Aziz Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi.
Yalnız Risâleci’leri değil, tüm ehl-i Sünnet düşmanlarını fena halde öfkelendirdiğimin farkındayım. Ne yapalım, Tımarcı’nın elindeki kaşağı’yı gören at’lardan yalnızca yarası olanlar gocunur. Diğer’leri çok büyük bir keyifle sıranın kendilerine gelmesini beklerlermiş...
Harun Ağabey’in telefon numarası Gazete’den bana ulaştırılınca hemen kendilerini rahatsız ettim. Akşam’dan sonra evdeki sâbit telefon’dan uzun uzun, konuştuk, Cihâne değer hatıratı karşılıklı yâd ettik. Yorumlarınızda mükerreren yazdığınızdan, sanki, benim aramayacağımı zannettiğinizi anladım. Nasıl aramam? Bizler, “Su çıkar umuduyla bir kör kuyunun başında yıllarca bekleriz,” buyuran, bir Müceddid’in terbiyesinden geçmişiz. “İmam-ı Rabbânî Evladı’nın kesip attığı bir kör tırnağını dünyalara değişmem,” buyuran, bir Zât-ı Ecell-i Âlâya intisap etmiş insanlarız. İmam-ı Rabbânî Evlâdı arasında, en zor ve sıkıntılı dönemlerde hizmetleriyle mümtaz bir yer işgal eden pek çok kavşak noktalarında, unutulmaz yardım ve muzaharetini gördüğüm bir büyüğüm, aramamı ister de ben nasıl aramam?! Birileri, “Vefâyı” İstanbul’un semtlerinden biri olarak hatırlayabilirler. Fakat, bizim için ahde vefa ne kadar önemli ise, dost’lara, dostluklara, arkadaşlığa, arkadaşlara, kardeşliğe, kardeşlere ve tabiî ki, ağabeylere vefa da öylesine geçerlidir, şarttır.
Bu vesiyle ile Âlemlere Rahmet, bizlere sonsuz bir Üsve-i Hasene olan Sevgili Peygamber’imizin bütün cihâna örneklik teşkil eden bir vefa’sını teberrüken, burada bahsetmek isterim: Şöyle ki;
İbn-i Ömer radiya’llahu anhümâ’dan şöyle rivayet olunmuştur: Abdullah İbn-i Übey öldüğünde, oğlu Abdullah, (Baba koyu bir münâfık, oğlu da hâlis-muhlis, temiz bir Müslüman “ölü’den diri yaratır,” kavl-i Şerifi ile bildirilen icâzkâr bir düstûrun tam ve kâmil ma’nada bir tecellîsi.) Nebî sallallahu aleyhi ve selleme gelmiş ve: Yâ Resûlellah! (Mübârek) gömleğini bana versen de babamı onunla kefenlesem. (Lütfen) namazını da kılsanız ve ona istiğfar buyursanız” demişti. Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem, Abdullah’a gömleğini verdi, Ve: (Cenâze hazırlanınca) bana haber veriniz, namazını kılayım, buyurdu. Abdullah Resûl-i Ekrem’e hazırlandığını arzetti. Resûlüllah İbn-i Übeyy’in cenazesine namaz kılmak üzere iken Ömer radiya’llahu anh, Resûlüllah’ı (ın arkasından ridasın)ı çekti. Ve: “Yâ Resûlellah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?” dedi. Resûl-i Ekrem: Ben, istiğfar etmekte ve etmemekte muhayyerim. Allâhu Teâlâ: “Habîbim! Bu münâfıklara sen, ister istiğfar et, istersen istiğfar etme (müsâvîdir. Faraza) bunlar için yetmiş def’a istiğfar etsen Allah, aslâ onları mağfiret etmeyecektir”, buyurmuştur, diye cevap verdi. Ve Resûlüllah Abdullah İbn-i Übeyy’in cenazesine namaz kıldı. Bunun üzerine; “Bu münâfıklardan ölenlerin hiç birisine namaz kılma!” meâlindeki Âyet-i Kerime nâzil oldu.”
Abdullah İbn-i Übey, İbn-i Selüldür. Medine münâfıklarının reisidir. Selûl Huzâa Kabilesinden bir kadındır Abdullah İbn-i Übey cahiliyye devrinde Hazrecîlerin reisi idi. Hicret-i Seneviyyeden sonra zâhirde Müslüman olmuştu. Fakat teşkil ettiği bir münâfıklar hizbinin riyâsetide gizli-âşikâr her türlü me’la’netin içindeydi. Kur’ân-ı Kerim’deki Münâfıkûn Suresi’nin âyetleri Abdullah İbn-i Übey ve arkadaşları hakkında nâzil olmuştur.
Oğlu Abdullah radiya’llâhu anh ise, Ümmet-i Muhammed’in en iyilerinden, ashab-ı Kiram’ın en hayırlı ve en faziletli simâ’larından birisiydi. İslâm ile şerefyab olmadan önce, ismi “Hübâb” idi. Resûl-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz kendilerine “Abdullah” ismini bahşettiler. Abdullah, bütün gazalara iştirak etmiş ve Resûl-i Ekrem’in maiyetinden hiç ayrılmamıştır. Tâ ki, Sıddık-ı Ekber’in hilâfeti zamanında “Yemâme” harbine de iştirâk edip orada şehid düşmüştür. Abdullah, babasının nifak ve cuhûdî hareketlerinden elbetteki hiç memnun değildi. Babasına son derecede öfkeli ve hidayeti için du’a ediyordu. Ama, eğer Resûlüllah izin verseydi, babasının boynunu vurmak için bir an bile tereddüt etmezdi.
