Aziz Recep Gülnârî Kardeşim. 

Gösterdiğiniz yakın alakaya çok teşekkür ederim. Bu zemin’e daha fazla katkı vermenizi beklerim. 

Değer’li Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 

Doğrudur, Haftalık Siyâsî Gazete UFUK’u, 1970 yılında, İslâm-Türk tarihinde zaferler ayı olarak kabul edilen, Ağustos Ayı’nın başlarında biz çıkarmaya başladık. Bâbıâlîde Sabah Gazetesini de Kasım 1971’de satın almıştık. 

Gazete, dergi, kitap ve takvim yayınlamak üzere, 1969 yılında, hâlen, kitap, takvim, aylık dergi yayını yapan bu arada kitap dağıtımına da aracılık eden, Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi’ni kurmuştuk. Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi’nin kurucuları arasındaydım. Bidâyetten i’tibaren bu şirketin kuruluş faaliyetlerini bendeniz yürütmüştüm. Ufuk Gazetesi çıktığından i’tibaren, kapanıncaya kadar Müessese Müdürlüğünü yaptım. Periyodik yazılarım ilk olarak Ufuk Gazetesi’nde yayınlandı. 

1971 yılında, Bâbıâlîde Sabah Gazetesini devraldığımızdan i’tibaren, uzunca bir müddet İmtiyaz Sahipliğini ve kapanıncaya kadar da Müessese Müdürlüğünü yaptım. 

Demem o’dur ki, Allah nasîp eder birgün yayınlamaya muvaffak olursak, “Bizim Bâbıâlî Mâceramız,” Hatıratımızda genişçe anlattığımız, bu Câmia’nın, Bâbıâlî Mâcerâsı’nın bütün sahnelerinde bu kardeşiniz vardı. Câmia’mızın ileri gelenleri tarafından iştiyakla karşılanan, Şirket kurma, gazete çıkarma faaliyetlerine, devrin Büyüğümüz önceleri biraz tereddüt ve ihtiyatla karşılamıştı. Fakat, daha sonraki yıllar’da, öylesine benimsemiş, öylesine destek vermişti ki, “Birinci derecede elbetteki vazifemiz, bid’atları izâle, sünnetlere temessük ve tecdid hareketi, ama, bir ile iki arasında eğer bir mertebe bulunsaydı, o mertebeye de gazete hizmetlerini koyardım,” buyurarak, gazete ve neşir faaliyetlerine ne kadar ehemmiyet atfettiğini ifade buyururdular. 

1970’li yıllar, Türk Siyâsî tarihine, 12 Mart 1971 Darbe’sinden sonra siyâsî, iktisâdî, içtimâî ve dinî hayatımız bakımından en istikrarsız dönem olarak geçen bu dönemde, eğer bu gazeteler olmasaydı ve bu gazeteler vasıtasıyla ciddî bir mücadele verilmeseydi, “Ellâ Mezhebiyye” (mezhepsizlik mezhebi), Diyânet İşleri Başkanlığı’nda, imam-hatip liselerinde, dinî eğitim verdiği ididasındaki yüksek okullarda hâkim olur, artık, Türkiye’de bir ehl-i Sünnetten bahsedilmezdi. Türkiye’de dinî hayat herhangi bir Arap ülkesindeki, meselâ Mısır, Suriye veya Suûdî Arabistan’daki gibi olurdu. 

Aziz Kardeşim. Şu an için size Can-ü Gönülden tavsiye edebileceğim herhangi bir gazete ve dergi yoktur. Şu anda benim de yazarları arasında bulunduğum, 2001 yılından beridir, yazdığım, Önce Vatan Gazetesi’nin Sahibi benim, 40-50 yıllık arkadaşımdır. Ciddî fikir gazete’lerin maalesef dağıtım problemleri vardır. Türkiye çapında, Kuzey Kıbrıs ve Avrupa’nın ba’zı ülkelerine dağıtım, 2 tröst dağıtım şirketinin elinde bulunmaktadır. Geçmişte dağıtım sancılarını çekmiş birisi olarak bilirim ki, ciddî bir fikir gazete’sini bu dağıtım şirketleriyle dağıtmaya kalkmak kuzuyu kurt’a teslim ederek bir yerden bir yere götürmesini talip etmek gibi bir şeydir. Bu bakımdan bu Gazete’yi istediğiniz yerde kağıda basılı olarak bulamayabilirsiniz. En kestirme ulaşma yolu yine de internet ortamıdır. Yorumlarınız silinmeden tarafıma muntazaman ulaştırılmaktadır. 

Aziz Kardeşim. Bendeniz, kısa fıkralar yazan bir fıkra yazarı değilim. Yazdıklarımı mümkün olduğunca, uzun araştırmalar ve delillendirmeler sonucu olarak yazmaya gayret ediyorum. Diğer hizmetlerim müvâcehesinde şimdilik ancak, haftada iki yazı yazabiliyorum, diğer hazırlıklarımız olgunlaştıkça, önceleri belki günlük tefrikalar halinde yayınlanır, sonra da kitap halinde sizlere takdim edilir. Bunun için du’a’larınızı bekliyorum. 

Aziz Kardeşlerim Şeref Şenyıl ve Ertuğrul Bektaş. 

