Muhterem Samet Bilek Beyefendi’nin yorum ve suallerine cevapların devamıdır.
- “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’dir.” diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır.” (Mâide 5/17)
- “Yahûdiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesih’i (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir (sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (Tevbe 9/30)
(Yahudilerin mukaddes kitaplarını taşıyan sandık birkaç kez düşmanlarının eline geçmiş, Mukaddes kitap saldırıya uğramış ve bizzat Haz. Musa’ya verilen levhalar kaybolmuştur. Yâhûdî din adamları hafızalarında kalan bazı Tevrat âyet’lerini parça parça yazmışlardı. Bâbil esaretinde iyi bir yazıcı olan kâhin Ezrâ, şifâhî ve kısmen yazılı olan rivâyetleri bir araya toplayıp Yâhûdî mukaddes kitabını meydana çıkarmıştı. Bu hizmetinden dolayı Ezrâ, İsrailoğullarının saygısını kazanmış, bu saygı zamanla o kadar aşırı bir noktaya varmış ki Yâhûdî’ler, Ezrâ’yı Allah’ın oğlu saymışlardır. İşte yukarıdaki âyette buna işâret edilmektedir.)
- “Andolsun ki “Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih “Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri cehennemdir ve zalimler için yardımcılar yoktur” demişti.” (Mâide 5/72)
- “Andolsun ‘Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer diyegeldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.” (Mâide 5/73)
- Ehl-i Kitap olmayan günümüz Yâhûdî ve Hıristiyan’ları hem kâfir, aynı zamanda da müşriktirler.
Yukarıda meâlini verdiğim Mâide Suresi, 72. âyet-i Kerime’sinde, Allah’ın kâfirlere ve müşrik’lere cenneti haram kıldığı açıkca beyan buyrulmuştur.
- “Bizim âyet’lerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları böyle cezalandırırız.” (A’raf 7/40)
Kur’ân’ın eşsiz fesahat ve belâgatının bir örneğidir. Burada aslâ mümkün olmayacak, yâni muhal’in bir ifadesi vardır. Sünnetüllah ve âdeten deve’nin iğnenin gözüne girmesi mümkün değildir. Bunun için muhal’dir. Dolayısiyle de kâfirlerin, müşrik’lerin (Hıristiyan ve Yahûdî) fark etmez cennete girmeleri muhaldir.
- “Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) asla bağışlamaz; bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisâ 4/48)
- “Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır!” (Nisâ 4/116)
(İlgili hadisler, bu ve benzeri âyet’lerin birlikte değerlendirilmesi sonunda anlaşılan odur ki, Allah Teâlâ zerre kadar iman ile âhirete intikâl eden mü’minleri bile, adâleti icabı, ya bir müddet cezalandırdıktan sonra, yahut tevbe ile keffaret, iyi ameller, musîbetlere karşı sabır gibi sebeplerle, yahut da böyle bir sebebe dayanmaksızın affetmekte, bağışlamaktadır. İmansız olarak, inkâr ve şirk içinde hayatını tamamlayanları ise bağışlamayacağı bu âyetten kesin olarak ortaya çıkmaktadır.)
- “(Âyet’lerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın meleklerin ve tüm insanların la’neti onların üzerinedir.” (Bakara 2/161)
“Onlar ebediyyen la’net içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır.” (Bakara 2/162)
“Allahınız bir tek Allah’tır. O’dan başka ilâh yoktur. O, rahmandır, rahîm’dir.” (Bakara 2/163)
- “Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” (Beyyine 98/6)
“Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri rahmetinden kovmuştur. Onlara çılgın bir ateş (cehennem) hazırlamıştır.” (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.” (Ahzab 33/64, 65)
- “De ki; doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” “De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah’a karşı beni kimse himaye edemez. O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam”. “(Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki, ona (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin 72/21, 22, 23)
- Hıristiyan’ların kâfir ve müşrik oldukları kesin âyet-i Kerime’lerle sabittir. Yukarıya meâllerini aldığım âyet-i Kerime’lerle de kâfirleri, müşriklerin, münâfıkların cehennem’de ebediyyen kalacakları açıkça beyân buyrulmuştur. 
