Aziz Kardeşim Kemâl Arif Beyefendi. Bendeniz, İ’tikattâ, Mâtürîdî, Amel’de, Hanafî’yim. Bunların ötesinde, Fırka-i Nâciye’den, “Peygamber’imizin ve Ashabı’nın yolu,” demek olan Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaattenim. Bu bakımdan, mes’ele’lere, Mâtürîdî, Hanafî gözüyle ve sadece Ehl-i Sünnet penceresinden bakmaya çalışırım.

İşine geleni şu mezhep’ten, işine geleni bu mezhep’ten almak kolaylığı veya kurnazlığı demek olan “Telfîk-ı Mezâhib’e” aslâ meyletmem. (Telfîk-i Mezâhip: Mezhep’ler arasında ihtilâf edilen hükümler’de –ki, Mezhep’ler arası Fer’î hükümlerde ihtilâf, Peygamber’imizin kavline göre, “Ümmetimin, (Ümmetimin Uleması’nın) (fer’i mes’ele’lerde) ittifak’ı, Huccet-i Kat’iyye’dir (Kat’î delildir). İhtilâfı ise çok geniş bir rahmettir,” Ancak, herhangi bir Müslüman bir def’a herhangi bir mezheb’i taklid etmişse bütün Fer’î mes’ele’lerde ancak o mezhebi taklid edebilir. Yoksa işine geldiği bir hükümde şu mezhebi, işine geldiği bu hükümde bir başka mezhebi taklid etmesi “Telfîk-ı Mezâhib”tir ki, aslâ câiz değildir.

Sözünü ettiğiniz zât’ın yazılarının tafsilatını bilmiyorum. Bahsettiğiniz şahsı da yakinen tanımıyorum. Ancak, kendilerine “Yeni nesil” diyen, İmam-Hatip Yüksek İslâm Enstitüsü ve İlâhiyat çevre’lerindekiler ekserisi, maalesef “Ellâ Mezhebiyye” (Yâni, mezhepsizlik mezhebi) mensubudurlar. Onun için de, mezhepler arası telfîka izin verdikleri gibi herhangi bir mezhebi taklîd etmeden mezhepler üstü kalmayı tercih ediyorlar. Kendilerine, televizyon müftüleri denilen, televizyon kanallarında program yapan ve Ehl-i Sünnetten olduklarına dâir Hüsn-ü Zan taşıdığımız kimseler dahî, maalesef bizleri yanıltmışlar ve “Ellâ Mezhebiyye” mensubu olduklarını isbat etmişlerdir.

Yanlarında mahrem’leri bulunmadığı haller’de kadınların sefere çıkmaları (Meselâ, Farz ve umre haccına azimet etmeleri) hususunda yazdıklarım, Kütüb-ü Sitte’den, Buhârî, (yâni, sahih) hadislere dayanmakta, ve Hanafî İçtihadlarına göredir. Şer’î delillerden, aslî, iki delilden birisi, “Sünnet’e” dayandığı için de, kat’iyyet ifade eder. “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o resûl’e, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men’eder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıkları ve üzerlerindeki zincirler indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf Sûresi, 7/157)

Yukarıda meâlini verdiğim âyeti Kerime’de tavzih edilmesi gereken hususlar vardır;

1) Âyette geçen “ümmî” kelimesi, okuma yazma bilmeyen kimse demek olup Resûllullah Efendimizin bir vasfıdır. Allâh Teâlâ’nın O’nu bu vasfı ile açıklaması ümmî olduğu halde ilmin bütün kemâlatına sahip olmasındandır ki, bu da O’nun hakkında bir mu’cize’dir.

2) Resûl kelimesi Allah’a izâfeten, Nebî kelimesi ise kullara izâfetendir. Yâni O, Allah’ın elçisi olması bakımından Resûl, insanlara Allah’ın emirlerini ulaştırıp bildirmesi bakımından Nebî’dir.

3) Âyette geçen ağırlıklar ve zincirler’den maksat, meselâ, Tevratta bulunan ve günah işleyen aza’nın kesilmesi, elbise’lerin pislik değen kısmının kesilip atılması gibi uygulamada güçlük çekilen hükümlerdir. Yüce İslâm Dini bu ağır hükümleri kaldırarak insanları bir türlü meşakkat zincirlerinden kurtarmış; Kolay ve uygulanabilir hükümler koymuştur.

4) Peygamber’imiz, Allah’ın izniyle Şârî’dir. Dolayısıyla, ba’zı şeyleri helâl ve ba’zı şeyleri de haram kılma, helâl ve haram hükmü verme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla da kadınların, yanlarında mahremleri olmadığı halde sefer etmelerini haram kılmıştır. Bunun öyle hafife alınması, bundan kurtuluş yolları aranması doğru bir yol değildir.

Şâfî Ekolü’ne bağlı ba’zı imam’ların, münhasıran, farz olan hacc’ın edası zımnında, belli sayıdaki kadınların bir kâfile oluşturarak yanlarında mahremleri olmadığı halde sefer etmelerine cevaz vermeleri ancak, Şâfiî mezhebini taklîd edenleri bağlar. Hanafî mezhebi mukallidlerinin, sırf, bu mes’ele’de Şâfiî mezhebini taklid etmeleri, “Telfîk-ı Mezâhip” olur ki, aslâ tecviz edilemez...

Televizyon müftüsü, fetvayı basıyor, “Kadın’lar belli sayıda bir kafile oluşturursalar, yanlarında mahremleri bulunmadığı hallerde de hacca ve umreye gidebilirler,” diyor. Diğer taraftan, “Bu istikâmette Diyânet İşleri Başkanlığı’nın fetvası da vardır,” diyor.

Yalan ve iftira! Bildiğim kadarıyla Diyânet İşleri Başkanlığı’nın böyle bir fetvası yoktur. Bilindiği gibi, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda önüne gelen herkes, aklına estiği gibi dinî konularda fetva veremez. Sorulması halinde veya şu veya bu yönde bir tereddüt oluşursa, en yüksek fetva ve karar makamı olan, Din İşleri Yüksek Kurulu toplanır, müzâkere eder, bir karar veya fetva açıklanır. Bildiğim kadarıyla, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun televizyon müftüsü’nün iddia ettiği gibi bir kararı veya fetvası yoktur. Memnûniyetle tebârüz ettirmeliyim ki, şu ana kadar ne Diyânet Müşâvere Hey’etinden, ne de, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan Yüce İslâm Dini’ne aykırı, Ehli sünnete aykırı bir fetva sadır olmuştur.

Bilindiği gibi, Hacc’ın farz olması için, aşağıdaki şartların her birisinin bulunması şarttır;

1) Hür olmak. Kölelere ve esirlere hac farz değildir.

2) Müslüman olmak. Gayrimüslimlere hacc’ın farz olmaması, esâsen onların bu ibâdet için ehil olmamalarındandır.

3) Aslî ihtiyaçlarından ve hac yolculuğundan dönünceye kadar aile ferd’lerinin ve bakmakla mükellef bulunduğu kimselerin nafakasından başka azığının ve yol parasının bulunması.

4) Yol Emniyeti.

5) Kadının yanında kocasının veya ebediyyen-hiçbir suretle nikahlanamayacağı birisinin (Mahrem’inin) bulunması şarttır.

Bu şart’ları, ne Diyânet İşleri Başkanlığı, ne TV müftüleri ve ne de akademisyen ve gazete yazarları değiştirebilir.

Hanafî Mezheb’ine mensup, Hanafî Mezheb’ini taklîd eden bir kadın yalnız başına da, kâfile oluştursalar da, yanlarında mahrem’leri bulunmadığı halde, hacc’a (farz olan) gidemezler. (Mahremleri bulunmuyorsa hacc’ın diğer şartları kendilerinde bulunsa bile hacc kendilerine farz değildir. Böyle olduğuna göre, nâfile hacc, umre için gitmeleri zâten câiz değildir. Yanlarında mahrem’leri bulunmadığı için sefer etmeleri memnu ve haram olduğuna göre, haram irtikâp edilerek yapılan-yapılacak nâfile ibadetten ne beklenir ki!

Değer’li Kardeşim Karaçam. Çok doğru söylüyorsunuz. Teknoloji’nin imkân’larından daha fazla istifade etmeliyiz.

Aziz Orhan Reis. Denilir ki, ba’zı isimler, lakaplar, sıfatlar semâ’dan iner. “Reis” unvanı’nın ziyadesiyle yakıştığı zât’sın. “Reis olunmaz, reis doğulur,” denilse de yeridir. “Dost’larımızın sıkıntıları ile de imtihan olunduğumuz,” hükmüne aynen katılırım. Bu arada, bilinen sebeplerle Leyle-i Mi’rac tebrikinize vaktinde mukabele edemediğim için özrümü lütfen kabul buyurunuz. Gözlerinizden öperim.

Aziz Ertuğrul. Evet, kaybolmak mecburiyetinde kaldık. Rabbime hamdolsun, yedi ay aradan sonra şimdi karşınızdayım. Yine beraberiz. Lütfen bu zemine katkı vermeye devam buyurunuz.

Aziz Kardeş’lerim, Osman Ertürk, Üveys ve Ertuğrul. Geçirdiğim ağır trafik kazası dolayısıyla, geçmiş olsun, dileklerinize, du’a ve temennilerinize müteşekkirim.

Aziz Osman Ertürk. O iğneme’ler, aslında aramızdaki karşılıksız, ivazsız muhabbeti artırmıştır. Bundan sonra da lütfen iğnemelerinize devam buyurunuz.

Pek Muhterem Mehmet Sururî Beyefendi. Tenâkuz söz konusu değil. Ben, hiçbir zaman risâle-i Nur’lara külliyat filân demedim, demem. Geçmiş yazılarımda Risâle’lerin herhangi bir külliyat oluşturmadığını oluşturamayacağını def’atle ispat ettim. Tekrarlar, zeyiller, şakird mektupları, lügatçeler çıkarılsa, ancak bir-iki cild olabilir. Risâle’ler, sırf ticârî maksatlarla hacimlendirilmiş ve külliyat haline getirilmiştir. Risâle’ler hakkında böyle kelime oyunları yerine muknî delilleriniz varsa yazınız tartışalım.

Haberleşmeyi, irtibat kurmayı ümid ettiğim beş Kardeşimiz daha!

ADI SOYADI BABA ADI DOĞUM TARİHİ VE YERİ İKÂMET ADRESİ

1) Mehmet Bal İsa 1951 Adana Bahçe/Yeniköy

2) Ali Kesik Hasan 1946 Hatay İskenderun/Bekbele

3) Hasan Aydın Hacı Veli 1949 Ankara Kırıkkale/Yağlı

4) Talip Aydın Bedri 1950 Elazığ Palu/Kavak

5) Mevlut Gömeç Mehmet 1940 Antalya Gündoğmuş/Akyarı