Nüzûl-ü İsâ aleyhisselâm mes’elesi, müşkil ve müteşebbihattandır. Buhârî ve Müslim gibi Sahîheyn sahipleri Nüzul-ü İsâ ile alakalı hadisleri külliyatlarında göstermemişlerdir. Elbette, Haber-i Vâlid ile de sâbit ise de, ehl-i Sünnet âlimleri Nüzul-ü İsâ’ya inanırlar. Fakat asl olan hakikatine inanmak ve fakat keyfiyyetine girmemektir. 

Aziz Kardeşim Ergun Haksöyler. (Gerçek soyadınız ise çok güzel, değil de kendinize remz olarak almışsanız yine ne güzel.) 

Kadınlara has Ahkâm-i Şer’iyye yalnız kadınların özel halleriyle alakalı zannediliyor. O makalelerde bahsedilen kadınlara has hükümler ise kadınların özel günlerine, âdetlerine has hükümler değil, sefer (yolculuk) Halvet-i Sahiha ile alakalı hükümlerdir. Ba’zı hanım Kardeşlerimiz tarafından bu hükümlerin yadırganması yadırganmalıdır. 

Resim mevzuunda gâlibâ çok haklısınız. Mütebessim bir resim bulursam veya çektirebilirsem, değiştiririm. Bu zemine katkı vermeye devam ediniz Efendim. 

Aziz Kardeşim Üveys. Kutuplarda ve kutuplara yakın bölgelerde ba’zı vakitlerin bulunmadığı yerlerde namaz vakitlerinin tesbiti ve namazların nasıl eda edileceği hususunu uzun uzun, burada, bu sütunlarda anlatmıştık. 

Asıl sıkıntı, delillerin sarîh olmadığı, sarîh delillerden hüküm çıkarmanın mümkün olmadığı haller’de, ba’zen, örf’e (Ma’rûfe) ba’zen Belvâ-i Amme göre hareket edilir. 

Meselâ, kasaplık hayvanlar boğazlanırken, orada canlı olarak bizzat kese’nin veya kesenin yanında bulunan birisinin “Besmele”yi çekmesi “Bismillâh!” demesi şarttır. Fakat, büyük mezbahalarda fabrikasyon sistemiyle, aynı anda, yüzlerce büyükbaş, binlerce küçükbaş hayvanın kesilmesi sözkonusu ise, teker teker, Besmele çekilemiyorsa, hayvanların kesilme noktasındaki makina’lara “Besmele”nin yazılması, Belvâ-i Âmm’in bir gereği olarak kesilen hayvanın tahir olması için yeterli kabul edilmiştir. Örnek vererek ifade buyurduğunuz, bir vakit içinde aynı namazı ikinci def’a kılmak aslâ câiz değildir. Kutuplar’da ve kutuplara yakın yerde namaz vakitlerinin tesbiti ve namaz’ların edası için, şimdilik bulunan en iyi formül, namaz vakitlerinin, vakitlerin tam olduğu, en yakın bir İslâm Ülkesine göre veya en doğrusu Mekke arz ve tuluna göre ayarlayıp ona göre kılmaktır. 

Problem, dinî otorite boşluğundan kaynaklanmaktadır. Hele, Avrupa ülkelerinde, her cami imamı dinî bir otorite veya Şeyhulislâm... 

Aziz Usman Kardeşim. 

Şakird’lerden, Ruhiyatçı, uzman Prof.Dr. birisinin koyduğu teşhis ile, disleksi hastası olduğu, dengesiz görüşler ileri sürdüğü, doğrudan kendisine vahiy geldiğini iddia eden birisinin hangi sözüne inanılacak? 

Bu zât hayatı boyunca, Müceddid ile hiç karşılaşmadı. Müceddidi takdîr ettiğine ve hakkında hürmet ifade eden bir şeyler söylediğine dâir bizlere ve amme’ye intikâl etmiş hiçbir sözü yoktur. Bu sütûnlar’da, sözkonusu risâle’ler hakkında ansiklopedik çapta yazılar yazdım, şakird’lerden bile herhangi bir i’tiraz gelmedi. Said Nursî’nin risâle’lerini İmam-ı Rabbânî Evladı’na tavsiye etmeye yeltenmek bu Câmia’yı asla tanımamak ve kendisi Cehl-i Mürekkep halinde olmaktır. Bu hususta başka ne söyleyebilirim ki!.. 

Değerli Kardeşim İsmail Koç Beyefendi. 

İltifatınıza teşekkür ederim. Bu zemin’in formatı “Sor Suali, Al Cevabı,” formatı değildir. 

Ta’kibi kolay olsun diye, yorumcu’ların isimleri ve soyadları veya kendilerinin tesbit ettikleri remz’leri açıkca tasrih edildikten sonra verilen cevaplardan suallerin ve yorumların nelerden ibâret olduğu aşağı-yukarı anlaşılır. Ba’zı yorum ve suallere de imâlı ve ancak soru ve yorum sahibinin anlayacağı tarz’da cevaplar verilir. 

Şuana kadar bulduğumuz en iyi format olduğuna inandığımız için şimdilik bu format üzere devam ediyoruz. İleride daha iyi bir formül bulunursa “İlâhî emir” deği ya, değiştiririz. Ama, sizin bu zemine katkı vermeye devam etmeniz en büyük arzumuzdur. 

Ertuğrul Bektaş Kardeş, diğer hususlarda olduğu gibi “Hazret” kelimesinin kullanılması hususunda da çok haklısınız. Ba’zı terimlere lüzumundan, haddinden fazla ma’na’lar yüklüyor, sonra da birbirimizi hırpalamak için kullanıyoruz.