Daha önce de ifade etmiştim; 1956 yılının yaz aylarında, Çamlıca’daki tekâmül kursunda hazret-i üstazımızın bizzat tedris buyurduğu, tedris halkasına oturan yirmi beş kişinin tamamı Diyanet İşleri Reisliği’nin açtığı müftülük, vaizlik imtihanını kazanmıştı. Bir önceki yazımızda Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde il ve ilçe müftülüklerinde bulunan zevatı zikretmiştim. Müftülük, vaizlik imtihanları aynı olmakla birlikte, müfütük imtihanlarında ayrıca Feraizden de (İslâm Miras Hukuku) sorular soruluyordu. Müftülük imtihanlarını kazananlardan bazıları muhtelif il ve ilçeye vaiz tayin edilmişlerdi. Bunlardan Hasan Arıkan, Kahramanmaraş Merkez ve Sivas Divriği vaizliği, Mehmed Arıkan, İstanbul  Fatih Vaizliğine, Latif Arıkan (Yılmaz) (Hasan Arıkan ve Mehmed Arıkan’ın amcaları) Kahramahmaraş İl Vaizliğine, Fazıl Temizerler,  hazret-i üstazımızın ilk müntesiplerinden, Kamil Temizerler’in (Kamil Evliya aslında Kamil Veli denilmeliydi, galat olarak, Kamil Evliya denirdi) oğlu ve yine ilk müntesiplerden, Kütahya Eşrafından merhum Nuri Temizerler’in yeğeni idi. Vaizlik imtihanını kazandığı halde Ağabey’i merhum İbrahim Temizerler ile birlikte ticaret mesleğine intisap etmiş tedris hizmetlerinde bulunmuş ve uzun yıllar İstanbul’da muhtelif camilerde fahrî vaizlik yapmıştır.

Mehmed Dönmez, Zonguldak’ta muhtelif ilçelerde vaizlik yapmıştır. Hüseyin Kaplan, uzun yıllar, İstanbul’un bir ilçesi olan Bakırköy vaizi iken, İstanbul’daki bütün selâtîn camilerinde vaaz etmiş, Kasımpaşa’daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığında askerlik vazifesini ifa ederken resmî, askerî   urbasıyla kürsülere çıkıp vaaz ettiği için İstanbullu’lar kendisine “Bahriyeli Hoca, Bahriyeli Vaiz” unvanını vermişti.1965 yılından sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na arız olan sakîm hastalıktan sonra, İstanbul’dan Muğla İl Vaizliğine sürgün edilmişti. Görünürde bir ilçe vaizliğinden, bir il vaizliğine terfi gibi olsa da, İstanbul’un tesir sahası hiç bir yerle mukayese edilemez. Sürgünün maksadı da hem bu tesir sahasından uzaklaştırmak, hem de tedris hizmetlerine mani olmaktı...

Geredeli Hafız İbrahim, muhtelif yerde Kur’ân Kursu Muallimliği yaptı. 1960’lı yılların ilk yarısında, İstanbul Kadıköy’de Kur’ân Kursu Muallimiydi ve pek çok sayıda hafız yetiştirmişti.

Mustafa Fehmi Yıldırım, tekâmüle katıldığında memleketinde yeni evlenmişti, elleri kınalıydı, ellerindeki kınayı çıkarmak için çeşitli kimyevî maddeler kullanmış ise de, kınayı avuç içinden çıkartmış ise de, tırnaklarından çıkartamamıştı. Arkadaşları kendisine “Enişte” dediler ve bu lakap kendisine hayatının sonuna kadar yapışıp kaldı. Mustafa Yıldırım (Enişte) uzun yıllar İçel (Mersin) vaizliği yaptı. Emekli olduktan sonra tedris hizmetlerine Konya’da devam etti.

Mehmed Zeki Okur, Anadolu’nun muhtelif ilçe merkezlerinde vaizlik yaptı.

“(İslâm Dinine girme hususunda- Fetret devrinde İslâmî İlimleri tedris ve İslâm Dinine hizmet hususunda) öne geçen ilk mühacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, İşte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”(Tevbe/9/100)

Hizmeti sebkat eden ve arkalarından aynı yoldan nice nesillerin yürüdüğü bu kutlu nesil arasından üç kişiye çok geniş bir parantez açmamız icab ediyor. Şöyle ki bu serinin hazırlık safhasında istifade ettiğim önemli eserlerden birisi merhum Mehmed Emre Hocamız “Üstadım Süleyman Hilmi Tunahan   (k.s) ve “HÂTIRATIM” adını verdiği hatıratında “Gaziantepli Demirler” diye bahsettiği zatın soyadını bile hatırlayamamış, tekâmül sonrası hayatından hiç bahsetmemiştir. Bu kutlu nesilden halen hayatta olan bir kaç kişiye sordum “Gaziantepli Demirler” hakkında sadra şifa bir malumat edinemedim. Halen hayatta olma ihtimali çok zayıf olmakla birlikte, hayatta ise sağlıklı uzun ömürler, ebediyete intikal etmiş ise rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederim.

Hacı Ferşad Efendinin oğlu, Hafız Yusuf Efendi. Hazreti üstazımız bu kutlu nesilden bazılarına isminin önüne ”Hafız” lafzını ilave ederek hitap buyururlardı. Bunlar arasında hafız Abdurrahman Bengi, hafız Hüseyin Kaplan, hafız Yusuf, hafız Mehmed Emre, hafız Ahmed Gül ve hafız Mehmed (Bozkırlı- Bozkurt)...

Hacı Ferşad Efendi, Doğu Karadeniz’in en meşhur salabeti diniyye sahibi, Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi hırçın alimidir. 25 Teşrinisânî, 1341/1925 Tarih ve 677 sayılı şapka iktisâsı hakkındaki kanun çıktıktan sonra, memleketimiz çapında kesif tartışmalar yapılırken, şapka hakkındaki görüşleri ve fetvası sorulduğunda Hacı Ferşad Efendi “Frenk mukallidliğidir, aynı zamanda şapka alamet-i küfürdür, kendi rızasıyla başına şapkayı takanlar, kafir olur” diye fetva verir.

Gazi Mustafa Kemal’in devrimleri, tabiî ki bu arada şapka devrimini tanıtmak ve benimsetmek için    yurt gezilerinin Trabzon ayağında, kendisine Trabzonluların hediye ettiği “Gazi Köşkünde” başında Lengeri (Fötr Şapka) olduğu halde Bürokrasiyi ve Trabzon halkından ileri gelenleri (tek parti mütegallibe CHP’lileri) kabul ediyor. Kendisine Hacı Ferşad Efendi’den bahsediyorlar. İtibarlı bir din alimi olduğunu, sözünün büyük kitleler tarafından dinlendiğini, fakat kendisinin şapka devrimine  karşı olduğunu, ikna edilirse halkın şapka devrimini hemen benimseyeceği, herkesin şapka giyeceğini söylüyorlar. Hacı Ferşad Efendi, zaptiye marifetiyle köşke davet ediliyor.- Aslında bu bir davet değil, bir celbdir. Zaptiyeler eliyle köşke zorla getiriliyor. Hacı Ferşad Efendi Köşk’e geldiğinde “Hoşgeldiniz, hoşbulduk” gibi teşrifat muhahaveresinden sonra birden yanına oturttuğu Hacı Ferşad Efendi’nin   başından sarığını alır, kendi lengerini fötr şapkasını Hacı Ferşad Efendi’nin başına koyar;

“Söyle bakalım! Ferşad Efendi, şimdi sen kâfir mi oldun? Ferşad Efendi ”Hayır Paşam! Çünkü, şapkayı benim başıma rızam haricinde siz koydunuz, ben kendi irademle bu şapkayı giymedim. Bu sefer şapkayı alır, kendi başına giyer ”Söyle bakalım Hoca! Şimdi ben kâfir mi oldum? Hacı Ferşad Efendi, hiç fütur etmeden, korkmadan, çekinmeden evet ”Siz, isteyerek, kendi rızanızla, küfür alameti olan bu şapkayı taktığınız için kâfir oldunuz” der. Köşkte bulunan herkes buz kesilmiştir; öyle ya, şapka iktisâsı hakkındaki kanunun çıkarılmasından iki sene önce, yazdığı Frenk Mukallidliği eserinden dolayı, İstiklal Mahkemesi tarafından müdafaası bile dinlenilmeden, İskilip’li Atıf Efendi idama mahkum edilmiş ve infaz edilmiştir. Devir “Taş üstünde taşın, omuzlar üstün başın bırakılmadığı tâğut ve mütegallibe dönemiydi. Her şey olabilirdi. Trabzonlular, Hacı Ferşad Efendi hakkında çok endişelendiler, fakat her hangi bir şey olmadı. Hacı Ferşad Efendi, uzun sayılabilecek ömrünü, Allah yolunda, din-i celil-i İslâm uğurunda huzur içinde tamamladı, ebediyete intikal etti.

Hacı Ferşad Efendi’ye, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) efendi hazretlerinden bahsedilmiş, Süleyman Efendi Hazretleri, İstanbul’da 3 Mart 1924 tarihinde kapatılan Osmanlı Medreselerinde 20-25 senede okutulan, Ulûm-u Diniyyeyi iki senede okutuyor, yetiştirdiği talebesinin tamamı Diyanet İşleri Reisliği tarafından açılan müftülük, vaizlik imtihanlarını kazanıyorlar” denilmiş. Hacı Ferşad Efendi önce inanmamış, inanamış, ihtimal vermemiş. Fakat bizzat İstanbul’a gelip efendi hazretleriyle görüşmek, okuttuğu talebeyi, okudukları dersleri, kitapları görmek, tanımak istemiş. İstanbul’da misafir edilmiş, hazret-i üstazımızı ziyaret etmiş, ders halkasına iştirak etmiş, okutulan kitapları, dersleri, talebenin  ilmî seviyesini bizzat tespit edip gördükten sonra Trabzon’a dönünce oğlu Hafız Yusuf’u “Eti senin kemiği benim” mantığıyla Süleyman efendi hazretlerine teslim ediyor. Hacı Ferşad Efendi’nin oğlu Hafız Yusuf Efendi diğer kutlu nesilden olanlar gibi, tekâmülü tamamlamış, Diyanet İşleri Reisliği tarafından açılmış müftülük, vaizlik imtihanını kazanmış, tayinini beklerken, geçirdiği ani bir rahatsızlık, cinnet neticesinde kendi hayatına son vermiştir. Bu hikaye’nin en hazin taraflarından birisi, Hafız Yusuf Efendi’nin hikayesidir. Bir başka hazin hikaye, yine bu nesilden, Hafız Ahmed Gül’ün hikayesidir ki onu da İnşâ Allah! gelecek yazıda anlatacağım.