Teveccühlerinize iyi dileklerinize çok teşekkür ederim. Bu fikir bahçemize bir fide dikerek katkı verirseniz çok mutlu olurum.
- Pek Muhterem Özkan Dukan Beyefendi.
Aziz Kardeşim, internette dolaştırılan ve başkaca matbuatta yazılan-çizilenler, tam bir “Takiyye” örneğidir. Öyle ya! Baş Takiyyeci’ye, hâşâ! kendisine ba’zı ulûhiyet sıfatlarını lâyık görenler, Peygamber’lik üstü bir makam’a oturtmuşlar, onu tasdîk için, Haşâşîn’ler, binbir dereden su getiriyorlar.
Hâşâ! Tecessüm şöyle dursun, Sevgili Peygamber’imizin Muallâ, Mücellâ, Musaffâ Ruh-u Şereflerinin Teşriflerini tartışmadan önce, şu Türkçe Olimpiyatlarını bir tartışmamız gerekiyor;
Türkçe Olimpiyatları, Aziz Türk Milletini afyonlamak onların âlicenaplığını istismar ederek, Aziz Milleti’mizi sömürmek için hazırlanmış birer sirk gösterileriydi.
Bilindiği gibi sirk’ler, aç bırakarak, işkence ederek ba’zı hayvanlara belli beceriler kazandırılır, kapalı bir spor salonunda veya büyük bir çadır içinde para karşılığı bu hayvanlar insanlara seyrettirilir. Tıpkı, bunun gibi, Dünya Kiliseler Birliği’nin dünya’nın muhtelif ülkelerindeki okullarından ba’zı talebe’ye, sürekli ve metodik bir eğitim ile yabancı öğrencilerden ba’zılarına, Türkçe konuşma, Türkçe şarkı-türkü söyleme öğretiliyor. Bu çocuklar her yıl, belli günler’de Türkiye’ye getiriliyor, İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer büyük şehir’lerde, stadyumlarda, kapalı spor salonlarında çok geniş katılımlarla bu sirk oyunları sergileniyordu.
Holdingler, büyük şirketler, yarı resmî kuruluşlar bu sirk gösterilerine sponsorluk yapıyorlardı.
Afrika’nın derinliklerinden Afrikalı bir çocuğun, Rusya’dan bir Rus çocuğunun, Güney Amerikalı, Maya kültüründen herhangi bir çocuğun Türkçe şarkı-türkü söylemesi salonda bulunanları teshîr ediyordu. Bundan sonrası ise, holdinglerden, büyük şirketlerden, bol sıfırlı çekler, hükûmet ve devlet kapısında, her istediklerine kolayca kavuşmak!...
Müvâzî Hareket deşifre edildikten sonra i’tiraf olunmadı mı? “Ne istedilerse verdik,”...
Türkçe Olimpiyatlarına katılanlar, namazlı-abdestli cami cemaati filan değil, genelde bir Türkiye ortalaması. Orada, halka oluşturulup zikir de yapılmıyor, cemaatle namaz da kılınmıyordu. Muhtemeldir ki, aralarında gayr-i müslimlerle, ataistler ve başkaları vardı.
Orada söylenen şarkı-türküler’de, sözleri basit, hattâ ba’zılarının sözleri edep dışıdır. “Halimeyi samanlıkta bastılar, şalvarını gül dalına astılar” ne demektir?
Bir başka paradoks, dünya’nın muhtelif yerlerindeki bu okullar’da, Türkçe konuşma, Allah’tan-Peygamber’den, dinden bahsetmek katiyyetle yasaktır. Bu okullarda vazife yapan Türk öğretmenlerin, başkalarının görebileceği yerlerde namaz kılmaları da yasaktır.
Türkçe öğretilen ve sirk gösterileri için Türkiye’ye getirilen bu çocukların ekserisi Müslüman da değildir.
Bilindiği gibi bir hava yolu şirketi, yıllarca bu organizasyonlara sponsorluk yapmıştır. Afrika’dan, Güney Amerika’dan, Rusya’dan, dünya’nın diğer kıta’larından kâfilelerin getirilip-götürülmesi, trilyonlara baliğ olurdu.
Dönüş yolculuğunda, kabin âmirleri ve me’murları bilhassa, Afrikalı çocukların, kendi aralarında İngilizce konuştuklarını, birbirlerine Hıristiyanlara mahsus adlarla hitap ettiklerini görünce, şaşırırlar. Öyle ya! Bunlar, Türkiye’den, Türkçe Olimpiyatlarından dönen çocuklar. Kendi aralarında Türkçe konuşmalılar, birbirlerine de Müslüman isimleriyle hitap etmeliler değil mi?
“Birbirinize niçin Müslümanca isimlerle hitap etmiyorsunuz?”
“Elhamdüli’llâh, biz Hıristiyanız,” diye cevaplandırmışlar...
İşte! Hâşâ! Sümme hâşâ! Allah’ın Resûlü’nün teşrif buyurduğunu iddia ettikleri “Türkçe Olimpiyatlarının” iç yüzü budur. Başka bir şeyler ilâve etmeye bilmem gerek kalmış mıdır?
