Pek Muhterem Selim Ak Beyefendi. 
Ne Ümmeti Muhammed, ne de Ümmeti Muhammed’den, İmam-ı Rabbânî Evlâdı sahipsizdir. “Benim Ümmetim, şu Ümmet!” Ümmeti Merhûme’dir. Benim Ümmetim için âhirette azap yoktur. Onların azabı, bu dünya’da, zelzeleler, afât, fitneler ve fesad hareketleridir,” Hadis-i Şerifi fahvasınca, bu ümmet elbette sahipsiz değildir. 
İmam-ı Rabbânî Evlâdı’nın sâhibi, tasarruf-u Ruhânî ve tasarruf-u Hakîki’si, elyevm, devam etmekte olan Müceddid’dir. 
“Ey İslâm Toplumu! Biz, İmam-ı Rabbânî Evlâdı hayatta kaldığı sürece, ashab-ı Resûlü’llâh hakkında iftira ve yalanlamada bulunulacağını mı zannediyorsunuz?” buyuran Müceddid’in biz evladına kesin ta’limatı Allah’ın Resûlü’nün hadislerine, ehl-i Sünnet’in temel akidelerinden olan, hiçbir ayırıma tâbi tutmaksızın, ashab-ı Kiramın tamamını sevmek, Şeyheyn, (Hazreti Ebu Bekr ile Haz.Ömer’i) tafdil, Hataneyn, (Hazreti Osman ile Haz.Ali Efendilerimizi sevmek...
Sünneti Seniyye’ye tam temessük ve bid’at’ları kesinlikle reddetmek, “Burnunda halka takılı bir zenci de olsa, başınıza emîr ta’yin edilmiş birisine itaat ediniz,” buyuran Peygamber’imizin bu kesin emir ve direktiflerine ittiba’en, itaat edilmesi gerekenlere mutlâk itaat... 
Allah’ın dinine, Kitabullah’a, Sünnet-i Resûle, Füyâzat-ı Muhammedî’nin Ümmet-i Muhammed’e ulaştırılması çalışmalarında hâlisâne niyetlerimize rağmen hatalarımız olsa bile, hatalar bizlerin şahıslarının hatasıdır. Yorumlarda ve yazılarımızda yaptığımız hatalar bizleri, şahısları bağlar, aslâ yolumuza helâl getirmez. 
“Baca’lar ne kadar eğri olursa olsun, duman doğru çıkar.” 
Pek Muhterem, Ahmet Yavuz Erdem Kardeşim. 
Çok haklısınız! Pek nâmüsâid şart’lar’da, Müceddid’in Rahle-i Tedrisinde, bizzat bulunan ağabey’lerimizin sayısı artık Ekall-i Kalîl durumundadır. Korkarım, çok yakın bir gelecekte kimse kalmayabilir. Bu bakımdan, bize emânet edilen bilgi ve belgeler büyük ehemmiyet arzediyor. 
Bu bilgi ve belge’lerin ba’zı kırıntılarını, yıllar önce, dünyada ve Türkiye’de Sabah ve UFUK gazetelerinde neşretmeye gayret ettik. 2001 yılından i’tibaren de, yazmakta olduğum, elinizdeki bu gazete’de neşrettim. Fakat husûsî arşivimizde henüz gün yüzüne çıkmamış belgeler ve bilgiler bulunmaktadır. 
Bu bilgi ve belgelerin büyük bir bölümünün Türk Arşivlerine intikal ettirmiş olmanın vicdânî huzuru içindeyim. 
Ancak, son yıllar’da, yolumuz ve Müceddidimiz hakkında, pekçok yalan, yanlış ve hurâfe’lerin, bilhassa, elektronik ve internet ortamında uçurulduğuna şâhid olduğumuzdan, Yolumuz ve Müceddidimiz hakkında mümkün olduğunca, “Efradını Câmi, Ağyârına Mânî” eser’lerin ortaya konulması da zarûrî gibi görünüyor. Şartlar müsâid olur, imkânlar elverirse niçin olmasın?.. 
- Ertuğrul remziyle bu köşe’ye renk katan değerli Kardeşim. 
Fitne zuhur ettiğinde göz gözü görmezken vukua gelen ve hepimizi dilhûn eden vukuat artık tarihin nisyan çukurlarına gömülmelidir. Hıristiyanlar, had’lerini aştılar, Ulûlazm Resûllerden, Meryem oğlu İsa’yı İlahlığa, rab’liğe ve Allah’ın oğulluğuna yükselttiler. 
Yahûdî’ler, haddi aştılar, Allah’ın Peygamberi “Haz.Üzeyir için Allah’ın oğludur” dediler.
Ne Haz.İsa ve ne de Haz.Üzeyr, Hıristiyan ve Yahûdi’lerin bu küfür ve azgınlıklarından mes’ul tutulamaz. 
Öyleyse, sizin ta’birinizle, kimi “dalkavukların”, Merhûm Büyüğümüzün ta’biriyle, kimi “tevâkuş’lar’ın” had’lerini aşarak bir zât hakkında söyledikleri elbette hiç bir suretle o Mübârek zatı bağlamaz. 
- Ertuğrul Bey Kardeşim. 
