GURBETTEN SILA’YA REMZİNİ KULLANAN BEYEFENDİYE:

Tartıştığın, tartışmaya değer gördüğün kimse hakkında, asgarî Âdâb-ı Muaşeret kurallarını göstermeniz gerekir. Doğru dürüst sual sormak, cevap vermek yerine, “İpe sapa gelmez,” ta’birlerle bu zemini kirletmeye ne hakkınız var! Bütün hakâret’lerinize ve “İpe sapa gelmez,” tahfif’lerinize rağmen, bendeniz, size “Beyefendi,” diyorum, hakaret etmiyorum, hürmette kusur’da bulunmuyorum.

Ben ne demiştim? Ümraniye’de, o tarihler’de Çarşı Cami’i’nin küçücük mahfilinde, Mehmed Arıkan Hoca’mız ders okutuyordu. Merhûm Çırpanlı Hoca’mız Ümraniye’de, ne Çarşı Cami’i mahfilinde ve ne de bir başka yerde ders okuttu. Zâten, siz de “Evet, işte Ümraniye’deki Çarşı Cami’i’nin üstündeki oda’da Mehmed Arıkan Hoca bizi okutuyordu.” diyorsunuz. Yine bendeniz demiştim ki, “Merhûm Çırpanlı Hoca, olsa olsa, orada sohbet etmiştir. Sohbet sırasında, üstelik kendi talebesine değil, bir başka hoca efendinin okuttuğu talebe’den birisine, argo bir ta’birle, “Ulan,” diye hitap etmesi, akla, mantığa, olayların gelişine uymamaktadır. Her nedense bu hususa bir izah getirmemişsiniz.

Beyefendi. Mutlâk doğrular, Allah’ın Kelâmı nas’lar ve vahiy ile müeyyed, Resûlün sözleri sahih hadislerdir. Esâsen, “O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir, “emr-u Fahvâsınca Peygamber’in sözleri sahih hadisler zâten vahiy mahsulüdürler. Bunların dışında kalan insanların sözleri, kim olurlarsa olsunlar, nisyan’dan hatâ’dan muarrâ değildir. “Hâfıza-i Beşer Nisyan ile ma’lûldür,” “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma-bizi muahaze etme!.” (Bakara 2/286)

- “Bütün insanlara iyilikler ve güzellikler bakımından en çoğunu yapanlar.

İnsanlar üzerine fazilet üzere davranan insanların çoğu.

Ahdini unuttum, Oysa ki nisyan bağışlanan bir şeydir.

Rabbim! Beni bağışla! Çünkü, ilk insan ilk unutandır.”

(Ebu’l-Fethi el-Bostan.)

Bizim de nisyanımız, hatamız, kusurlarımız ve ısyan’larımız vardır. Sizlerin de, nisyan, hata, kusur ve ısyanlarınız vardır. Peygamber, “İsmet”, sıfatıyla muttasîf, ısyan’dan masun oldukları halde, Kur’ân-ı Kerim’de geçen ba’zı kıssa’lardan anlaşılıyor ki, ba’zı Peygamber’ler, “Zelle”, (ayak kaymasına) ile mübtelâ kılınmışlardır. (Buradaki mübtelâ-ibtilâ’dan imtihan kastedilmiştir.)

(Resûlüm!) de ki; Ey ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz; Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirseler, işte o zaman; Şâhid olun ki, biz Müslümanlarız! deyiniz.” (Âl-i İmrân 3/64)

Hemen hemen, bütün sahih hadis külliyatında mevcud olduğu halde, başlangıcı ve âhiri hakkında muhtelif rivâyetler bulunan bir hadis-i Şerif’te, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

- Musa kardeşimin kavmi yetmiş bir, İsa kardeşimin yetmiş iki, fırkaya ayrılmışlardı. Yakın bir gelecekte benim ümmetim de, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlar’dan birisi hariç, diğer bütün fırkalar cehennemliktir. Fırka-i Nâciye (cehennemden kurtulacak fırka hangisidir, Yâ Resulullâh! denildi de, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Mâ Ene Aleyhi ve Ashâbî,” buyurdular. (Benim ve Ashabımın yolundan olanlar, yolundan gidenler).

Resûlün ve Ashabı’nın yolu, Sırat-ı Müste’kîm, Şerîat-ı Garrâ-i Muhammedî yoludur.

Gurbetçi Kardeşim. Gel seninle Peygamber’in ve Ashabı’nın yolunda birleşelim. Sırat-ı Müste’kîm üzere olalım. En başta, en büyük fitne, Şîa ve diğer Fırak-ı Dâlle’yi reddedelim, Ellâ Mezhebiyye’den olmanın şerîat’ın en az yarısını, (içtihâd ve kıyası) inkâr etmek olduğunu kabul edelim. Göreceksiniz, bundan sonra ne birbirimizin hata ve kusurlarını ararız ve ne de birbirimizi lüzumsuz yere itham ederiz.

DEĞER’Lİ KARDEŞİM ERTUĞRUL, aşağıda vereceğim izahat, hem size ve hem de gurbetçi’ye bir cevap mahiyetindedir.

Değer’li Kardeşlerim. Her ikinizin de bahsettiğiniz vukuat, Hüseyin Kaplan Hoca’nın ihtilâfından yıllar öncesine rastlar. Kaplan Hoca’nın ihtilâfının bahsettiğiniz mes’ele’lerle uzaktan-yakından alakası yoktur.

İmam-ı Rabbânî Evladı arasında zuhur eden büyük fitne, 1970’li yılların tam ortasındaydı. Tam olarak söylersem, 1976’dadır. Sizi biraz derinden düşünmeye da’vet ederek, aşağıdaki hususlara dikkatinizi celp etmek istiyorum;

a) Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müftü, vâiz, Kur’ân öğretmeni, imam-hatip, müezzin-kayyım olarak toplam personel adedi, 39 bin kişi, bunlardan, 14 bini vekil imam olmak üzere, toplam 29 bini, İmam-ı Rabbânî Evlâdı idi.

b) Tedrisat sistemi eksiksiz, arızasız devam ediyordu.

c) İstanbul’un merkezinde, husûsî olarak inşa ettirilmiş, binası ve bu bina içinde entegre te’sisleri, gazete, dergi, kitap, takvim neşri için lazım olan, ihtiyaç duyulan, tüm makina’lar, âlet ve edevât. Beyaz kağıt, bobin olarak giriyor, gazete, dergi, kitap ve takvim olarak çıkıyordu. Yaklaşık 100 bin civarında günlük tirajı olan bir gazete, 55 bin abonesi, yaklaşık 100 bin haftalık satışı olan bir haftalık dergi...

Ankara başta olmak üzere, tüm büyük illerde bürolar, 300’e yakın ilçe’de irtibat büroları, İstanbul Merkez’de, Ankara Bürosunda ve taşra’da fiîlen çalışmakta olan 200 personel...

Bir câmia’nın böylesine bir güce erişmesine izin verilmezdi, verilmedi de...

Bir de öyle bir fitne’den sakının ki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet eder ve hepsini perişan eder) Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/25)

Abdullah İbn-i Mes’ûd Hazretleri, “bu âyet-i Kerime nâzil olduğunda, bizler birbirimize bakıştık. Fitne neme nem bir şeydir, bilmiyorduk. Hepimiz, Resûl-i Ekrem’in etrafında birer pervâne gibi dolaşır, bir işaretini beklerdik. Birbirimizi çok severdik. Ne zaman ki, Halife Haz.Osman radiya’llâhu anh Efendimiz şehid edildi, bizler fitne’nin neme nem bir şey olduğunu, ne büyük bir felaket olduğunu, yaşayarak öğrendik,” diyor.

Fitne zuhur ettiğinde, orada, haklı-haksız aranmaz. En ihtiyatlı yol, fitne’nin içinde olmamak, fitneye âlet olmamak, ateş’e benzin’le gitmemektir.

Ashab-ı Güzîn arasında zuhur eden, Cemel ve Sıffın vaka’larına sebebiyet veren büyük fitne’de taraf olmamak için, Ashab-ı Güzîn’in en müttakî’lerinden ba’zıları, Ebû Zer el-Gıfharî gibileri, Medine-i Münevvere’yi terk edip, Bâdiye’de, çadırlarda, uzlet hayatı yaşamaya başladılar.

Değer’li Kardeşim Ertuğrul. Sıraladığınız yedi madde’ye, yedi’nin kat sayısı 14, 21, 28 ve daha fazla maddeler ilâve edilebilinir. Herkes, hasenatıyla, seyyiâtiyle hisabını Allah’a verecektir. Huzur-u İlâhî’de mükâfâtını ya da cezasını bulacaktır. Aradan yıllar geçmiş, küllenmiş bir ateşi yeniden yakmak, tamamen kapanmış, kabuk bağlamış bir yarayı yeniden deşip kanatmak hangimize ne fayda sağlayacaktır?

Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

- “Fitne uyumaktadır. Her kim onu uyandırırsa Allah ona la’net eder,” buyurmuştur.

Derinlik’lerde yüzenler, bir câmia’yı i’tibarsızlaştırmak için, 2000’li yıllarda, ba’zı siyâsî partileri yeniden dizayn etmek için yapılan tertip’lerin bir benzerini o tarihlerde tertip etmediklerini kim iddia edebilir?

Derinliklerde yüzerler, hedef şahsı veya şahısları tespit ederler, zaaf’larını da tespit ederler, zaafları istikâmetinde tertiplerde bulunurlar. Zirâ muhtelif tîynetlerde yaratılmış insanoğlunun zaafları da farklıdır. Kimisi, maddeye, kimisi makama, kimisi Hubb-u Câh’a, kimisi de, şehvete-kadına karşı zaiftir.

O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları afvederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmran 3/134)...