Resûl-i Ekrem’in, Medine münâfıklarının reisine hayatında bu kadar müsaade buyurmalarının ve öldüğünde Mübârek gömleğini vermek ve namazını kılıp istiğfar etmek suretiyle son derece lütufkâr bulunmalarının sebep ve hikmetleri nedir diye sorulabilinir?
Bu suallere cevap teşkil edebilecek yorumlar şöyledir:
1) Hayatında, bu münafıkların reisine müsaade ve müsamaha edilmesinin sebebi: Yüce İslâm Dini’nin yükselmeye başladığı, henüz kemâle ermediği bir dönemde, bütün Müslümanların tüm kuvvetlerinin üçte biri kadar kalabalık olan, kabilesine riyâset etmekte olan bir şahsı öldürmeyi uygun bulmamıştı. Şeklen bile olsa, Müslüman olmuş bir hizbin başındaki adamı öldürmekle beraberinde bulunanların hayal kırıklığı ve Muhammed, “şimdi de ashabını öldürmeye başladı,” demeleri muhakkaktı. Bu vaziyeti her türlü fenalığına rağmen ıslah ve idare, hazîm ve basiretin gereğiydi.
2) Vefatında, cenâzesine karşı gösterdiği derîn alâka’ya gelince: Bu hususta ilk hatıra gelen şey, oğlu Abdullah radiya’llâhu anh’i taltîf buyurmalarıdır. Belki de bundan daha mühim bir sebebi de şu olabilir: Bu adam son dem-i hayatında Resûl-i Ekrem’in gömleği ile şifâ talep ettiği (şifa ümid ettiği) görülüp-duyularak kabilesi halkından olup da henüz Müslüman olmayanların Müslüman olmaları, münafıkların da samîmiyetlerinin te’minine medâr olması hedeflenmiş olabilir. Nitekim, Abdullah İbn-i Übey’in Peygamber’imizin gömleği ile teberrük ettiği görülüp-duyulup, şuyu bulunca, Abdullah İbn-i Übey’in reisliğini yaptığı, Hazrec kabilesinden bin kişilik ilk bir kâfile Müslüman olmuştu. Bu husus, vahiy ile müeyyed olan, Zekâ-i ve basîret-i Muhammedî’nin ilk ve en önemli siyâsetinin bir meyvesiydi.
3) Bedir günü, Bedir Muharebesinde, müşrikler’den, yetmiş kişi esir alınmış ve Medine-i Münevvere’ye getirilmişlerdi. Üserâ-i Bedir, (Bedir esirleri) arasında, Sevgili Peygamber’imizin amcası Abbas İbn-i Muttalip ile, damadı, büyük kızları Haz.Zeynep’in zevci Ebu’l-Âs da vardı. Mağlûbiyyetin perişanlığı ile üzerinde bir gömleği bile yoktu. Ya, muharebe sırasında veya esir edildikten sonra üzerindeki gömleği yırtılmış, harap olmuştu. Kendisi hüzün ve kahır halindeydi. Onun bu hali Resûlüllah’ı da derinden üzmüştü. Hiç değilse, üzerine bir gömlek verilmesini rica etti. Gömlek arandı. Fakat, Abbas İbn-i Abdülmuttalip uzun boylu ve iri cüsseli olduğundan uygun bir gömlek bulunamamıştı da, aynı, Abbas gibi uzun boylu ve cüsseli olan Abdullah İbn-i Übey’in gömleği denk düşmüştü. Abdullah İbn-i Übey, hiç tereddüt etmeden gömleğini Abbas’a hediye etmişti. Arap’lar arasında, tâ Haz.İbrahim’den beridir, kadîm bir örf, bir içtimâî adap ve usul vardı. Her ne şekilde olursa olsun, geçmişte birisinin size bir hayri dokunmuş ise, mukabele edilmesi, bir şekilde karşılığının verilmesi, vefa gösterilmesi gerekiyordu.
Resûl-i Ekrem, oğlu Abdullah’ın ricası üzerine Mübârek gömleğini Abdullah İbn-i Übeyy’e vererek, Muhterem amcasını, İbn-i Übey’in ağır minnetinden kurtarmış ve eşsiz bir vefa örneğini de göstermiştir.
Aziz Kardeşim: Bütün yorumlarınız biriktikçe yardımcı arkadaşlarım tarafından bana ulaştırılıyor. Bana ulaşan yorumlara, küfür ve hakaret ihtiva etmedikçe, büyük bir sabırla cevap veriyorum. Zannediyorum, bundan böyle internet Ana Sahifemizde bütün yorumları da görebileceksiniz.
Azîz Kardeşim Hâlid Arıkan Beyefendi.
Osmanlıca-Türkçe tartışmalarının ne kadar doğru bir tartışma olduğu şüphesizdir. Elbetteki “Müteşebbihattandır,” olacaktı. Unutmayınız, mürettipler (operatörler) genç nesiller’den, zaman zaman onların, zaman zaman da bizim zühûl ve hatamızdan böylesine tertip hataları, nisyanlar olabilmektedir. “Hâfıza-i Beşer Nisyanla ma’lûldür.” denilmiş ve yine unutulmamalıdır ki, “Evvel’n-Nâsî, Evvelü’n-Nâs”tır.
“Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahririn,
Ki, fesâd-ı Rakamı Sûrumuzu şûr eyler.
Kâh! Bir harf sukutuyla kılar Nâdir’i Nâr.
Kah! Bir nokta kusuruyla gözü kör eyler.”