“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Elbette içinizden fetihten önce harcayanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâ’detmiştir. Allah’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadîd 57/10) 
Yukarıya meâlini aldığım âyet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk, Mekke’nin fethinden önce infak edip savaşanlarla, Mekke’nin fethinden sonra infak edip savaşanların eşit olamayacaklarını beyan buyurur. Fakat akabinde de Mekke’nin fethinden sonra savaşıp infak edenler için de Allah’ın çok güzel vâ’adlarını haber verir. Sizin hasretle bahsettiğiniz devrin, neslin canlı şâhid’lerinden birisi de bu satır’ların yazarıdır. 
Ama, hep söylüyorum. İnsanları, olayları değerlendirirken hep bulundukları şartlar zaman ve zemin gözönünde bulundurularak bir değerlendirmeye tâbi tutmak gerekir. 
Bütün Kütüb-ü Sitte’de Medâr-ı İslâm olan dört hadis’ten birisi de amellere ve davranışlara niyetlere göre mükâfat veya ceza verileceğine dair Hadis-i Şerif’tir.
- Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hadis-i Şerif’lerinde: 
“Ameller, (kişilerin bütün fiil ve davranışları) niyet’lerine bağlıdır. Her bir kimseye amellerinin ve davranışlarının mükâfatı veya cezası niyet’lerine göre verilir. Her kim Allah’a ve Resûlüne (Allah’ın ve Resûlü’nün rızası için) hicret etmiş ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. Her kim de mala sahip olayım, diye dünya’ya, dünyalığa, evleneyim, diye kadınlara hicret etmişseler, onlar da yalnız dünya malına, yalnız evlenebilecekleri bir kadına ulaşabilirler. Onların Allah’ın yanında herhangi bir mükâfatları yoktur.” 
Elbette, hizmete tâlip olan’ların tamamının Allah ve Resûlü için hizmete tâlip oldukları iddia olunamaz. Aralarında, paraya-pula, şöhrete, ikbâle, makam ve mevki’e talip olanlar da vardır. 
Resûl-i Ekrem Efendimizin hadisi, “El-Medinetü Ke’lkîr,” (Medine körük gibidir.) nasıl ki körük temiz havayı içeri çeker, pis havayı dışarı atarsa, Medine de temizleri bünyesine çeker, pis’leri dışına atar. Tarik-i Nakşiyye-i Âliye’yi buna (kir) körüğe benzetmek hoş olmuş, İmam-ı Rabbânî Evlâdı arasında kalpazanların uzun bir müddet kalmaları mümkün değildir. Ama unutmayalım ki, Mescid-i Nebeviyye’de Resul-i Ekrem Efendimizin hemen arkasında namaza duranlardan 360 kadar münafık vardı. Cenab-ı Hakk, Cibril-ü Emîn vasıtasıyla bunları Sevgili Peygamber’imize haber vermişti. İkinci bir emir ve işaret buyrulmadan bu münâfıklar hakkında herhangi bir şey yapılmadı. Ancak, Resûl-i Ekrem bunlar hakkında her hususta biraz daha dikkatli davrandı. Her ne zaman ki, Allah’ın inâyetiyle İslâm kemâle erdi, vakti geldi, Resûl-i Ekrem Minber’den yüksek sesle, isim isim, münâfıkların ismini ilân ederek, “Sen, sen, münâfıksın, Ey Münâfık! Hemen Mescid-i Nebeviyye’i terk et!” buyurdu. Deşifre olan münâfıklar da, bir bir, Mescid-i Nebeviyye’i terkettiler. 
- Türkiye’de benim saf vatandaşım, Müslümanlar’dan topladıkları fitre-zekat ve teberrularla, Hıristiyan ve komünist’lerin çocuklarına İngilizce öğretmek ve onları iyi birer dünya vatandaşı yapmak için, dünya’nın muhtelif ülkelerinde okullar açanlar, din, imam, vatan-millet, Sakarya edebiyatıyla, boğaz tokluğuna dünya’nın ücrâ köşelerine gönderdikleri, benim saf Anadolu’lum gençlere bulundukları ülkelerde “Allah” demeyi yasakladıkları için, acâyip bir durumla karşılaştıklarında, “Ay mâgard” diye bağırdıkları, açıktan namaz kılmaları ve namaz kılarken görünmeleri yasak olduğu için, ya sabah’ın erken saatlerinde ya da gece’nin zifiri karanlığında hiç bir zarûret bulunmamasına rağmen Cem-i Takdîm veya Cem-i Te’hîr olarak beş vakti birden kıldıkları bilinmektedir. 
- Nihat remziyle yorum yapan ve soru soran Değerli Kardeşim. 
Hazreti İsâ ile alakalı olarak, “Hazreti İsa meçhul kaldı, diyeyim, siz zâten anlarsınız, bu konuda malumat verirseniz çok memnun kalacağım,” diyorsunuz. 
Aziz Kardeşim, bilindiği gibi, Hazreti İsa Aleyhisselâm diğer Peygamber’ler arasında, Allah’ın kudretiyle babasız doğan tek Peygamber, hattâ tek insandır. Bu sebeple, Hazreti İsâ’nın kıssası, diğer Peygamber’eler nisbeten daha uzundur. Neredeyse, Âl-i İmran Suresi’nin tamamı, Nisa, Mâide ve Tevbe sûre’lerinde pekçok âyeti kerime, Annesi Meryem ve Haz.İsa hakkındadır. 
(Devam edecek...)