“Çitgez” remziyle yorum yapan Değerli Kardeşim, 
“Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat”, diye bir şey yok demek, aslında “Peygamber de yok, O’nun sünneti de yoktur,” demektir.
Değerli kardeşim, Sevgili Peygamber’imiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir hadisi Şerif’lerinde, “Musa Aleyhisselâm kardeşimin kavmi yetmiş bir fırkaya, İsâ aleyhisselâm kardeşimin kavmi 72 fırka’ya, benim ümmetim de yakın bir gelecekte, 73 (yetmişüç) fırka’ya ayrılır. Bir fırka müstesnâ, bunların hepsi cehenneme gidecektir. Ancak bir fırka kurtulacaktır.” Orada bulunanlar, “Ey Allah’ın Resûlü! O Fırka-i Nâciye (kurtulacak fırka) kimdir?” dediklerinde: 
- “Benim ve Ashabımın yolunda olanlardır,” buyurmuştur. 
Peygamber’in kavlî, fîlî, sükûtî sünnet’lerine, hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin sünnetlerine temessük edenlere, Allah’ın ve Resûlü’nün yolundan ayrılmayıp, tefrika’ya düşmeyenlere, “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat” denilir. Ümmet-i Muhammed’den olduklarını iddia etmekle birlikte, muhtelif fırkalara ayrılanlara da “Fırka-ı Dâlle” denilir. 
- Şîa, İmâmiyye, Zeydiyye, Mu’tezile gibi, Ehl-i Sünnet dışı fırka’ların mevcudiyeti sosyolojik bir hakikattir. 
Ehl-i Sünnet İ’tikadı, Şîa İ’tikadı, Ehl-i Sünnet Fıkhı, Şîa Fıkhı gibi mevzu’ların işlendiği kütüphaneler dolusu çalışmaları nereye koyacağız? 
- Ashab-ı Güzîn arasında hiçbir fark gözetmeksizin hepsini sevmek, hepsini hayırla yâd etmek, sırasıyla Haz. Ebû Bekr’in, sonra Haz. Ömer’in faziletlerine, ayırım yapmadan Haz. Osman ve Haz. Ali’yi sevmek gibi, Şîa’da olduğu gibi çıplak ayak üzerine değil, mes üzerine meshetmek gibi, devletin başı veya cemaate namazı kıldıran kimseler olarak imamların, ma’sum olmadığı, olmasının gerekli olmadığı, fâcir ve fasık imamların arkasında kural olarak namaz kılınabileceği gibi... 
Temel Ehl-i Sünnet kurallarına ne yapacağız? 
Fırak-ı Dâlle’den olanların, sünneti ve Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaati inkâr edenlerin ığva’larına sakın aldanmayınız... 
- Pek Muhterem Abdullah Kara Beyefendi, 
Evveliyetle, yazılarımıza ve bu zemine gösterdiğiniz alakaya ve sitayişkâr sözlerinize teşekkür ederim. 
Bilindiği gibi, İmam-ı A’zam Ebû Hanife, Numan bin Sâbit Efendi Hazret’leri, Hicret-i Nebeviyye’nin 70. yılında tevellüd etmiş, Hicrî 150. yılında 80 yaşında, irtihâl-i Dâr-ı Bekâ eylemiştir. 
Ashâb-ı Kiram’dan, Enes bin Mâlik, Abdullah bin Evfâ, Sehl bin Sa’d-es-Sâidî ve Ebû el-Tufeyl ile görüşme şerefine nâil olmuştur. Ayrıca, Tâbiîn’den Pek Mübârek zevât ile de görüşme imkânı bulmuş, ba’zılarından zâhirî ilimler’de, ba’zılarından da bâtinî ilimlerde çok istifade etmiştir. 
Peygamber’imizden i’tibâren, teselsül eden, Zikr-i Hafî Yolu’nun, daha sonra, bu silsile’nin 15. Kutbu, Kutbu’l-Aktap, Muhammed Bahâüddîn Nakşibend (k.s.) Efendi Hazretleri’nin ismine izâfeten, “Nakşibendiyye Tarîkatı Âliye”sinde, Silsile-i Zeheb ve Silsile-i Saâdât’ın 4. Halkası, İmam-ı Ca’fer-i Sadık (k.s.) Efendi Hazretleri, baba tarafından Sevgili Peygamberi’mizin torunu, anne tarafından Haz.Sıddık-ı Ekber’in torunudur. 
İmam Muhammed Ca’fer-i Sâdık, İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazretleri’nin muasırıdır, aralarında iki yaş farkı vardır. Rivâyetler muhtelif, ya İmam-ı A’zam, Muhammed Ca’fer-i Sadıktan iki yaş küçüktür, ya da tersi, iki yaş büyüktür. 
Akran olmalarına rağmen, İmam-ı A’zam rahimehullah, Muhammed Ca’fer-i Sâdık’a fıkıh dersleri vermiş, İmam Muhammed Ca’fer-i Sadık da ma’nevî cihetten İmam-ı A’zam Ebû Hanife Hazretleri’ni irşad etmiştir. İmam-ı A’zam, bunun üzerine, “Levlessenetân Lehelekennuman,” meşhûr sözünü söylemiştir. (Eğer son iki sene olmasaydı, Numan mutlaka helâk olurdu.) 
İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin bu mübarek sözü ve tesbiti gösterir ki, kişi, zâhirî ilimler’de ne kadar ileri gitmiş, “yedi tûla” sahibi ise de, kalbini tasfiye, nefsini tezkiye edememişse sonu helâktır. 
