Azîze, Muhtere’me, Havva Üçbaş Hanımefendi. 

Siz, Merhûme, Muhtereme Vâlidem’in babası, Dedem, Çolak Hasan Ağa’nın Soyadını taşıyorsunuz. Keşke biraz daha yakından kendinizi tanıtmış olsaydınız, ziyadesiyle memnun kalırdım. İltifatınıza, sağlık, afiyet temennî’lerinize, çok teşekkür ederim. Bu zemine katkı vermeye devam etmenizi, yorum, dilek ve suallerinizle bu zemini daha da zenginleştirmenizi beklerim. 

Pek Muhterem, Osman Karaman Beyefendi Kardeşimiz: 

Yaklaşık 40 yıl öncesine dayanan bir ihtilâf’ın, bir fitne’nin sebeplerini taraf’larını, haklı-haksız olanı, yazmak, hatırlatmak, gönülleri dilhûn eden, yakan ve artık küllenmiş görünen bir ateş’in yeniden körüklenmesi, demek olur. Oysa ki, Sevgili Peygamber’imiz, “Fitne uyumaktadır. Her kim, onu uyandırırsa, Allah ona la’net eder,” buyurmuştur. Üstelik, bu fitne’de başaktör olarak görünenlerden her ikisi de, ebediyyete intikâl etmiştir. Allah’ın huzurunda hisaplaşacaklardır. Artık, bundan sonra bizlere düşen sükût, sükût, sükuuut! olmalıdır. Keşke, vakti zamanında, fitne zuhur ettiğinde, ateşe benzinle yaklaşmak yerine, su veya köpükle söndürmeye gayret etseydik, en azından, bir kenara çekilip sükût edip, fitne ateşinin bir an önce söndürülmesi için du’â’da bulunsaydık daha iyi olurdu. 

Haz.Osman radiya’llâhu anh Efendimizin şehid edilmesi üzerine, Ashab-ı Güzîn arasında zuhur eden büyük fitne’de, Ebû Zer el-Gıfârî radiya’llâhu anh, Efendimiz gibi, Kibâr-ı Sahâbe’den ba’zıları, bu fitne’ye taraf olmamak için, Medine-i Münevvere’yi terk edip Bâdiye’de, çadır hayatını tercih etmişlerdir. 

Azîz Kardeşim, Hafız Hüseyin, Hüseyin Kaplan Ağabey, Benim için, aynı zaman’da, Hafız Hüseyin için, mu’temed olan bir Kardeşimize, sizin ta’birinizle, vetire’de, bilerek veya bilmeyerek, bana ta’n eden, söven, hakâret eden hattâ, Tekfir’e kadar götüren, bütün kardeşlerime hakkımı helâl ediyorum. Haklarını helâl edip-etmemek, kendilerine kalmış. Lütfen, mümkün olduğunca, kardeşlerimize iletiniz,” diye vasiyet etmiştir. 

Aziz Kardeşim, Osman Karaman Beyefendi. 

Bura’da taraflar, hak ile bâtıl, küfür’le İslâm gibi zıddıyet ifade eden taraflar değildir. Aslında, aynı tarafta olanların, uslûp, Tarz-ı İdâre gibi, bazı hususlarda, ters düşmeleriydi, yoksa “Minkülli Vechin,” derinlemesine bir ihtilâf değildi. Benim durumum, bîtaraflık değil, hem taraflık idi. İllâ da, tarafsınız, diyorsanız, mutlâk surette birisinin her gün, her dâim, yanında ve emrinde, onun izin ve haberiyle, diğer tarafla da temas halinde olmak, diye ta’rif edebiliriz. 

Temas ve görüşmeler için izin aldığıma, devrin Büyüğümüzün, Naibi durumundaki Muhterem Hocamız, Hüseyin Kumaş Beyefendi şahid’dirler. Kendileri, çok şükür, hâlen hayattadırlar. Bu vesiyle ile kendilerine sağlıklı uzun ömürler niyaz ederim. 

İsâbet buyurdunuz! Her hususta aynı fikirde olmamız beklenmemelidir. “Müsâdeme-i Efkâr’dan, Berîka-i Hakîkat Çıkar,” denilmemiş midir? Tenkid edebilirsiniz. Hattâ ağır tenkid’lerde bulunabilirsiniz. Ama, hakaret etmemelisiniz. Fikirler ne olursa olsun, fikirlere fikirle karşılık verilmelidir. Ancak, fikri olmayanlar, fikir serdetmekten aciz olur, sövme ve hakâret yolunu seçerler. Ta’n ettikleri ve şetm ettikleri kimselerde, söyledikleri bulunmuyorsa iftira olur ki, iftira en büyük günahlardandır. 

Yazdıklarınız ne güzel! 

“Gezdim dolaştım, Basra Halep; 

Her yerde ettim ilim edep. 

İlim sonra gelir imiş, 

Önce edep illâ edep...”

Osman Bey! Edirne’deki, Cihân Mi’marı, Koca Sinan’ın, yaptığı ve “Ustalık,” eserim dediği, Muhteşem Eseri, Büyük Selimiye, Küçük Selimiye değil, yalnız “Selimiye”dir. Oysa ki, İstanbul’da, Üçüncü Selim zamanında yaptırılan iki cami vardır; birisi Büyük Selimiye, diğeri Küçük Selimiye... Selimiye Kışlasının yanında bulunan, “Büyük Selimiye’dir. Etrafında, muvazzaf ve emekli askerler iskân ederler. 1964 yılının Ramazan ayında, Terâvih Namazlarından önce bir ay müddetle bu Cami’de va’az ettiğim için yakından bilmekteyim. 

