“SENETÜ’L- HÜZN“ (HÜZÜN SENESİ 1957) (4)

Cenaze alayı Bağlarbaşına ulaştığıında devrin İstanbul Emniyet Müdürü başta olmak üzere, şube müdürleri, Üsküdar Şube Müdürü ve çok kalabalık bir polis ordusu tarafından cenaze alayının önü kesilmiş, Emniyet Müdürü ”Dahiliye Vekili, Namık Gedik’ in katî talimatı var. Cenazenin karşıya, Fatih Camiine götürülmesine izin verilmeyecek, Anadolu Yakasındaki mezarlıklardan herhangi birisinde bir çukur kazılacak, oraya atılacak -zulmün, adavetin ve mübarek bir zâta karşı duyulan kin ve nefretin derecesine bakınız, her kim olursa olsun bir mevtaya karşı gösterilmesi gereken asgarî hürmet dahî gösterilmiyor, böyle bir halde bile kin ve nefretlerini kusuyorlar. Bu arada cenaze alayını engellemek için emirle orada bulunan polis memurlarından bazılarının bu zulüm, kin ve nefret karşısında ağladıkları görüldü.

Mübarek naaşın karşıya geçirilemeyeceği, Fatih Camii Haziresine götürülemeyeceği anlaşılınca, çarnâçâr, İstanbul’un en eski kabristanı olan Karacaahmed Mezarlığında, mezarlığın tam ortasında müsait boş bir mekanda, kabr-i şerif kazıldı. Defin hususunda bütün dinî, İslâmî hassasiyetler gösterilerek talebesinin okuduğu Yâsin-i Şerif, Sûre-i Mülk ve Süver-i Celîle’ler ve gözyaşlarıyla, burada ebedî istirahagâhına tevdî edildi. ”Bazen, şer olarak hesapladığınız, şer zannettiğiniz çoğu şey mahza  hayır, sevdiğiniz olmasını istediğiniz çoğu şey de şer olabilir.” Hazreti üstazımızın Fatih Camii Haziresine değil de, Karacaahmed Kabristanlığına defnedilmesi, o tarihte hepimizi derinden üzmüştü. Fakat şer saydığımız, öfkeyle karşıladığımız bu defnin ne kadar hayırlı bir iş olduğunu sonraki yıllar içinde anladık, “iyi ki dedik, zalimler zulümlerini icra etmişler, kin ve nefretlerini kusmuşlar, Fatih Camii Haziresine defnine izin vermemişler. Günümüzde İstanbul’da her gün en ziyade ziyaret edilen makam, hazreti üstazımızın kabr-i şerifleridir” desem, hâşâ! mihmenderâni peygamber, İstanbul’un ve bütün Türkiye’nin medâr-ı iftiharı, Eba Eyyup el- Enbarî, Halid Bin Zeyd Hazretlerine bu büyük sahabîye haksızlık etmiş olurum. İstanbul içinden yakın vilayetlerden, Anadolu’nun muhtelif illerinden kafileler halinde günün her saatinde binlerce kişi, kabr-i şerifi ziyaret etmektedir. Hazreti üstazımız Fatih Camii Haziresine defnedilmiş olsaydı, tarihî yarımadanın tam ortasında bulunması, yol ve trafik şartları bakımından, cami hazirelerinde bulunan türbelerin ve kabirlerin ancak belli saatlerde ziyarete açık bulundurulması gibi pek çok sebeplerle bu kadar kalabalık ziyaret gruplarının rahatça ziyaret edemeyecekleri izahtan varestedir. Bütün bu sebeplerden, ilk zamanlar bizim için şer saydığımız, zaman içinde mahza hayra dönüşmüştür. Bu hususta mürşid-i kâmil ve mükemmil, medar mürşid ve müceddidin tasarrufu cümlesindendir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, merhume, muhtereme valideleri Tenzile Erdoğan Hanımefendi’nin ısrarlı vasiyeti üzerine, hazreti üstazımızın ayak ucuna defnettirmiştir. Yıllar önce vefat eden ve Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığında medfun pederleri merhum Ahmed Erdoğan’ı da nakli kabir suretiyle buraya naklettirdi, devamında da geniş ailesi için mezarlar yaptırdı. Merhume Tenzile Hanım ve Ahmed Erdoğan Bey buraya defnedildikten sonra buraya bir kulübe yaptırıldı. 24 saat esasıyla nöbetleşerek bu kulübede bir vazifeli bulunmaktadır. İhvanımızdan bir türbedar da bu vazifeliye refakat ediyor. Daha önceleri türbadar, sabah ereken saatlerden itibaren karanlık çökünceye kadar burada bulunuyordu. Artık 24 saat esasıyla vazife yapıyor, kabr-i şerif’in başında nöbet tutuyor, gündüzleri ziyaretçilere nezaret ediyor, kadınların ve erkeklerin ziyaret mahallerini gösteriyor, ziyaretlerin sünnete en uygun, bidatlere kaçmayan bir tarzda yapılması için nezaret ediyor, ciddî ikazlarda bulunuyor.