Bilindiği gibi, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’in i’tikatta mezhebi Ebû Mansur-u Mâtürîdî’nin ve İmam Ebu’l-Hasan el-Eşa’rî’nin mezhebidir; Bir-kaç, teferruata dâir mes’ele dışında, esas mes’elelerde ihtilafı bulunmayan, Mâtürîdî ve Eşa’rî mezheplerinden, Mâtüridî Mezhebini daha ziyâde Hanefî’ler taklid eder, Eşa’rî Mezhebini de Şâfiî Kardeşlerimiz taklid ederler. 
- İ’tikâdî hususlarda çözüme kavuşturulmamış hiçbir mes’ele bulunmamaktadır. Dolayısiyle de, i’tikâdî mes’elelerde yeni yeni içtihad’lara ve görüşlere ihtiyaç bulunmamaktadır. 
- Ehl-i Sünnet’in amelî mezhepleri, Hanafiyye, Şâfî’iyye, Mâlikiyye ve Hanbeliyye’dir. Edille-i Şer’iyye’den ilk ikisi ve esasları olan Kitap ve Sünnet’in ışığında, “Allah onlardan razı olsun, sa’y’lerini meşkûr eylesin!” Bu ümmetin uleması insanüstü Say-ü Gayretleriyle hakkında kat’î delil, (âyet ve tevâtür derecesinde hadis) bulunmayan hususlarda isâbetli içtihadlar ve mukayeseler ortaya koyarak, amelî ve fıkhî mes’eleler üzerine hükümler va’zetmişler, bu hükümler, fakîh’ler tarafından izah edilerek, kütüphaneler dolduran, ciltlerle kitaplarda yazılmıştır. 
- Amelî ve Fıkhî, çözülmemiş hemen hemen hiçbir mes’ele de kalmamış gibidir. Efâl-i İbâd’dan, ibâdetlere ait, haram, mekruh, müfsid gibi hallere ait, halledilmemiş bir mes’ele yoksa da, gelişen, ticaret Bey-ü Şira (Alış-Veriş) ile alakalı ortaya çıkan müşkillerin halli için ise, yeni mezheplere ihtiyaç yoktur. 
Bu kabil mes’elelerde geçmiş Ulemamızın içtihad’lara kıyas ile kolayca halledilebilecek mes’elelerdendir. 
Günümüzde, mezhebe, müçtehide ihtiyaç yok. Fakat, mezhep imamları, müçtehid’lerimizin ortaya koyduğu içtihadları hakkıyla anlayabilecek ve bunları günümüz Müslümanlarına doğru bir şekilde aktarabilecek alimlere ihtiyaç vardır. 
Günümüzde ortaya çıkan amelî ve fıkhî bir mes’ele’nin halli için o devirdeki ulema’nın ekseriyyetinin icmâ etmiş olmaları, isabetli neticelere müncer olur. Peygamber’imizin “Benim Ümmetim, (Ümmetimin Uleması) aslâ dalalet üzerinde içtima etmez,” hadisi bu hususta bir te’minattır. 
Nitekim, Cumhuriyet döneminde, Diyânet İşleri Reisliği kurulduktan sonra, 1965 yılına kadar, Diyânet İşleri Reisliği Müşavere Hey’eti, 1965 yılından i’tibâren, Din İşleri Yüksek Kurulu, kendilerine intikâl ettirilen (ferdî, Müslüman’lardan herhangi bir dinî mes’ele’de müracaat halinde veya TBMM’sinden, üniversite’lerden) dinî bir mes’ele hakkında, Müşavere Hey’eti görüşü veya Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı olarak, İslâm Dini’nin esaslarına, hattâ Eh- l-i Sünnet’in esaslarına aykırı düşebilecek bir görüş veya karar verilmemiştir. 
- Ferda ferda, Müşavere Hey’etinden birisi hata etmiş olabilir, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan herhangi bir üye şahsen sorulduğunda anlış bir fetva verebilir. Ancak, içtima ettiklerinde, hep birlikte müzâkere ettiklerinde, ortaya çıkan nihâî fetva veya karar isâbetlidir. 
- Ertuğrul remziyle dâimî yorumcu’larımızdan Değerli Kardeşim, 
“Foyası Meydana Çıktı” yorumunuzla alakalı olarak, bizim yıllardır yazdığımız hususların bugün başkaları tarafından yoğun bir şekilde dillendirilmesi memleketimizin bir ayıbı ve kaybıdır. 
Sadece, “Ba’de Harâbi’l-Basra” diyebiliriz. 
Ertuğrul Kardeş, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde, Irak’ın kuzeyinde ve İstanbul’da, işaret ettiğiniz zattan teselsül ettirilen gruplar, uzun yıllardır, başında bekledikleri değirmenin suyunun kesik olduğunu bizim yazılarımızdan öğrendiler. Öfke’nin ve celallenmelerinin asıl sebebi budur. O zât’ın teselsülünün kopuk, nisbetinin sahih olmadığını söyleyen sadece ben değilim. Tasavvuf tarihine biraz vâkıf olan herkes bu durumu tesbit edebilir. 
Ben, bir fotoğraf çektim, ilgilenenlere sundum. Fotoğraf hoşunuza gitmiyorsa, fotoğrafa ve fotoğrafı çekene kızılmaz. Ancak takdir edilir.