“Nahnü Nahkumü Bi’z-Zavâhir,” Nas’ların zâhirlerinden udûl etmek dönmek için, mücbir bir sebep olmadıkça zâhir’leriyle hükmedilir. Dolayısiyle yukarıya meâllerini aldığımız âyet-i Kerime’ler son derece sarîh ve muhkem âyet’lerdir. Başkaca te’vile, tefsire müsâid değildir. Öyle olunca, bu âyet-i Kerime’lere başkaca te’viller, tefsirler getirmek ya da zâhirinden udûl etmek (dönmek), Murad-ı İlâhî’ye aykırı yorum olur ki, bu da Allah’ın âyet’lerini, ilim dışı bir hareketle kendi görüşlerine âlet etmek olur ki, işte bu küfürdür!... 
- Edille-i Şer’iyye’nin iki temel delili, Kur’ân ve Hadim-i Peygamberî ile, kâfir’lerin ve müşrik’lerin ebediyyen cehennemde kalacakları sarahaten beyan buyrulmuş olmasına rağmen, birisi çıkar da mazlûm (zulüm görmüş) Hıristiyan’lar cennete gireceklerdir,” derse, üstelik, gûya, haksızlığa ve zulme uğradığını iddia ettiği bu Hıristiyan’lara bir de şehid’lik mertebesi verirse, bu iddia’da bulunan kimse katmerli kâfir olur. 
- Hıristiyan severlik, babalarının bahçesiymiş gibi, Hıristiyan, Yahûdî, Mecâî, bilumum müşrik ve kâfirleri cennete sokmaları, yalnız günümüzdeki, ma’lûm ve ma’hud zât’ın ma’rifeti değil, onun ismini hiç zikretmediği, kendi en yakın arkadaşlarının bile anlamadığı, Haz.Pir-i Mugan dediği, zât ile başlamıştır. –Mübâlağa ettiğimi zannetmeyin. Bu sütunlarda, “Haşhâşîn”, serlevhasıyla yazdığımız yazıda genişçe izah etmiştim. Ma’lûm ve ma’hud zât’ın etrafında topladığı kimseler, gerçekten, Zarûrât-ı Diniyye’yi okuyabilseydiler, “Ben öfkelenince yeryüzünde fırtınalar, zelzeleler, âfât meydana gelir,” diyerek, hâşâ! Ulûhiyet iddiasında bulunan birisinin etrafında sebât ederler miydi? 
Yalnız, bir kimse’nin imanına veya küfrüne hükmetmek için, aklî meleke’sinin yerinde olup-olmadığına bakılır; “Lâdîne Limen Lâ Akla leh,” (aklı olmayanın dini de olmaz.) İslâm hukukunda, akıl Medâr-ı Teklif’tir. 
“Çağın Vicdanı Bedîüzzaman” adını verdiği eserinde, Prof.Dr. Nevzat Tarhan, Said Kürdî’nin, (Said Nursî) bir ruh ve akıl hastalığı olan, tıp da, “disleksi” diye bilinen bir ruhi hastalığa mübtelâ olduğunu yazar. 
Zâten, risâlelerinde sık sık tekrarladığı, “ihtar olundu”, “Birden kalbime geldi”, “Bu risâleler doğrudan Levh-i Mahfûz’dan indirildi.” Hâşâ! Sümme, sümme hâşâ! “Bu risâle’ler, Kur’ân-ı Kerim’in delilidir.” gibi, akıl, şuur, iz’an, insaf ve vicdan sahibi birisinin söyleyeceği şeyler değildir. 
- Pek Muhterem ve Azîz Kardeşlerim. Orhan Reis, Metin, Ertuğrul, Abdullah Kara, H.Arık, Şeref Şenyıl, Hâlisâne du’a’larınız ve şifa temennîlerinize sonsuz teşekkürler. Yorumlarınıza ve görüşlerinize lütfen devam ediniz. Hepsini cevaplandıracağım. İnşâllah!