PAPA’NIN IRAK ZİYARETİ !.. (6)

20.Asrın son çeyreğinde, 21.Asrın başlarında, İslâm Dünyasında aziz vatanımız Türkiyemizden başka Pakistan ve Bengladeş’i de hariç tutarsak halkının kahir ekseriyeti ehl-i sünnetten olan dört büyük ülke vardı.

Afganistan, Afganlardan, Özbek Türklerinden müteşekkil Afgan Milleti İslâm ile şerefyab olduklarından beridir aralarında Fırak-ı Dâlle’nin bulunmadığı, peygamberin ve ashabının yolunda itikadî olarak Mâtürîdî-Eşa’rî, amelen Hanefidirler.

Bu serinin başlarında müdellel olarak ifade ettiğimiz gibi halkının kahir ekseriyeti veya iktidarı elinde bulunduranların ehl-i sünnet akidesine sahip olan İslâm Ülkeleri, ABD derin devletinin, Evanjelistlerin, Dünya Kiliseler Birliğinin, Vatikan’ın ve Ortadoks Aleminin hedefinde mutlaka bölünmesi, zayıflatılması, nihâ-î olarak yok edilmesi gerekli ülkelerdir.

Afganistan, Asya’da hiç bir ülke ile her hangi bir sıkıntısı bulunmayan, kendi imkânları ile kavrulan   mütevâzî insanların yaşadığı huzur dolu bir ülke idi. Kendi içinde ve komşu ülkelerle öylesine bir sulh ve sükun içindeydi ki Pakistan, henüz Bangladeş Pakistan’dan ayrılmamıştı. Hindistan’dan ayrıldığında coğrafî olarak çok dar bir bölgeye sıkışıp kalmıştı. Afganistan Devleti, Pakistan hududundaki çok geniş bir bölgeyi, elli yıllığına Pakistan’a tahsis etmişti.

Kendi halinde huzurlu ülke haricî düşmanların adaveti, dahildekilerin ihanetiyle komünistler meşru idareye karşı bir darbede bulundular. Sovyetler Birliği yanlısı hainlerin davetiyle Sovyetler Birliği ülkeyi işgal etti. On yıla yakın Rus İşgali sırasında ülke iyice fakirleşti, emniyet ve huzur kalmadı.

Ülke halkından bilhassa Özbek Türklerinden pek çoğu başta Türkiye olmak üzere diğer ülkelere hicret etmek mecburiyetinde kaldı.

Emperyalist, ABD, Siyonist, Evanjelistler, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırılarını bahane ederek ”Taliban ile mücadele edeceğim, Afganistan’a emniyet ve huzur, refah getireceğim” diye Afganistan’ı işgal etti. İşgal öncesi gizli servis elemanları ve dahildeki işbirlikçileri vasıtasıyla bir saha çalışması yaptı. Bilhassa dağlık bölgelerdeki radyo, televizyon, gazete bulunmayan, dünyadan bî haber Afgan Köylülerine           ”Amerika gelse, size demokrasi, güvenlik, huzur ve refah getirse ne dersiniz? Yüz yaşını geçmiş bir yaşlı köylü: “Güzel şeyler söylüyorsunuz fakat bizim kabul etmememiz veya reddetmemiz bir şey ifade etmez. Acaba, İstanbul’daki halifemiz ne buyurur? Bizler asıl halifemizin sözüne uyarız” der. Bu müthiş cevap Amerikalıları çok şaşırtır. Birincisi, bu insanların dünyadan, dünyada olup bitenlerden habersiz olmaları, ikincisi bu ülkede Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinin tesirinin aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen hala devam ettiği. Hemen işgale karar verdiler, işgal ettiler. İşgal gerekçesi Taliban ile mücadele ve Taliban’ı yok etmek idi. Fakat her ülkede tatbik ettiği “tavşana kaç, tazıya tut” siyasetiyle Taliban’a her tür lojistik ve silah yardımını yaptı.Ülkeye ne emniyet, huzur ne de refah geldi.

