“SENETÜ’L- HÜZÜN” (HÜZÜN SENESİ 1957) (2)

Sözde kanaat önderi, dâl ve mudîl, sapık birisi umreye gidiyorken bütün taraftarlarını kendi sapık görüşlerini benimseyenleri, İstanbul Yeşilköy Hava Limanına davet ediyor  “en az on bin kişi geliniz, hava meydanında yeri göğü inletiniz, beni ve arkadaşlarımı mukaddes topraklara uğurlayınız” diyordu. Sanki Mercidabık, Mısır Memluk dolayısıyla Mekke Medine fethine gidiyordu. 

Sembolik manada hilafeti, gerçek manada hilafet peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimizin irtihalinden sonra dört büyük halife ve altı aylık bir dönem için hazreti Hasan radiya’llâhu anh efendimizin dönemiyle birlikte otuz yıllık bir dönemde idi. Zira sevgili peygamberimiz ”benden sonra hilafet otuz senedir. Ondan sonra ise meliklik, (pâdişahlık) ve emirliktir” buyurmuştu. Abbasîlerden devralıp İstanbul’a getiren Osmanlı Devlet-i Âliyye’sinin 10. pâdişah’ı Yavuz Sultan Selim Han’dır. Yavuz Sultan Selim Han 1516 yılında artık Anadolu’yu ve bütün ehl-i sünnet dünyasını tehdit etmeye başlayan Safevî hükümdarı Şah İsmail’i ve Safevî Devletini tedip için ordusuyla birlikte bir doğu seferine başlamıştı. Bu seferler sırasında küçüklü büyüklü pek çok tedip harekâtı yanında, Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye olmak üzere üç büyük meydan muharebesi de icra edilmiştir. Çaldıran Meydan Muharebesinde Şah İsmail ve Safevî Devleti tepelenmiş, Mercidabık’da Şah İsmail taraftarı gruplar tedip edilmiş, Ridaniye Meydan Muharebesinde ehl-i sünnetten oldukları halde Şah İsmail’in şîîanın tesiri altındaki Memluk Sultanı ve Memluk Devleti tarihten silinmiştir. Böylece Mısır’ın fethi de gerçekleşmiş, Yavuz Sultan Selim Han ve Osmanlı Ordusu 24 Ocak 1517 tarihinde Kahire’ye girmiştir. Kahire’nin en büyük camiinde cuma günü adına hutbe okunmuş, hutbede hatip, Yavuz Sultan Selim Han’dan bahisle “Sahibü’l- Harameyn’ş-Şerîfeyn” (Harameyni’ş-Şerîfeyn’in yani Mekke’nin ve Medine’nin sahibi) deyince, koca Yavuz ayağa kalkmış ve “Hayır! Sahibü’l- Harameyni’ş- Şerîfeyn, değil” Hadimü’l- Harameni’ş –Şerîfeyn,” Harameyni’ş- Şerîfeyn’in hadimi, Mekke’nin ve Medine’nin hizmetlisi” deyiniz, diye haykırmış ve bu tarihten sonra, hilafetin lağvedildiği 3 Mart 1924 tarihine kadar Osmanlı Sultanlarının bir unvanı da ”Halîfetü’l- Müslimîn,Hadimü’l- Harameyni’ş- Şerîfeyn” idi. Mısır feth edilince Memluk Sultanı elindeki bütün salahiyet ve taşıdığı unvanlarını Yavuz Sultan Selim Han’a devretmişti. Benî Kıtade Kabilesinden Mekke’nin 34. Şerifi Muhammed Ebû’l Berekat siyâsî olarak Memluk Sultanı’na bağlıydı. Memluk Sultanı’nın teslimi üzerine oğlu, Ebu Nuumî vasıtasıyla Mekke’nin, Ka’be-i Muazzama’nın anahtarlarını Yavuz Sultan Selim Han’a teslim etti. Böylece, mukaddes topraklar, Cezîretü’l- Arab, Mekke, Medine, Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksâ, Osmanlı hükümranlığına girmiştir. Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimize ve Hulefâ-i Raşidîne ait eşya, kılıçlar, hırka-i şerif, lihya-i saâdet, (sakal-ı şerif ve diğer Emanât-ı Mukaddese,(mukaddes emânetler) Yavuz Sultan Selim Han’a ve Osmanlı Ordusuna teslim edilmişti.

Dünya tarihinde Sîna çölünü hiç geçen olmamıştı. Dünyayı kasıp kavuran Moğollar ve aksak Timur bile, Sîna Çölünden geçmeye cesaret edememişti. Yavuz Sultan Selim Han komutasındaki Osmanlı Ordusu  “Asâkir-i Mansur-u Muhammedî, Cüyûşenâ, Cüyûşe’l- Müslimîn, Cündu’ llah” Sîna Çölünü hem de iki defa geçmiştir. Yavuz Sultan Selim’in ve Osmanlı Ordusu’nun dönüş yolunda yükleri pek ağırdır; atların, katırların, develerin sırtında, neferlerin omuzlarında, dünyanın en ağır yükleri vardır. Emânât-ı Mukaddese...Dönüş yolunda tam da Sîna Çölü’nün tam ortasında hararet  55- 60 derece, bir de bakarlar ki Yavuz Sultan Selim Han, çöller fatihi Arap Atından inmiş, yaya olarak yürüyor, atını da arkasından seyisler yedekliyor. Padişah yaya olarak yürürken, maiyetindekilerin at üzerinde gitmeleri edebe uygun değildir. Başta Şeyhulislam İbn-i Kemal olmak üzere, bütün vezir-i azamlar, kazasker efendi ve üst rütbeli bütün subaylar da atlarından, develerinden inerler. Pâdişahın arkasında yaya olarak yürümeye başlarlar. Fakat takatları kesilir, her biri baygın bir halde Şeyhulislâm İbn-i Kemal’e      “Efendimiz, pâdişahımıza arz ediniz, yaya yürümeye takatımız kalmamıştır, kendileri atlarına binsinler, bizler de bineklerimize binelim, yolumuza devam edelim” ricasında bulunurlar. İbn-i Kemal vaziyeti pâdişaha arz eder. Padişah Selim Han: Hoca! Hele şöyle bir önüne bak! Allah’ın Resûlü, Hulefâ-i Raşidîn, Ashab-ı Bedr, Ashab-ı Uhud yaya olarak yürüyor, onlar yaya olarak yürürken bizlerin bineklerimize binmemiz yakışık alır mı? Yürümeye deam ederler, ama artık ne yorgunluk vardır ne de bîtap düşme ve zafiyet. Böylece Yavuz Selim Han ve Osmanlı Ordusu ikinci defa olarak Sîna çölünü kolayca geçmiş olurlar.

Yavuz Sultan Selim Han İstanbul’dan çıktıktan sonra muhtelif harekat, üç meydan muharebesi Mısır’ın Fethi, Mekke ve Medine’nin, Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın devletimizin hükümranlığına geçmesinden sonra tamı tamına iki yıl bir ay sonra 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a döndü. Yavuz Selim Han ve Osmanlı Ordusu ileri gelenleri aslında sabah saatlerinde Üsküdar Haremyolu sahillerine ulaşmıştı. Yavuz Selim Han ”İki yıl bir ay sonra pek çok fetih ve zaferlerle kabenin anahtarı ve mukaddes emanetlerle dönüyoruz. İstanbul Halkı bizi büyük bir nümayiş ve gösterilerle karşılamak isteyebilir. Bu da bizim hepimizin nefislerini okşayan ve asla Allahımızın razı olmayacağı bir hareket olur. Akşam karanlığını bekleyelim, karanlık çöktüğünde gizlice kayıklarla Topkapı Sarayına geçeriz” buyurur. 25 Temmuz 1518 günü akşam karanlık çöktüğündem mukaddes emanetler gizlice Topkapı Sarayına intikal ettirilir ve hususî bir mekanda muhafaza altına alınır. Padişahın buyruğu: “ tİz, otuz dokuz hafız hazır edile! Bunlar 24 saat, bilâfasıla (hiç ara vermeden) mukaddes emanetlerin bulunduğu dairede Kur’ân-ı Kerim’i tilavet edeler.- Maiyetindekiler, sultanım! hikmetinden sual olunmaz ama niçin kırk değil de otuzdokuz hafız? Kırkıncı hafız ben olacağım, tiz bir nöbet listesi hazırlana, o listeye benim ismim de yazıla, nöbetim geldiğinde bana haber verile ki, ben de bir cüz okuyayım. 1518’de başlatılan mukaddes emanetler dairesinde 24 saat aralıksız canlı olarak Kur’ân Tilaveti 400 yıl devam ettirilmişken, 1924 yılında son verilmiştir. 1980 yılının 29 Mayıs günü tekrar başlatılmış ise de 12 Eylül 1980 darbe-i hükumetinden sonra tekrar durdurulmuş, 1992’de merhum Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında tekrar başlatılmış ve halen devam etmektedir.- 1980 yılında başlatılan 24 saat kurân tilavetinin hikayesini bir başka yazıda uzun uzun anlatırım.-

Yavuz Sultan Selim Han sekiz yıllık padişahlık süresinde ve kısa sayılabilecek bir ömür müddetinde üç kıta yedi iklimde hükümran bir cihan devleti bırakarak, 27 Eylül 1520 tarihinde sırtında çıkan, şir pençe (aslan pençesi çıbanı) kanserin üçüncü ve son evresi sebebiyle Edirne’ye gidiyorken Çorlu yakınlarında Allah’ın ganî rahmetine kavuşmuştur. Hastalığının dayanılmaz bir noktaya geldiği son saatlerinde, Musahibi Hasan Can kendisini teselli etmek için “Hünkarım, vakit artık Allah’a yakın olma vaktidir” dediğinde ”Hasan Can! sen bizi bundan evvel Allah’tan uzakta olduğumuzu mu zannediyordunuz? diye cevap vermişti.

Bütün bu fetihler, zaferler, Sîna Çölü geçişindeki zuhurat, İstanbul’da büyük kalabalıklar tarafından karşılanmayı istememesi ki o tarihlerde İstanbul’un nüfusu takriben otuz sekiz bin kişi. Her yıl sürre alayı, sürre devesinin Topkapı Sarayından çıkarılması, Eminönünden bir çektiri ile sürre devesinin ve sürre alayının Üsküdara geçişi ve Harem Yolundan geçilerek, Ayrılıkçeşmesinden uğurlanmasıyla bu merasim gerçekleşirdi. Üsküdar Meydanında sürre alayını uğurlamak üzere on bin kişi toplanırdı. Yavuz Selim Han’ın mukaddes emanetlerle dönüşü, dönüş günü ve saati bilidirilseydi her halde kendisini en az otuz bin kişilik bir kalabalık karşılardı. Bütün bu hikayelerden çıkarmamız gereken Yavuz Sultan Selim Han’ın mahviyatkarlığı, tevazuudur.