhepler vardır;
Bir Tevriye: (Tevriye, bir ifade inceliği elde etmek için birden çok anlamı olan bir sözün yakın anlamının değil de uzak anlamının kullanılması san’atına Tevriye denilmektedir.) 
Tahir Efendi Bana Kelp Demiş. 
İltifatı bu Sözde Zâhirdir, 
Mâlikî Mezhebim Benim, Zirâ, 
İ’tikadımca Kelp Tâhir’dir... 
- “BİR OKURUMUZ” remziyle yorum yapan, yol gösteren, Pek Muhterem Kardeşim. 
Öncelikle; 
“Kalem olsun eli ol Kâtib-i Bed Tahrîrin, 
Ki, Fesâd-ı Rakamı, Suru’muzu Şûr Eyler. 
Kâh! Bir Harf Sukutuyla Kılar Nâdir-i Nâr, 
Kâh! Bir Nokta Kusuruyla Gözü Kör Eyler...”
“Teşcî”, “Teşyî”, sadece bir harfin değişmesi, değiştirilmesi, Teşyî’i, Teşcî, Teşcî’i, Teşyî kılar. 
Affınıza sığınarak, ifade etmek isterim ki, ikaz ve ihtarınızdan sonra kısa bir müddet inceleme yaptım. 
Lügatçe: Ahterî Kebir’e göre, “Teşy’î”, vedalaşmak, ardınca gitmek. 
“Teşcî”, bahadırlık etmek. 
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne göre, “Teş’cî”, cesâret verme, cesaretlendirme, yüreklendirme, “Teş’yî”, uğurlama, Teşyî etmek uğurlama, geçirmek, “Onları kasabanın kenarına kadar teşyi ettim.” 
Tahkikatım sırasında tesbit ettim. Âhiret yolculuğuna çıkan mü’minlerin Teçhiz-ü Tekfîninden sonraki, cenaze namazı kılınması, defin mahalli kabristanlara götürülmesi, defin ve telkîn için, ba’zı edipler, cesaret verme, cesaretlendirme, yüreklendirme’yi ifade eden, “Teş’cî”yi kullanmışlar, ba’zıları da, uğurlama, geçirmek demek olan “Teş’yî”i kullanmışlardır. Bendeniz de yıllar önce yazdığım, Devlet arşivlerindeki ve şahsî arşivimde mevcud, yazılarda “Teş’cî” kelimesini kullanmışım. 
“Teş’cî” kelimesini kullananlar, uzun ve muhtelif engebeleri bulunan, âhiret yolculuğunda, âhiret yolcusuna çıktığı bu yolda, cenaze namazı, du’a, kabr’e kadar refakat, defin öncesi, Kur’ân-ı Kerim hatmi, Sure-i Yâsîn, Sûre-i Mülk, Sûre-i Tekâsür ve diğer Suver-i Celileler ile du’a ve nihâyet telkîn âhiret yolcusuna cesaret vermektir. 
- “Şüphesiz, Rabbi’niz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara; Korkmayın, üzülmeyin, size va’adolunan cennetle sevinin! derler.” 
“Biz dünya hayatında da, âhirette de sizin dostlarınız. Gafûr ve rahîm olan Allah’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey orada sizin için hazırdır.” (Fussilek 41/30, 31 ve 32) 
Bütün müfessirler, meleklerin bu müjdeyi, iman edip, dosdoğru hareketle amel-i Salih sahiplerine ölüm anında vereceklerini kaydetmişlerdir. 
Meleklerin bu müjdesi aslında âhiret yolcusunu cesaretlendirme, yüreklendirmedir. Bu i’tibarla, sadece uğurlama demek olan, “Teş’yî” yerine, cesaretlendirilerek, yüreklendirilerek uğurlama demek olan “Teş’cî”de kullanılabilinir. 
Pek Muhterem Kemal Hocaoğlu Beyefendiye: 
Sahibi zaman ve Müceddid ile müşerref olmuş ve tedris maksadıyla aynı semtte aynı mekânlarda bulunanlardan ba’zıları, günün şartları gereği bizzat Müceddid’in Mübârek Fem-i Saâdet’lerinden ilim ahzetmişler, ba’zıları da, aynı gün içinde veya gecesinde, kendisinden ilim ahzedenlerden ahzetmişlerdir. Biz bunlar arasında herhangi bir fark görmüyoruz. Bunun dışında her ne kadar kelime ilmi ahzetme şerefine nâil olamadıkları halde irşadına muhatap olmuş, sohbetlerine mazhar olmuş olanları da, Rahle-i Tedris’ten geçmişlerdir.
Unutulmamalıdır ki, Haz.Hamza radiya’llahu anh’i, fecî bir şekilde şehid eden sonra da İslâm’la müşerref olan, Haz.Vahşî Haz.Resûl-i Ekrem’i sadece bir def’a görme şerefine ermiş, Peygamber’imizin ricası üzerine bir daha kendisini görememe hasretiyle yanıp tutuştuğu halde Sahâbî’dir...