Pek Muhterem Kardeşimiz, Osman Ertürk Beyefendiye: 

“Ramazan-ı Şerif gelmişken oruç’ta-imsak’ta temkin’i işlerseniz, seviniriz,” buyuruyorsunuz. Temkîn, yalnız bu Mübârek Ramazan Ayı’nın mes’elesi değil, bütün Ramazan’ların, namaz vakitlerindeki temkin de yıl içindeki bütün vakitler için geçerlidir. Diğer taraftan “Temkîn,” mes’ele’nin öznesi de değildir. Bütün mes’ele imsak’ın veya iftar’ın vakitlerinin girip-girmediği, ya da namaz vakitlerinin girip-girmediği mes’elesidir. 

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabah’ın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşam’a kadar da orucu tamamlayın.” (Bakara 2/187) 

(Oruç’un farz kılındığı ilk yıllarda Müslümanlar oruç tutmaya başladıklarında sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimseler, akşam iftar edince yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Ba’zı Müslümanlar dayanamayıp kadınlarına yaklaştılar. Ba’zıları iftardan hemen sonra yorgun düştüklerinden hemen uyuyup yemedikleri-içmedikleri için ferdası gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Allah, mü’minlere merhamet etti ve bir kolaylık olmak üzere bu âyet-i Kerime’yi indirdi. “Beyaz iplik ve siyah iplik’ten” maksadı, “mine’L-FECR; (tanyerinin ağarmasından) ilâvesi açıklığa kavuşturmuştur. Buna göre, orucun başlaması gereken zaman (imsâk) güneşin doğmasına değil, fecr’in doğmasına yâni tanyerinin ağarmaya başlamasına bağlıdır. İplik ta’biri de, tanyeri, ağarmasının başlangıcını ifâde etmektedir. Aydınlık yayılıp yükselince artık ona “Beyaz iplik,” denmez. Aydınlığın başladığı an sahurun bittiği ve imsâk’ın başladığı, aynı zamanda sabah namazı vaktinin de girdiği andır.) 

“Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim onda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık Allah’ı ta’zîm etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 2/185) 

Resul-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- “Ayı gördüğünüzde oruç tutunuz, yine ayı gördüğünüzde iftar ediniz.” buyurmuştur.

“Namaz bitince de ayakta, oturarak ve yanınız üzerinde yatarken (dâimâ) Allah’ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz mü’minler üzerine vakitleri belli bir farz’dır.” (Nisâ 4/103) 

İslâm’ın şartlarından-farz’larından, namaz ve oruç için vakit şarttır; Hac için ise hem vakit şartı vardır, hem de mekân şartı vardır. Hac’da zaman şartı; Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim, Bakara suresi, 198. âyette, “Hac bilinen aylardadır,” buyurmaktadır Resûl-i Ekrem Efendimiz de “Hac Arafe’den ibârettir,” buyurmuştur. Vedâ Haccı’nda bizzat tesbit ve ilân etmiştir ki, “Burası neresidir?” Ashab, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” diye, cevap verince, “Burası Arafat’tır,” buyurmuştur. “Bugün hangi gündür?” sualine karşı yine Ashabı, “Allah ve Resûlü bilir,” diye cevap verince, “Bugün, Zilhicce Ayının 9. günüdür,”  buyurarak, Hac ibadeti için hem zaman ve hem de mekân tesbiti yapmıştır. Menâsik-i Hâc için tesbit edilen zaman’ların ve mekân’ların dışındaki zamanlarda ve mekanlar’da hac ibâdeti ifa edilemez. 

NAMAZ VAKİTLERİ: 

Namaz’larda vakit, bir taraftan vücubunun şartı, diğer taraftan sıhhatinin şartıdır. Vakit girmeden herhangi bir Müslüman’a namaz farz kılınmadığı gibi vakit girmeden evvel kılınan namaz da sahîh olmaz. 

Beş vakit namazın vakitlerini ilk tespit ve ta’yin eden Cebrail aleyhisselâm’dır; Şöyle ki, Câbir İbn-i Abdullah, İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre radiya’llâhu anhüm)’den rivayet edilen bir hadis-i Şerif’te, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- Cibrîl Aleyhisselâm bana iki def’a (iki gün) Beyt-i Muazzama’nın yanında imam oldu. İlk gün, güneşin gölgesi bir nâleyn tasması kadar uzadığında öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşamı, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek içmek haram olduğunda sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını gecenin sülüsüne (üçte birine) doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana: 

- “Yâ Muhammed! Bu, senden evvelki Peygamber’lerin vaktidir. Namazların vakti bu ikişer vakitler arasındadır,” dedi. 

Cibril-ü Emîn iki gün arda arda gelerek birinci gün namazların ilk vaktini, ikinci gün son vaktini fiîlî olarak göstermiştir. 

Asr-ı Saâdette ve onu ta’kip eden ilk asırlarda, Cibril-ü Eminin ta’yin ve tespit ettiği vakitler’de namaz kılınmıştır. Vahiy ile müeyyed, Allah’ın Resûlü vakit geldiğinde, Bilâl-i Habeşî Hazretlerine, “Erihnî-Erihnâ, Yâ Bilâl,” (Beni, bizi ferahlandır ey Bilâl!)” diyerek vaktin girdiğini haber verir, Bilâl-i Habeşî de ezanı okurdu. 

Haz.Ömer, Haz.Osman ve Haz.Ali rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn’in hilâfetleri zamanlarında, Yüce İslâm dini, Mağrib’e, Orta Asya’ya, Afrika’nın derinliklerine yayılmaya başladığında, namaz vakitleri hususunda da ihtilâflar baş gösterdi. Namaz vakitlerinin güneş göre ve hassas bir şekilde belirlenmesi, ayrıca kıble cihetinin dakik olarak ta’yini ihtiyacı, muvakkitliğin (vakitleri tesbit ve ta’yin eden kimse), daha Emevî’ler döneminde ortaya çıkmasına yol açmış, İslâm Tarihinde ilk muvakkithâne Şam’daki Emevî Cami’i’nde kurulmuştur. Ancak muvakkitliğin bir kurum haline gelmesi, Hicrî 8. yüzyılın sonlarında Kahire de gerçekleşti. Suriye’de yaygınlaştı. Mısır ve Suriye muvakkitleri yalnız yaşadıkları şehirler değil, muhtelif şehirlere göre hattâ, henüz fethedilmemiş şehirlere göre de, namaz vakitleri tablo’ları hazırlayarak yeni bir ilmin, “İlm-i Mîkât,”ın öncülüğünü yaptılar. 

Fetih’ten sonra, ilk muvakkithâne Fatih Cami’i’nin avlusuna yapılan muvakkithâne’dir. (875/1470). 894 (1489) yılına ait bir muhasebe defterine göre, Fatih Cami’i muvakkiti, Mûsa isminde birisiydi, 15 Akçe yevmiye ile vazife yapmaktaydı. Aynı yıl Ayasofya Cami’i muvakkiti olan Alâeddîn ismindeki zat’da, 13 Akçe almaktaydı. 18. yüzyılın sonlarından i’tibâren sayıları giderek artan muvakkithaneler inşa edilmiştir. Beyazıd, Sultan Selim, Şehzâde, Üsküdar Yeni Vâlide, Lâleli Cami’i’leriyle Yenicami, Kasımpaşa, Emirgan Tevşikiye Cami’i’lerindeki muvakkithanelerden başka, özellikle Üsküdar Selimiye, Nusratiye, Dolmabahçe Ayasofya ve Beylerbeyi Cami’i’lerinde olduğu gibi son derece güzel binalara sahip muvakkithâne’ler yapılmıştır. Muvakkithâne içerisinde rubû tahtası, kadran, usturlap, sekstant, kum saati, güneş saati, mekanik saatler gibi astronomi âletleriyle zaman ve takvim’le ilgili hat levhaları bulunurdu. Ayrıca astronomiye ve matematiğe dâir, çok sayıda eser’den oluşan kütüphâne’leri vardı. 

İstanbul’da Camiler dışında Saray’da, ba’zı türbe, tekke ve dergahlarda da muvakkithâne mevcud idi. Galata Mevlevîhânesiyle Bâlâ ve Koca Mustafa Paşa külliye’leri içindeki muvakkithâne’ler bunlar arasında sayılabilir. 

Muvakkithâne’lere ta’yin edilecek muvakkit’lerin şartları, kurumun bağlı bulunduğu vakfın vakfiyesinde belirtilirdi. Buna göre, muvakkit, İlm-i Nücûma aid bilgilere, İlm-i Mîkât’a/Sana’t-ı Mîkat’a vâkıf olacak ezan vakitlerini müezzinlere bildirecek, irtifa alma fennini bilip muvakkithâne saatlerinin doğruluğunu kontrol ve tashih edecek, Cum’a ve bayram namazlarında hafızlar ve müezzinlerle birlikte mahfilde hazır bulunacaktı. 

İstanbul’daki muvakkithâne binaları istimlâklar, yol açılımı ve ilgisizlik yüzünden ya tamamen harap olmuş yahut camilere aid meşrûte ve depo olarak kullanılmıştır. İstanbul’da, hâlen otuz kadar muvakkithane ayaktadır. Eminönü Yenicami, Üsküdar Yeni Vâlide, Beylerbeyi ve Dolmabahçe Camii muvakkithane’leri birer yüzük kaşı gibi nâdîde birer san’at şâheseri olarak görülebilir.  

ÖNEMLİ NOT: Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’lar (2/29) serlevhalı yazı 11 Temmuz 2016 Pazartesi günü bu köşede yayınlanacaktı. Bayram münasebeti ile meydana gelen bir iletişim hatası yüzünden yayınlanamamıştır. Bugün bu köşede yayınlıyoruz. Bu yazıyı 11 Temmuz 2016 Pazartesi günü yayınlanan (2/30) yazısı ile birlikte mütalaa edilmesini önemle rica ederim. M.A.