Otuz yıla yaklaşan Amerikan işgali neredeyse koskoca bir İslâm Devletini yok olma noktasına getirdi. Patlayan bombalar, kitlesel ölümler, katliâmlar ramazan aylarında, bayram günlerinde bile hiç durmadı. Afgan Halkı bilhassa Özbek Türkleriyle diğer Türk Kavimleri mensupları her tür tehlikeyi, hatta ölümü göze alarak Afganistan’ı terk ettiler. Komşu ülke Pakistan’a, İran’a, İran’ı bir geçiş ülkesi olarak kullandılar, asıl hedefleri Türkiye, buradan da her hangi bir Avrupa Ülkesi.

Bilinenin aksine Afganistan kaynakları kıt, kurak ve dağlık bir ülke değildir. Dünyanın en zengin kömür madenlerine sahiptir. Mezar-ı Şerif Bölgesi bizim Çukurova Bölgemize benzer ılıman ve sulak tarım arazilerine sahiptir.Buğday, sebze, meyve çeşitleri ülkeye yettiği gibi ihracaat potansiyeline de sahiptir. Ayrıca halen Rusların işlettiği doğalgaz kuyuları da vardır. Afganistan bu haliyle bütün diğer dünya ülkelerine bir örneklik teşkil etmelidir. Afganistan önce ehl-i sünnet akidesini kaybetti, kendi içinde tefrikaya düştü, hain siyasetçiler, işgallere davetiye çıkardılar. Önce Rus işgali, sonra Amerikan işgali. Görüldü ki ülkelerin en büyük zenginliği, iyi yetişmiş, inançlı, milliyetçi insan gücüdür. İşgalciler işgal ettikleri ülkelere ne emniyet, huzur ne de refah getirir, ancak ülkenin bütün kaynaklarını sömürür.

Dünyanın en naif insanlarının yaşadığı, peygamberimizin duasına mazhar Yemen kıt imkanlarına rağmen mütevekkilane, huzur ve sükun içerisinde yaşarken, Suudî Arabistan ile hudut ihtilafı dışında ne komşularıyla ve ne de diğer ülkelerle bir meselesi olan bir ülke iken önce ”böl ve yönet” düsturuyla Yemen, kuzey-güney olarak ikiye bölündü. Bölünmenin halkla, coğrafya ile izah edilir bir tarafı yoktur. Bu bakımdan çapsız siyaset adamları bir ayrıldılar bir birleştiler. Ayrılığın hiç bir sebebinin olmadığını, birleşmelerinin gerektiğini anladıklarında Vehhâbî ve Şiî iki devletin ihtirasına kurban edildiler. İran, Yemen’de ehl-i sünnetten olan devlete karşı terör hareketlerine başlamıştı. İran, füze dahil ellerindeki bütün silahlarını devlete, meşrû idareye karşı kullanılmak üzere verdi. Vehhabî Suudî Arabistan da Kuveyt ve diğer bazı Körfez Emirlikleriyle oluşturduğu koalisyon ile merkezî hükumete destek verdi. Naif insanların ülkesi, peygamberin duasına mazhar ülke, ağıtlarımızda, türkülerimizde bizim olan bize en yakın ülke Yemen İlleri yok olmuştur. Şu an için Yemen, dünyada açlık, kıtlık, temiz su, hekime ve ilaca ulaşamamaktan en çok çocuk ölümlerinin meydana geldiği bir ülke durumundadır. Yiyecek bir lokma ekmeğe, içecek bir tas temiz suya, hastalığındahekime,ilaca ulaşamayan bir milletin inanç sistemini sorgulamak abestir. Yemen, dünyadaki en naif insanların yaşadığı, peygamberin duasına mazhar, halkının tamamının yüzde yüz ehl-i sünnet akidesine sahip ülke, Şîilere ve vehhabîlere yem edilmiş, İslâm alemi başta olmak üzere, bütün dünya seyretmiştir...