Aziz Kardeşim, Sâfiyane bir şekilde, “Şu toplantımıza veya bu toplantımıza Resûlüllah teşrif buyurdular,” demekle herhangi bir mü’min küfre düşmez. Ne var ki, bizzat ağzından duyduğumuz gibi, “zaman zaman, tecessüm etti, arkadaşlarımız da müşâhade etti,” gibi sözler, avam-ı nas için böyle bir tecessüm mümkün olmadığından, reankarnasyon olduğu için, kat’iyyetle küfürdür.
Müvâzî Hareket’in temel umdelerinden birisi, “Takiyye”dir. Dolayısiyle Türkiye’deki özel okul ve kolej’lerde ve dershânelerde uyguladıkları tam bir “Takiyye” dir.
Türkiye’de, dinî ve İslâmî hizmetlerde aslâ samîmî değildirler.
Okul, kolej ve dershâne işine başladıkları kırk yılı aşan bir zaman diliminde, Türkiye dâhilinde, Osmanlı coğrafyasında, tek bir cami, tek bir Kur’ân Kursu, tek bir İmam-Hatip Mektebi yaptırmamışlar, tek bir Müslüman evladına besmele çektirmemişlerdir.
Bilhassa, son on-oniki yıldan beridir, Başbakanlığa bağlı, kısaca TİKA (açılımı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı), TDV (açılımı, Türkiye Diyânet Vakfı) tarafından Osmanlı coğrafyası, Balkanlarda, Kafkasya’da binlerce eser ihyâ edildi, yeniden inşa edildi. Fakat, bu Müvâzî Hareket’in tek kuruşluk bir katkısı yoktur.
Türkiye’deki okulları, kolejleri ve dershaneler bir incelense, ekserisi, Millî Emlâk’a ait, yâ meccânen ya da sembolik bedellerle kapatılmış yerlerdir. Unutmayın! “Ne istedilerse verdik,” denilmedi mi?...
Müvâzî Hareket için Türkiye, Aziz Vatanımız, ilk fırsatta feda edilebilecek bir memlekettir. Onlar için vatan sevgisi ve bu vatan’a bağlılık sadece, sömürmek içindir. Türkiye’deki saf ve zararsız Müslümanlar’dan topladıkları, zekat, fitre Sadaka-i Fıtr ve diğer teberrûlar yanında, himmet vergisiyle, dünya’nın diğer ülkelerindeki Hıristiyan ve komünist çocuklarına İngilizce eğitim veriyorlar. Onları gelecekteki Tek Dünya, Tek Halk, Tek Din, Tek İnanç için avenjalist bir ruhla yeni nesiller için, biraz da ABD’de ve diğer Hıristiyan memleketlerinde yardıma muhtaç kiliselere ve Hıristiyan cemaatine yardım ediyorlar. Dünya’da, Hıristiyan, Yahûdî, Mecûsî, Hindû, Şinto, Ateist, herhangi bir inanç sahibi veya hiç inancı olmayanlarla diyalog’lar kuran, baş diyalogcu, Türkiye’de hiçbir kurum ve kuruluş ve herhangi bir şahısla diyalog kurmamıştır.
Ne Diyânet’le (eski bir mensubu olduğu halde) ve ne de herhangi bir cemaat ve câmia ile herhangi bir diyaloğu yoktur.
Keşke, bu zat’da “Pir-i Mugân” dediği üstadı gibi, İslâmî, Kur’ânî ilimleri küçümsemeyip, hiç değilse, Usûl-ü Fıkıh’tan Metn’in de metni sayılan, “Hulâsatü’l-Menar’ı” en azından okusaydı, aslâ, dalâlete düşmezdi. Merhûm, cennetmekân Kemal Kacar, “en azından Usûl-ü Fıkıh’tan “Muhtasarü’l-Menâr”ı, okuyup anlayan birisini, nefsinden başka hiç kimse dalâlete düşüremez,” buyururdular.
Aziz Kardeşim. Bu mes’eleyi bir daha açmamak üzere burada kapatılm...
- Aziz Ertuğrul Kardeşim..
Devlet-i Aliyye’mize, asîl, necîp milletimize tesâhup etmenizi hayranlıkla ve şükranla karşılarım. En az sizler kadar bendeniz de Devleti Aliyye ve asîl, necîb millet hayranıyımdır.
Sultan Abdülhamid, İttihad ve Terakkî hakkında söylediklerinize tamamen katılırım. Ancak, bilinmelidir ki, haricî münasebetler bakımından Devlet-i Aliyye’den, Cumhuriyet’e, temâdî, yâni devamlılık esastır.
Devlet-i Aliyye’den kalma bir borcun Cumhuriyet döneminde ödenmesinde hiçbir gariplik yoktur.
Devlet-i Aliyye zamanından kalma borç’ların, 1970’li yılların sonlarında ödendiğini, 1979’da devrin Maliye Bakanı, Aziz Dostum, İsmet Sezgin Bey ve Maliye Bakanlığı Müsteşarı Turan Kıvanç’tan bizzat duymuştum.
Kendisinden öncekilerin yaptıkları ağır borç yüküne karşı, baştan başa, Memâlik-i Osmaniyye’yi imar eden, Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretlerini kim rahmetle ve minnetle anmaz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun...