OSMAN ERTÜRK KARDEŞİMİZE, Vakitler ve Temkin uygulamasıyla alakalı cevapların devamıdır. 

Namaz vakitleriyle alakalı olarak en sarih bilgiler, İkinci Murad ve İkinci Mehmed, Fatih Sultan Mehmed Han dönemi müderrislerinden, Kazasker, Edirne Kadılığı, İstanbul’un ilk Kadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine İstanbul Kadılığı, ayrıca, Galata ve Üsküdar Kadılıklarında bulunan, nihâyet, Ayasofya Medrese’si Müderrisliğinde de bulunan Büyük Osmanlı Âlimi, Molla Hüsrev’in (Vefatı 885/1480) Dürerü’l-hükkâm adlı eserinde bulunmaktadır. Molla Hüsrev’in Dürer’den başka Usûl-ü Fıkıh hakkında bir de Mir’âtü’l-usûl-ü vardır. Gerek Mir’ât ve gerekse Dürer ba’zı şerh ve haşiyeleriyle birlikte Osmanlı Medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca, Şer’î hukuk sahasında kadılar-hâkimler, ihtilâfların çözümünde, Dürer’i resmî bir başvuru kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Ana dili Türkçe olan Mollâ Hüsrev Hazret’lerinin Dürerü’l-hükkâm ve Mir’âtü’l-usûl gibi muhalled eserleri Arapça olarak te’lif etmiş olması onun hem Arabî lisana ve hem de Usûl-ü Fıkıh ve Fıkıh ilmine vukufiyyeti bakımından Şâyân-ı Dikkattir. 

Biz dönelim, Molla Hüsrev’e ve te’lifi, Muhalled Eseri, Dürerü’l-Hükkâm eserine. 

Molla Hüsrev Hazret’leri Dürerü’l-hükkâm adlı Muhalled Eserinde, “Kitâbü’s-Salât,” babında, Vaktin, namaz’ların hem vücubunun, hem de sıhhatinin şartı olduğunu beyan ettikten sonra: 

- Sabah namazının vakti, Fecr-i Sadık’ın doğuşundan i’tibâren güneşin doğumuna kadar olan vakit. Fecr-i Sâdık, Sabah-ı Sâdık olarak isimlendirilen ufuk’da beliren yaygın beyazlıktır. Bundan önce ufukta beliren beyazlığa ise Fecr-i Kâzip denilmektedir. Zirâ, Cebrâil aleyhisselâm iki gün arka arkaya gelerek, birinci gün, Fecr-i Sadıkta –tanyeri ağardığında, ikinci gün, ortalık iyice aydınlandığında, neredeyse, güneşin doğmasına yakın bir zamanda imamlık yaparak Allah’ın Resûlüne namaz kıldırmıştır ve “bu iki vakit, senin ve ümmetin için vakittir,” buyurmuştur. 

- Öğle Namazının vakti, Güneş’in zevâlinden, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zaman aralığıdır. Güneş’in gölgesinin en kısa olduğu zaman zevâl vaktidir. 

- İkindi Vakti, her şeyin gölgesinin iki misli olduğu anda başlar güneşin batışına kadar devam eder. 

(Bir cismin fey’i zevaldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiğinde, yâni cismin gölgesi fey’i zevâl –cismin yüksekliği kadar uzunluktaki gölge boyuna geldiğinde ikindi namazının birinci vakti, (Asr-ı Evvel), bu imameyn’in kavlidir. Cismin fey’i zevaldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar gölge eklendiğinde, ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur. Bu vakte, “Asr-ı Sânî,” denilir ve bu İmam-ı Âzam’ın kavlidir. Hanafî Ekolüne mensup Müslümanlar umûmiyyetle, Asr-ı Sânî vaktini tercih etmişlerdir. “Fey,” sözlükte rücu etmek-dönmek demektir. Istılah’ta ise, gündüzün tam yarısında batıdan-doğuya dönen bir gölgedir.” 

- Akşam’ın Vakti: Güneşin battığı andan i’tibâren, ufuk’ta meydana gelen kızıllıktan sonraki şafak’ın (beyazlığın) kaybolmasına kadar devam eder. (Bu İmam-ı Â’zam Ebû Hanife’nin kavlidir.) İmam-ı Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed’e göre, ufuk’ta beliren kızıllıkla, akşam vakti sona erer. 

- Yatsı ve Vitir Vakti: Ufuk’ta şafak’ın (beyazlığın) kaybolmasından gurubundan i’tibâren, Fecr-i Sâdık’ın (tanyerinin) doğduğu vakte kadar devam eder. 

