Aziz Kardeşim Sadık Ahmed. 

İsimler gökten inermiş derler. Ba’zı, baht’lı kimseler gerçekten, isimleriyle müsemmâdır. Evlâd’ın, babaları üzerindeki en mühim haklarından birisi de çocuklarına güzel bir isim vermeleridir. Sizin Vâlideyniniz gerçekten, size, “Kendi Güzel Adı Güzel, Muhammed-Mustafa’nın en güzel isimlerinden olan, İncil’de sarâhaten geçen, “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa; Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir Peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat, o kendilerine açık delil getirince bu apaçık bir sihir (büyü)dir,  dediler.” (Saf 61/6) 

Kâinat’ın Efendisi’nin pek çok isimden en güzelleri ve çok bilinenleri, Ahmed-ü-Muhammed-ü-Mahmud-u-Mustafa” isimlerinden ve “Hamd” kökünden “Ahmed” ismiyle müsemmâ olmak ne güzel! 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklar (doğrular) ile birlikte olun.” (Tevbe 9/119) 

Aziz Sadık Kardeşim. Rabbim sizi ve hepimizi her dâim, sadıklar’la birlikte eylesin! 

GELELİM SUALLERİNİZE: 

Elektriğin icadı ve yaygınlaşmasından i’tibâren, elektrik dalgalarını ses dalgasına çeviren ve gerektikçe sesi yükselten hoparlör, başta Selâtîn Cami’ler olmak üzere, büyük-küçük, bütün cami ve mescid’ler’de kullanılır olmuştur. Hoparlör’ler, ya elektrik’le, ya da pil ile çalışır. Elektriğin kesilmesi ve pillerin bitmesi durumunda, çalışmaz ve sesi nakletmez ve yükseltmez. Bu durum, vakit namazlarında, Cum’a, Bayram ve Terâvih namazları esnasında meydana geldiğinde, mekân içinde imam’ın sesinin çıplak olarak duyulmadığı kısımlarda imam’a uyanların asgarî, intikâl tekbirlerini duymadıkları mahal’de imam’a uymaları câiz değildir. Bu durumda, imam’ın sesini rahat ve engelsiz bir şekilde duyan bir münâdî’nin intikâl tekbirlerini tekrarlaması zarûrîdir. 

Mekândaki uç noktalara, duvar ve kapı engeli olan yerlerine intikal tekbirlerinin ulaştırılması açısından yeterince münâdî bulundurulur. 

Yıllar önceydi, İstanbul, Sultanahmed’de, Gülhane Parkı’nın tam karşısında bulunan, Zeynep Sultan Cami’inde-Zarife bir Sultan için yaptırılan bu Cami gerçekten, bir hanımefendi’nin gergefinden çıkmış iğne oyasıyla işlenmiş gibi, zarif bir Cami’dir. –Cum’a namazını eda ediyorduk. Cuma’nın ilk sünnetini kıldık, ezan okundu, Hatip hutbeyi bitirdi. Kâmet edildi, İftitah tekbiriyle birlikte, elektrikler kesildi, Cami’in bodrum katına da imam’ın çıplak sesi duyulmadığı için, en azından intikâl tekbirlerini duyamadığımız için, Cum’a namazımızı eda edememiştik. Elektriklerin ne zaman kesileceği, pillerin ne zaman arıza yapacağı, biteceği kestirilemediğinden mutlâk sûretle imam’ın sesinin çıplak sesinin ulaşamayacağı noktalara yeterince münâdî’ler vazifelendirilmelidir. Aksi takdirde bizim yıllarca önce duruma düşme ihtimâli her zaman mevcuttur. 

İstanbul’da, Sultanahmed Cami’i’nde, Cami’i’n ana kapısının, sağ ve sol tarafında birinci, revaklı-şadırvanlı avlu’ya bakan bölümde münâdî balkonları vardır. 

Ecdadımız, fıkıh hükümlerine uygun olarak cami’i’leri tasarlamışlar ve uygulamışlardır. 

