Gurbetten Sıla’ya remzini kullanan Beyefendiye: 
Bu zemin, Sanal Bir Sohbet Meclisidir; sohbete katılanlar, sohbet meclisinde bulunanlar, asgarî sohbet meclisinin ve usullerine riâyet etmek mecburiyetindedirler. Bu Meclis’in âdâbı, Meclis’te bulunan, diğer ehl-i Sohbet mensuplarına ve bu meclise bir şekilde taraf olanların değerlerine hakâret edilmesine izin vermez. 
Oysa ki, en başta, sizi bu Meclis’e bir nev’i da’vet eden, kabul eden, görüşlerinize değer vererek, yorumlayan, yorumlarınızı cevaplandıran kişiye hakâret ediyor, çirkin bir uslûp kullanıyor, aslâ nâzik ve kibar birisinin ağızından-kaleminden çıkmaması gereken argo kelimeler kullanarak, nasıl bir uslûba sahip olduğunuzu ortaya koyuyorsunuz. 
“Uslub-u Beyân, Ayniyle İnsan,” denilmiştir. 
Uslûbunuz, hakâret’leriniz, yalnız şahsımla alakalı, zâtımı hedef alıcı bir tarz’da olsaydı, sineye çeker, “Tevekkeltü Ale’llâh, Üfevvizü Emrî İle’llâh,” der, kendimi teselli etmeye çalışırdım. Fakat, ben, İlk İnsan, İlk Peygamber Haz.Âdem aleyhisselâm’ın Zürriyyetindenim. Haz. İbrahim aleyhisselâm’ın Milletindenim. Haz.Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiziin Ümmetindenim.
İ’tikâdî Mezhebim, Mâtürîdî’lik, i’tikâden, Mâtürîdî’yim, amelen, Hanefî’yim, Meşreben, Nakşibendî-Müceddidî’yim. Kendimi bu asırdaki İmam-ı Rabbânî Kutlu Kervanı’nın en arkasındaki “Topal Kıtmîr”i addeder, bunu kendim için şereflerin en büyüğü sayarım. 
İşte bütün bu sebeplerle, şahsıma yapılan üslupsuzluğu ve hakaretleri bir yere kadar anlayışla karşılayabilirim. Fakat, zürriyetime, ümmetliğime, Mezhebime, Meşrebime, Ma’nevi değerlerime aslâ söz söyletmem. Mümtâz bir câmia arasında çıkması muhtemel bir-kaç kişi yüzünden, ya da, münferid ba’zı vaka’ları istismar ederek koskoca bir Câmia’yı karalamanıza izin vermem. Hem sonra, siz kim oluyorsunuz da, bu devirde, İmam-ı Rabbânî Evladının kimler olduğuna veya kimlerin olmadığına karar veriyorsunuz? 
2001 yılından beridir, bu zeminde yazılar yazdım, sanal sohbetlerde bulundum. Bütün yazılarım, sohbetlerim internet ortamında muhafaza altındadır. Her bir yazımın altına bugün de rahatlıkla imzamı atarım. Ellâ Mezhebiyye ile aramızda Himalâya Dağları kadar fark vardır; Ellâ Mezhebiyye virüsü bir insana girdimi nerede duracağı belli olmaz. Bu virüs’ün herhangi bir bünye’ye girdiğinin en bâriz belirtisi, (A’râzı) semptomu, kişinin sık sık, “Ben ne Sünniyim, ne de Şiîyim,” demeye, böylece, sayıklamaya başlamasıdır. Hastalığın ilerleyen safhalarında, sünnet-Hadis düşmanlığı nükseder. “Kur’ân bana yeter, ben ancak Kur’ân’a inanırım, Kur’ân’da varsa inanırım, yoksa inanmam demeye başlar. Ehl-i Sünnet dairesindeki Hak Mezhep’leri inkâr ettiği için Fırak-ı Dâlle’yi tasvip etmeye başlar. Şîa’yı, İslâm Dairesinde bir hak mezhep olarak kabul etmeye başlar. 
“Ben, ne sünnîyim, ne de şiî’yim,” demek, “ben hâriciyim, ben selefi’yim, ben İşid’im-Daişim, Nusrâ’danım, Nuseyrî’yim ve Ehl-i Sünnet haricindeki bütün Fırak-ı Dâlle’ye mensubum, demektir. Hattâ, “ben Şiî’yim,” demektir. 
Ellâ Mezhebiyye’nin en büyük hastalıklarından birisi de, Ashab-ı Güzîn düşmanlığıdır; şöyle ki, nasıl Şîa, “hilâfet, aslında Haz.Ali’nin hakkıydı. Haz.Ebû Bekr, Haz.Ömer ve Haz.Osman (rıdvânu’llâhi aleyhim Ecmeîn) Hazerâtı hilâfet makamını gasbettiler. Dolaysiyle de bunlar ve bunlara bi’at eden diğer bütün Ashab-ı GÜzîn zâlimdirler,” denilerek, Ashab-ı Güzîn ta’an edilir ve onlara la’net edilirse, Ellâ Mezhebiyye mensupları da, Haz.Osman’ın şehîd edilmesi üzerine zuhur eden büyük fitne’de, taraflardan birisine ta’an ederler ve la’netlerler. 
Oysa ki, Ellâ Mezhebiyye mensup’larının kâfilesi’nin, Resûlullah ile çıktığı tek bir harb’de, Haz.Muâviye radiya’llâhu anh’in atı’nın burnuna giren tozlar kadar bir kıymet-i Harbiyyeleri yoktur. 