Sabah namazını, tertîl üzere kırk âyet okuyabileceği, lüzumu halinde namazını iade etmesi gerekirse iade edebileceği zaman’a kadar te’hir etmek, Öğle Namazını, yaz aylarında-sıcak günlerde serinleyinceye kadar te’hir, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar te’hir, uyanabileceğine güveni varsa vitir namazını sabah vaktine kadar te’hir, (uyunabileceğine inanamıyorsa uyumadan önce vitrini kalması daha evlâdır.) Kış günlerinde öğle namazlarında acele etmek, akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstehabtır. 

Fakîh’lere, fıkıh ölçülerine göre, namaz vakitleri böylece hülâsa edilmiştir. Namaz vakitleri fıkhî esaslara göre, -çıplak gözle rü’yet bu esaslardan birisidir.- ta’yin ve tespit edilirken, arz derecesi (enlem), tûl (boylam) saat dilimi, yükseklik, arazi genişliği gibi pek çok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar da kullanılmaktadır. Israrla “Temkin,”den, (ihtiyattan, “bahseden temkin ve ihtiyata mutlakâ, uyulması gerektiğini söyleyen takvimciler göre, İkindi vaktinin bitişi ve akşam vaktinin girmesinde bir ihtilâf, temkin ve ihtiyat söz konusu değil. Takvimcilere göre akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan, ihtiyaten yatsı vaktinden 15-20 dakîka önce bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde 15 dakika evvel, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdırlar. Yâni, yatsı vakit girmezden, 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.” 

Diğer vakitlerde de temkin ve ihtiyat bakımından bir ihtilâf söz konusu olmadığına göre, Diyânet İşleri Başkanlığı ile Takvimciler arasındaki ihtilâf, yatsı namazının bitimi ile, sabah namazının başlangıcında düğümlenmektedir. 

Bakara Suresi, (2/187)’de, oruç gece’lerinde tâ siyah iplikten beyaz iplik size tebeyyün (açık ve net olarak), edinceye kadar bunlar, (yemek, içmek, münâsebet), helâl ve mubahtır. Fakat yanlış anlamayınız, hangi beyaz iplik bilir misiniz? “Mine’l-Fecr,” fecir’den olan, Fecr-i Sadık’tan bir cüz olan beyaz iplik –Yânî sabahleyin şafak sökünceye, tan yeri iplik gibi ağarıncaya kadar, bütün gece bunlara, yemeye, içmeye, münasebete me’zûniyet vardır. İmsâk vakti sabah’ın bu beyaz ipliği zuhur edeceği andır. Âyet-i Kerime’deki “Hattâ,” lafzı’nın maba’di (arkası), makablinde (önünde) -ıstılâhî ta’biriyle- gâye mugayya’da dâhil olmadığı için beyaz iplik tebeyyün ettiği zaman imsak da başlamış bulunmak farzdır. Beyaz iplikten müste’âr olarak Fecr-i Sâdık tam olarak tebeyyün etmemiş ise, yememek müstehaptır. Yenmesi halinde, kaza lâzım gelmez. Zira Fecr-i Sadık’ın tebeyyünü ilm-i Yakîn demektir. 

Fecr-i Sadıktan müste’âr, Beyaz iplik, siyah iplik,” âyet-i Kerimesi nazil olduğunda, rivâyetlere göre, Adiy bin Hatem diyor ki, bu ayet nazil olunca, develerin ayaklarını bağladığımız biri beyaz biri siyah iki ince ip aldım. Onları yastığımın altına koydum. Gecenin bittiği an baktım fakat beyazı siyah’tan ayırd edemedim. Sabahleyin Resûlüllah’ın huzuruna vardım, yaptıklarımı söyledim. Resûlüllah, tebessüm etti, “Senin kafa biraz genişlemiş,” buyurdu. (Bu ta’bir, kişilerin belâhetlerinin bir delili olarak kullanılırdı.) Buradaki beyaz iplik, siyah iplik’ten maksadın, gündüzün beyazlığı, gecenin karanlığıdır.” buyurdular. 

Bunun üzerine, “Mine’l-Fecr,” (fecir’den i’tibâren) beyanı nâzil olarak, (beyaz iplik, siyah iplik,)’ten manây-i Murad’ın ne olduğu tasrih buyrulmuştur. “Beyaz İpliğin,” lugavî ma’nası olmayıp mecâzî müteârefi olan fecr-i Sadık (tanyeri ağarması) ve şerî ölçülerde günün (Nehârın) başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Fecrin hâkîkati Subhı sadıktır. Subhı kâzib’e ancak kazip kaydiyle “Fecr-i Kâzip,” denilir. Bundan dolayı, günün başlangıcının ve imsâk’ın farz olması, Fecr-i Sadık’ın bidayetinden, başladığında icmâ vardır. 