Aziz Kardeşim Sadık Ahmed Beyefendi. 

Mâ’lum-u Âlîleriniz, vakit namaz’ın farz olmasının şartı olduğu gibi, sıhhatinin de şartıdır. Yâni, vakit girmeden namaz farz olmadığı gibi, vakti gelmeden-girmeden kılınan namaz da sahih değildir. 

“Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (dâima) Allah’ı zikredin (anın). Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; Çünkü namaz mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisâ 4/103) 

Bu vakitler, “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü Sabah namazı şâhitlidir.” (İsra 78) 

“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hûd 11/114) 

“(Resûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbi’ni övgü ile tesbih et; Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, sen, Allah’tan hoşnut olasın, (Alla da senden!) (Taha 20/130) 

(Kâdî Beyzâvî’ye göre, güneşin doğmasından önceki tesbih, sabah namazı; gecenin bir kısım saatlerinde ise akşam ve yatsı namazlarıdır “Gündüzün etrafında yâni başında ve sonunda tesbih et” ifadesiyle ehemmiyetine binâen, sabah ve akşam namazlarına ikinci def’a dikkat çekilmiştir.) 

“Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.” (Rûm 30/17, 18) 

(Abdullah İbn-i Abbas radiya’llahu anh’den gelen bir rivâyete göre, bu âyet, beş vakit namazı ihtiva etmektedir. Bu sebeple ekserî ulemâ, beş vakit namazın Mekke’de farz kılındığı kanaatindedirler. Haz.Peygamber salla’llahu aleyhi ve sellem bir hadis-i Şerif’lerinde, büyük sevap kazanmak isteyenlere, bu âyet-i Kerime’yi okumalarını tavsiye etmiştir.) 

Yukarıda meâllerini verdiğimiz âyet-i Kerime’lere göre, öğle, ikindi, akşam, yatsı, sabah beş vakit olarak ta’yin kılınmış ve hudud-u Mahsûsa ile tahdid ve ta’rifi de Sevgili Peygamber’imiz tarafından beyân ve tafsîl ve olunmuştur. Asr-ı Saâdet’den i’tibâren de, teâmülen de bütün Müslümanlar arasında Zarûrât-ı Diniyye’den olarak zabtolunmuş öylece kabul edilmiştir. 

“Namazlara ve orta namaza devam ediniz. Allah’a saygı ve bağlılık için de namaz kılın.” (Bakara 2/238) 

(Âyette geçen orta namazdan maksat, ikindi namazıdır. Zirâ, Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem Hendek Savaşı’nda şöyle buyurmuştur. “Orta namazdan ikindi namazından bizi alıkoydular. Allah onların evine ateş  doldursun!” (Gerçi orta namazın hangi namaz olduğunda farklı rivâyetler de vardır.) 

Namaz vakitleriyle alakalı âyet’lerden başka, bu orta namazla alakalı âyet-i Kerime’de farz olan namazların beş vakit olduğunu te’yit bir günde farz kılınan namazın beş vakit olduğuna, ma’kûlat nokta-i nazarından da şu veçihle izah edilebilir. 

Kâinatta her şeyin harekâtında, akışı içinde, beş mertebesi vardır. Nitekim, Eşref-i Mahlûk olan insan da doğar ve bir müddet neşv-ü nema devresi yaşar ve bu müddete sinni neşv-ü nema (oluşum ve büyüme yaşı) denilir. 

İkinci mertebe devri tevakkuftur (durduğu mertebe) bir müddet artıp-eksilmeyerek kemâl sıfatı üzere kalır. Ve bu müddete gençlik çağı denilir. Üçüncü mertebe devri kühûletir ki bu devirde insanda gizli bin nakîsa yüz gösterir ve bu müddete sinni kühûlet denilir. (Kühûlet, otuz yaşını geçmiş yavaş yavaş saçına sakalına ak düşme halidir.) 

Dördüncü mertebe devri şeyşûhat (yaşlılık devri) artık insanda açıktan açığa bir takım noksanlıklar açığa çıkmaya başlar ve ölünceye kadar gider buna da sinni şeyşûhat ve ihtiyarlık denilir. 

Beşinci mertebe, öldükten sonra bir müddet onun eserleri baki kalır. Fakat bir müddet sonra bu eserler, izler de mahv-u zâil olup, ortada ne bir eser ve ne de bir iz kalır. 

Bu âlem’de beş mertebe gerek insanda ve gerekse sâir hayvanât ve nebâtât, yaratılanların hepsinde câridir. 

Doğup-batışına nazaran güneş de bu beş hal ile alakalıdır. Meşriktan doğduğu sırada hali aynen insanın doğduğu hâli andırır, peyder pey yükselir, nuru, ısısı kuvvetlenir, şiddetlenir, nihâyet sema’nın ortasına gelir, bir lahza orada durur. Sonra inmeye başlar ve gizli noksanlarla tedricen ikindiye kadar gider. Sonra bütün noksanları ortaya çıkar ışığı, ısısı zayıflar düşüş artar ve hızla guruba, batışa teveccüh eyler. Gurubdan sonra batının ufkunda şafak denilen sarısı kalır sonra bu da zâil olur ve güneş bu âlemde hiç yokmuş gibi, mevcud değilmiş gibi bir hale gelir. 

Herkesin görebileceği bu haller ve mertebeler, Allah’tan başka hiç bir kudretin hâkim olamayacağı bu acîb-garîb her bir mertebe için Alla Teâlâ bu beş hal ve mertebeden her birini, bir emr-i İlâhî’ye alâmet kılarak her birinde bir namaz farz kılmış ve bu beş vakit namazı her günkü değişikliği ta’yin ve gösteren bir takvim gibi vazifeyi tanzim eden vakitlendirilmiş bir kitap yapmıştır. Bunun içindir ki, mü’minlerin namazları ne kadar intizam içinde olursa halleri de o nisbette intizam içinde olur. Böylece, namaz hem bir intizam vesiylesi hem de ferah ve inşirah gayesi olan bir şükran borcudur. Korku halinde ve emniyyet umulduğunda şevki artırır, fakat bütün vazife namazdan ibaret değildir, öyle zannedilmemelidir. 

Kutuplar’da ve ba’zı vakitlerin bulunmadığı memleketler’de namaz, oruç için ne yapılmalıdır, sorusunun cevabı İnşâ Allah! gelecek yazıda... 

“Değerli Şeref Şenyıl. 

Kısa cevap ve esprileriniz mükemmel. Fakat bu zemine daha fazla katkı vermenizi beklerim. 

Aziz Kardeşim Yusuf Kubat, uzun bir müddet yorumlarınızdan mahrum kalmıştık. Daha sık ve geniş yorumlarınızı bekliyorum. Mal ortada, keşfedilecek hazine filan da yoktur. Sarı altın gibi parlayan payetler, piyasada okkası beş paraya okka ile satılmaktadır. Hazineymiş! Eynesserâ ve’s-Süreyya! 

Pek Muhterem Kardeşim Ertuğrul Bektaş Beyefendi. 

Remiz değil, sarih adınızı soyadınızı kullanarak, yorum yaptığınız, haklı da olsanız, zaman zaman ma’ruz kalacağınız (benim ma’ruz kaldığım gibi) iftira ve aşağılanmaya göğüs gerdiğiniz için, sizi tebrik ediyor, bundan böyle daha cesûr yorumlar beklediğimi ifade ediyorum. 

Unutmayınz, başta Peygamber’imiz olmak üzere, yeryüzüne gönderilen bütün Peygamber’ler, kavimleri, ümmetleri tarafından en hafif ta’birle sihirbazlıkla itham olunmuşlardır. 

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki,) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli) kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiç bir kimsenin konuşmasına aldırmazlar). Bu Allah’ın dilediğine verdiği lütuftur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Mâide 5/54)