Osman Bey! Benim, 1970’li yılların başından i’tibaren, Dr. Tayyar Altıkulaç Bey ile temaslarım ve münasebetim, devrin Büyüğü, Merhûm, Beyağabeyimizin izniyle bilgisi dahilinde, hatta bizzat emirleriyle olmuştur. Zaman zaman, kendisiyle yaptığım görüşmelere, görüştüğümüz mevzu’lar i’tibariyle, Mehmed Arıkan Hocamız, Necati Tosun ve kendisine, T.B.M.M.’sinde en ağır tenkidlerde bulunan, İçel eski Milletvekili, Ali Ak Bey de katılmışlardır. –Bilindiği üzere, Ali Ak Bey, 1977-1980 döneminde İçel Milletvekili olarak T.B.M.M.’sinde bulunmuştu.-

Dr. Tayyar Altıkulaç, 15 Temmuz 1971 tarihinde Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığı’na getirilmişti. (Bu dönem’de, Diyânet İşleri Başkanlığı’na vekâleten Lütfi Doğan bakıyordu.) Yaşar Tunagür ve Ekibi’nin, dosyalarında, Kocaman bir (S) harfi bulunanların neredeyse tamamının tasfiyesi gerçekleşmiş, Tayyar Altıkulaç ve arkadaşlarına bu konuda fazla bir iş bırakmamışlardı. Ancak o tarihler’de mer’iyyet olan, yeni bir Kur’ân Kursu açılmasını neredeyse imkânsız hâle getiren ve mevcud Kur’ân Kurs’larının da kapanmasına müncer olan, Kur’ân Kurs’ları Yönetmeliğini uygulayan Tunagür Ekibinin unuttuğu veya ihmal ettiği tasfiyeleri tamamlamak da Dr. Tayyar Altıkulaç’a düşmüştü. 

Sevgili Peygamberimiz, şirk üzere ölen, ba’zı şahıslara meziyetlerinden dolayı esef etmiştir; İmrü’l-Kıys için, yüksek derece’de şiir kabiliyyeti nâşi, Nûş-i Revân için, adaletinden dolayı... 

Dr. Tayyar Altıkulaç bir neslin ileri gelenlerindendir, İmam-Hatip neslinin öncülerindendir. Mesleğine Müezzin olarak başlamış, kademe, kademe Diyânet İşleri Başkanlığı’na kadar yükselmiştir. Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığı’nda Din Eğitimi Genel Müdürlüğü, iki dönem milletvekilliği, bu her iki dönemde de, Parlamento’da, Millî Eğitim ve Gençlik Komisyonu Başkanlığı yapmıştır. İlerlemiş yaşına rağmen, (1938 Kastamonu-Devrekani doğumludur.) Türkiye Diyânet Vakfı’nın kurduğu, T.C. 29 Mayıs Üniversitesi, Mütevellî Hey’eti Başkanı’dır. Ayrıca, Azerbaycan Devleti, Bakü Üniversitesi’nin İlâhiyat Fakülte’sini kurmuş ve bir dönem Kurucu Dekan olarak vazife yapmıştır. 

Karşınızda bulunan ya da rakîplerinizi iyi tanırsanız, mücadelede avantaj sağlarsınız. Bu bakımdan rakiplerinizin meziyetlerini bilmeniz, söylemenizde, i’tiraf etmenizde bir mahsur yoktur. Evet! Dr. Tayyar Altıkulaç, kendi idealleri ve da’vası için, zeki’dir, müdebbir’dir, dirâyet sahibidir. Tam da, “Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun,” Atasözümüzün Mâsadakı bir durum... 

“Bilhassa, Kenan Evren Döneminde ve onunla işbirliği halinde en meş’ûm zararları vermiş bir şahıs,” bu ifade ve bu görüş tam bir “Şehir Efsanesidir.” 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Kenan Evren döneminde, akıllı, tedbirli, dirâyetli bir şekilde idare edilen, hiçbir müessesemize hiçbir zarar gelmemiştir. Tedbirsiz, dirayetsiz idare edilen, tamamı da yirmiyi geçmeyen kurs’lar hakkında ta’kibat başlatılmış ise de bir kısmı için ta’kipsizlik kararları verilmiş, bir kısmı da mahkemeler huzurunda bera’etle neticelenmiştir. 

Devrin Büyüğü, Merhûm, Beyağabeyimiz Kemal Kacar da dahil, ba’zı ihvan’ın bir süre tutuklu kalmalarına sebebiyet veren, Antalya ta’kibatı ise, tamamen, bir arkadaşımızın akılsızlığı, tedbirsizliği ve dirayetten mahrum olmasından kaynaklanmıştır. (Daha önceki yazılarımızda bu hususta geniş ma’lumat bulabilirsiniz.) 

Mecelli-i Ahkâm-ı İslâmiyye’nin, bir maddesi aynen şöyledir: 

- “Def’i Mazarrat, Celb-i Menfe’attan evlâdır,”

Benim Dr. Tayyar Altıkulaç Bey ile münasebetlerim hep bu çerçeve içinde devam etmiştir. Ve o münasebetlerin, bilhassa, 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra sıklaşması ve neredeyse her güne inmesi, bu dönemde, Câmia’mıza karşı vukuu muhtemel pek çok mazarratı def’etmiştir. Tarih bunu elbette kayda almıştır. Bir gün gelecek herkes ama, herkes bu hakîkatlere muttali olacaktır. Zaman zaman, yeri geldikçe, bu hakikatler, bu köşe’de veya “Cum’a Sohbeti” Köşesi’nde, dile getirilecektir...