1960’lı yılların başında hazreti üstazımızın kabr-i şeriflerinin üzerine, İslâm Aleminde bir benzeri olmayan mütevazî bir türbe yaptırıldı. Türbe fikri ve ilk tasarımı merhum büyüğümüz muhterem Kemal Kacar’dan gelmişti. Türbe yedi köşe üzerine oturtulmuş, yedi sütunlu, yedi sütun üzerine oturtulmuş küçük bir kubbe ile örtülmüş, dört bir tarafı rahmete, güneşe açık, kabr-i şerifin üzerinde herhangi bir sanduka ve örtü bulunmuyor, her mevsim, mevsim çiçekleriyle bir gül bahçesi halinde.

Türbenin tasarımını ve ilk şemasını merhum büyüğümüz Kemal Kacar yapmıştı. Proje ve proje tatbikatını o tarihlerde İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinde talebe olan merhum Abdullah Mete ve arkadaşları yaptılar. Burada türbe fikrinin sahibi ve ilk tasarım ve şemasını çizen merhum büyüğümüz Kemal Kacar’a, projesini yapan ve uygulayan merhum Abdullah Mete ve arkadaşlarını rahmetle, minnetle ve şükranla yad ederim.

Türbedeki yedi sütunun sırrı nedir? Hazreti Ali Kerreme’llâhu Vechehû Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Ve tezumu enneke cirmün sağîrun ve fike ıntave’l âlemü’l- Ekber” (Sen kendini küçük bir cisim olarak zannediyorsun, halbuki en büyük alemi içinde saklıyorsun.) Afakî âlem nasıl ki âlemi halk, âlemi emirden ibaretse, enfüsî âlem de âlemi halk ve âlemi emirden ibarettir. Enfüsî âlemin, âlemi halkı, vücud-u insan, et, kemik, kas,kan ve diğer sıvılardan oluşan hayvanî kısım. Âlemi emri ise, ruhanî  kısmı, kalp, ruh, sır, hafi, ahfâ, nefs-i nâtıka, nefs-i kül.

Zikr-i Hafî, tarÎat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de, salik Letaif-i Seb’a üzerinde çalışır, her bir latifeyi, terbiye, tezkiye, tahliye (buradaki “ ha”noktalı “hı”’dır, manevî kirlerden temizleme) tahliye (süsleme) tezyin ve tenvir ettikten sonra Seyr-i Sülûkini tamamlar ve belli bir mertebeye ulaşır. Zikr-i Hafî, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’de Letaif-i Sebanın ehemmiyeti büyüktür.

Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) efendi hazret’leri, Zikr-i Hafî, Tarîkat-i Nakşibendiyye’nin, sahibi zamanı, mürşid-i kâmil ve mükemmili, medâr mürşid ve müceddidi olduğu için, Letaif-i Seba’yı sembolize eden, sekiz sütunlu mütevazî türbe kabr-i şeriflerinin üzerine inşa ettirilmiştir. Türbenin altındaki geniş makbere, hazreti üstazmızın yanına, ehl-i beytten, hazreti üstazımızdan sonra ebediyete ilk intikal eden, refika-i muhteremeleri Hâce Hafîza Tunahan Hanımefendi, Türbenin kabr-i şerifin hemen arkasındaki kabirlere sırasıyla,Hâce, Hadîce Bedîa Kacar, Seyyid Hüseyin Kâmil Denizolgun, Kemal Kacar, Feriha Ferhan Denizolgun ve Ahmed Arif Denizolgun defnedilmişlerdir. Kabr-i Şerifte türbenin hiç bir yerinde hazreti üstazımızın ismi künyesi bulunmamaktadır. Sekiz sütunluk mütevazî türbe zâten her şeyi ifade ediyor. Ehl-i beytden medfunlardan hiç birisinin şahidesi bulunmamaktadır.

İnşâ  Allah! kitap halinde neşretmeyi düşündüğümüz bir çalışmamız var ”hazreti üstazımıza mücavir, medfun, ihvan ve ahevat” Bu çalışmamızda, hazreti üstazımıza mücavir medfunların vefat tarihlerini kısaca özgeçmişlerini vefat sebeplerini anlatmaya gayret ediyoruz. Şahideleri olmayan ehl-i beytden olanların isimlerini ve vefat tarihlerini günümüz ihvan ve ahevatından kaç kişi doğru dürüst biliyor ki gelecek nesiller nereden bilecekler? Bu yazılanlar bile tarihe not düşmek için yazılıyor...