Cumhurbaşkanı, sizin gibi herhangi bir Ellâ Mezhebiyye mensubu gibi konuşamaz, davranamaz. “Ben, ne Şiî’yim, ne de Sünnî’yim, ben sadece Müslümanım,” demesi, sadece bendenizi değil, Türkiye’de ve dünya’nın muhtelif yerlerinde yaşayan birbuçuk milyar’dan fazla Ehl-i Sünnet mensubu Müslümanı üzmüştür. Bu sözlerden sadece şiî’ler, hâricî’ler, selefî’ler, nusra’dan olanlar, nuse- yrî’ler memnun kalmışlardır. 
Cumhurbaşkanı’nın hiç aksatmadan Cum’a namazlarını ve çocukluğundan beridir, beş vakit namazlarını kıldığı biliniyor. Cum’a namazlarını, Ankara, İstanbul ve Batı illerinde, Hanefî imamların arkasında Doğu illerine gittiğinde de, Şâfî imamların arkasında eda ettiği bilinmektedir. Ailesi, yakınları, doğup büyüdüğü, İstanbul-Kasımpaşa muhiti, dînî eğitimini aldığı, İstanbul İmam-Hatip Mektebindeki hoca’ları, Mâtürîdî, Hanefî idiler. Bildiğimiz kadarıyla kendileri de, Mâtürîdî ve Hanefî’dirler. 
“Ben Mâtürîdî’yim, ben Hanefî’yim, Mâlikiyim, Şâfiî’yim, Hanbelî’yim”, de- mek, “Ben Müslümanım,” demeye mâni teşkil etmez. 
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâ- nî Hazret’leri, iftiharla, “Neseben Öme- rî’m, yâni, Haz.Ömer’in nesebine mensubum, i’tikâden Mâtürîdî’yim, amelen, Hanefî’yim, meşreben, Nakşî’yim,” buyurur. 
Gurbetten Sıla’ya remzini kullanan Beyefendiye: 
Farkındayım, uzun bir müddetten beridir, sabrımın sınırlarını zorluyor, bu zemini zehirli, bid’î görüşlerinizle işgal etmeye çalışıyorsunuz. Mütecâviz, şahsıma karşı hakâreteâmiz Câmia’mız mensuplarını aşağılayıcı, değerlerimizi tazyîf ve tahkir edici görüşlerinize, doğrudan olmasa bile, cevaplandırırken dolaylı olarak yer vermiş olmam, aslâ size ve görüşlerinize saygı duyduğumdan değil, benim aldığım, ailevî, dinî, mezhebi, meşrebî edep ve terbiyenin bir gereği idi. Bekledim ve ümid ettim. Belki ba’zı şeyleri anlatabilirim. Heyhât! “Arîzü’l-Kafâ,” olanlara fazla bir şey anlatmak maalesef, mümkün olmuyor. 
Bu zemini, bu Sanal Sohbet Meclisi’ni ikili diyaloğun yaşandığı ve başka kimseye faidesiz bir zemin olarak devamına izin veremem. Bu bakımdan, bu “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar, (2/31)”, serlevhalı yazı, size verdiğim, vereceğim son cevap olacaktır. Bundan sonra, yorumlarınızı aslâ cevaplandırmayacağım. 
Sebebine gelince: Evveliyetle ifâde edeyim ki, yorumlarınızda artık terbiye sınırlarını o kadar aştınız ki, benim de nihâyet bir sabır ve tahammül sınırım vardır. “Lafı K.... anlamak” gibi galiz bir teşbihi, asgarî edep ve terbiye’den nasibini almış birisi, ne günlük konuşmalarda ağzından çıkarır ve ne de yazıya döker. 
Ba’zı Yorumcu’larımızın sizin hakkınızda, Ehl-i Nifâk ve mürted olmakla ithamlarına tam olarak katılmasam bile, Sahabe düşmanlığınız, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, “Mâ Ene Aleyhi ve Ashâbî,” diye ta’rif ve tasvîf buyurduğu Fırka-i Nâciye düşmanlığınız, bilumum Fırak-ı Dâlle’yi tasvibiniz, Turuk-u Âliye’den günümüze ula- şabilmiş, Nakşibendiyye, Müceddiyye Kolunun Mürşidi, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri (Kuddise Sırruhû)’ya ve onun müntesiplerine olan düşmanlığınız, “Ben ne Sünnî’yim, ne de Şiî’yim,” diyerek, ehl-i Sünnet düşmanlığınız, ehl-i Sünnet düşmanlığı aslında, Edille-i Şer’iyye’den, Asle’l-Usûl olan, âyetten sonra gelen sünneti ve hadis’i inkâr etmektir. 
Bütün bu sebeplerle, sizin Ehl-i Bid’atten olduğunuz şüphe götürmez. İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (K.S.) Hazretleri Mektubat-ı Kudsiye’lerindeki ba’zı Mektup’larında, “Ehl-i Bid’atle sohbet, Ehl-i Küfürle sohbetten daha tehlikelidir,” buyurur. Zirâ, Ehl-i Küfr’ün fikri-zikri bellidir. Tedbirinizi alırsınız. Lâkin, Ehl-i Bid’atın ne zaman sizi bir açmaza sokacağını tahmin edemezsiniz. 
Yine İmam-ı Rabbânî Mektubatındaki ba’zı Mektuplarında: 
“Ehl-i Bid’at ile sohbet, öldürücü zehirdir, Ehl-i Bid’at ile sohbet, diken demetini çıplak elle tersinden sıvazlamaktır. (Meraklısına, “Semmün Kâtilün,” “Ve Hartü’l-Katâd,” 
Öldürücü zehirden ve her hafta diken demetini çıplak elle sıvazlamaktan bıktığım için bâdemâ, sizin yorumlarınıza bu zeminde cevap verilmeyecektir...