Fecr-i Kâzip ile Fecr-i Sadık arasında ba’zı benzerlikler var ise de, önemli detay farkları bulunduğundan muvakkitler, fecr-i Sâdık’ı, kolayca tespit ve ta’yin edebilirler.

Namaz vakitleri ve buna bağlı olarak Ramazan ayı orucu’na başlama ve sonlandırma vakitleri, (imsâk ve iftar vakitleri), hem fıkhî ölçülerde, hem rü’yet şeklinde (son zamanlarda bu çalışmalara en son teknolojik cihazlarla yapılan tarassud ve ölçümler de bu çalışmalara inzimam ettirilmiştir.) 

Temkîn ve ihtiyat vakitlerine mutlakâ riâyet edilmesi gerektiğini şiddetle savunan “Takvimcilerin”, argümanları, “temkinli ve ihtiyatlı vakitlerin, İslâm âleminde ve 1982 yılına kadar Türkiye’de, Diyânet İşleri Başkanlığınca çıkarılan Diyânet Takvimi de dâhil, bütün takvimler de kullanılmış olduğudur. 

Temkinsiz ve ihtiyatsız vakit uygulamasına, 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile, Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından kaldırılmıştır. Temlik ve ihtiyat vakitlerine uyulması gerektiğini şiddetle savunan Takvimci’ler, Diyânet Temkin ve ihtiyatı kaldırma kararından sonra, 1983, 1984 yılı takvimlerinde temkin ve ihtiyat vakitlerini kaldırmışlardır. Daha sonra Takvim ta’kipçilerin mektupları ve şifâhî talepleri üzerine yeniden temkin ve ihtiyat vakitlerine dönmüşler. Buna mukâbil, 1982 yılında Temkin ve ihtiyat’lı vakit uygulamasını sonlandıran Diyânet İşleri Başkanlığı yetkilileri, “Temkin uygulaması, bilhassa imsâk vaktinde 20 dakîkalık temkin uygulaması, büyük ihtilâflara ve fitneye sebep olmaya başlamıştı. Diyânet İşleri Başkanlığı’na yapılan müracaatlardan, sahur vaktinde erken uyanamayanların, temkin vaktinde bir bardak suyu bile içmesine izin verilmemesi üzerine, o günkü orucuna niyetlenmeyenler olmuştu. Temkin vaktinin başlangıcında sala veriliyor, ba’zıları sabah vaktidir, diye sabah namazlarını kılmaya kalkıyordular. 

Doğrudur, Fıkhî vakitlerin, zaman içinde, güneş saati, su saati, kum saati ve yakın asırlarda, mekanik saatlerle doğrulama, ta’yin ve tespit üzerine belki Temkin ve ihtiyat’a lüzum görülebilirdi. Oysa ki, Diyânet İşleri Başkanlığı, muvakkitleri, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Uzay Bilimleri bölümü, Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi, tarafından geliştirilmiş, en son, teknolojik cihazlarla ve sıfır hata ile fakihlerin ta’yin ve tespit ettiği vakitler tespit edilmekte ve vakit çizelgeleri beher yıl Nisan ayı i’tibariyle memleketimizde ve ba’zı İslâm ülkelerinde takvimcilerimizin istifadesine sunulmaktadır. 

Aslında namaz ve oruca başlama (imsâk), sonlandırma, (iftâr) vakitlerinin, güneş saati, su saati ve kum saatiyle tesbit edildiği bir zamanda değiliz. Mekânik, dijital saatlerin, radyo-televizyon’un bulunmadığı herkesin ufka bakarak iftar ettiği, ufka bakarak oruca başladığı bir dönemde de değiliz. 

İmsak vaktinde daha önceleri uygulanan ve Takvimci’lerin halen de uyguladıkları, 20 dakîkalık Temkîn vakti geceye ve gündüze dâhil olmayan gri bir bölge değildir. Gece’nin son vakti ile sabah’ın ilk vakti arasında gecenin bir cüzüdür. Dolayısiyle o gece’nin yatsı namazını kılmamış birisi kazaya bırakmak yerine yatsı namazını kılabilir. Gece’den bir cüz olduğu için de, ezan okununcaya kadar fecr-i Sadık’ın tebeyyünü ve imsâk dakikasına kadar yiyebilir, içebilir. 

Mes’eleyi daha fazla i’zâm etmeye lüzum yoktur. En azından, sizin takviminiz, bizim takvimimiz, sizin vaktiniz, bizim vaktimiz tartışmalarına bir son verilmelidir. Vakitlerin tespitinde dakika ve sâniye farkı hata varsa, Belvâ-i Âm diyelim...