“Hayal Deryasına ben, bazı, bazı, dalmasam bir türlü, dalsam bir türlü,

Derdime âşinâ olan bu sazımı çalmasam bir türlü, çalsam bir türlü...”

Necdet Atılgan’ın sözleri üzerine, beste, Merhum Salahaddin Pınar’a aittir. Ben, ömrüm boyunca geleceğe, yarınlara ait, hiç hayal kurmadım. “Kul hayal kurar, kader güler,” Çünkü bilirim ki, ilmi, ancak Allah’ın katında olan “Mugayyebât-i Hamse”’den, (beş bilinmeyen)’den birisi şüphesiz, “Hiç kimse yarın ne kazanacağını, ne olacağını bilemez.”

“Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı (ana rahmindekini) O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lokman 31/34)

(İnsanların bilemediği yalnızca Allah’ın bildiği şeylere “gayb, mugayyabât” denir. Allah’ın bildirmesiyle kulların meleklerin... bunların bazılarını bilmesi onları gayb olmaktan çıkarmaz.)

Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, bir gün Mescidi Nebeviyye’nin kapısı önünde, Şehadet Parmağını kaldırdı, “Ey Ashabım! Benim şu parmağımın etrafında uçuşan zerreciklerden sadece birisi bütün insanlığın helâkine sebep olabilir,” buyurmuştu da, etrafındakilerden hiç kimse buna bir mana verememişlerdi.

Aslında, Haz.Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem, çıplak gözle görülemeyen, ancak, dev mikroskoplarla tespit edilebilen mikrop ve virüslere işaret buyurmuştu.

Hicrî, 1441, Milâdî, 2019-2020’de, Sevgili Peygamber’imizin işaret buyurduğu, bu zerreciklerden birisi, coronavirüs ya da covid-19 adını alarak, Çin-ü Mâçin’den başlayarak bütün dünyaya sirayet etmiştir. “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük (musîbet) ise nefsindendir. Seni insanlara elçi olarak gönderdik; şahid olarak da Allah yeter.” (Nisâ 4/79) Bundan bir önceki âyette ise “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler. Başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü lâf anlamıyorlar.” (Nisâ 4/78) (Bu iki âyet-i Kerime birlikte değerlendirildiğinde, İslâm’ın hayır, şer, kaza ve kader mevzuundaki inanç ve fikriyatına ışık tuttuğu görülür. İnsanlar umûmiyyetle elde ettikleri muvaffakıyet ve iyi neticeleri kendilerine (veya inananlar Allah’a) mal ederler. Felaket, kötülük ve başarısızlıkları da yükleyecek birisini ararlar. Kendilerini kınamak ve suçlamaktan kaçarlar. Halbuki her şeyi yaratan Allah’tır, her şey O’nun takdiri ve kudretiyle var olur. Ancak Allah, hiçbir kimse için doğrudan doğruya felaket ve kötülüğe rıza göstermez; kulun işlediği her günah, suç ve kötülükte bizzat kendi iradesi devreye girer ve Allah, kulu öyle istediği için, iradesini o yolda sarfettiği için öyle yaratır. Şu halde kul kâsibdir; hak eder, murad eder, Allah hâlıktır; kulun iradesine göre yaratır.)

Her hafta Cuma günü olduğu gibi, 13 Mart 2020 Cum’a günü de, Uhud Camii’ne gittim, ba’dehû, Süleymaniye’deki Ensar Vakfına uğradım. Orada, ikinci bir duyuruya kadar Cuma toplantılarının askıya alınmasına karar verildi. Mutad, Beşiktaş Abdullah Işıklar Sofrası sohbetlerine katılmadan eve geçtim. O gün itibariyle kendimi evime tecrid ettim. (şimdilerde izole-izolasyon deniliyor), yazılarımı yazıyorum, kitaplarıma gömülmüşüm, evimizin bir odasını mescid haline getirdik, vakit namazlarımızı, mümkün olduğunca, teravih namazımızı ise cemaatle kılıyoruz. Esasen benim hayatımda çok büyük bir değişiklik olmadı. Daha önceki zamanlarda da, Cuma günleri, camii dönüşü, Süleymaniye veya Cağaloğlu-Bab-ıâlî’ye uğrar, ikindi namazını ekseriyetle Beşiktaş Sinanpaşa Camii’nde kılar, can dostlarımla sohbetten sonra eve dönerdim. Mübrem bir işim vazifem yoksa zâten hafta içi günlerde evden çıkmıyordum.

Bu beliyye, maşrık’dan-mağribe, şimalden-cenûbe bütün dünyaya bütün kavim ve milletlere sirayet etti. Dünyadaki bütün dengeler alt-üst oldu. Belki de tarihlerinde ilk defa olarak, Ka’be-i Muazzama, Mescid-i Nebeviyye ve Beytü’l-Mükdis (Kudüs-Mescid-i Aksa) ve yeryüzündeki bütün camiler kapılarını müminlere kapattılar.

Coronavirüs beliyyesinin sirayet ettiği devletlerde ve Türkiye’mizde tarihte görülmemiş, acîb, garîb hadisât zuhur etti. Avrupa, A.B.D.’de ve Avustralya’da, Ezan-Muhammedî, minarelerden ve yükselticiler vasıtasıyla okunmaya başlandı. Beyaz Saray’da başkanın da bulunduğu bir vasatta Kur’ân-ı Kerim okundu. Bazı Avrupa ülkelerinde gençler Müslümanlarla birlikte namaza durdular imamların arkasında saf tuttular. Dünya tarihinde bir ilk olarak, Sevgili Peygamber’imizin ortaya koyduğu, “Yer yüzünün herhangi bir yerinde, taun ve veba salgın halde ise (Coronavirüs-Covid 19 da olabilir) oraya girmeyiniz, sizin bulunduğunuz yerde zuhur etmiş ise oradan çıkmayınız,” tarzındaki modern karantina tedbirlerini derpiş eden Hadis-i Şerif devasa levhalara yazıldı görülen yerlere asıldı, vasıtalara bu mealdeki afişler giydirildi. Belli bir mesafeden selamlaşma, ellerin sık sık, yıkanması tedbir olarak şart koşuldu.

VIP CUM’A NAMAZI, TEMSÎLÎ CUM’A NAMAZI:

Bilindiği gibi virüs beliyyesi yüzünden bütün camilerimiz vakit namazlarına ve cuma namazlarına kapatılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu pek haklı olarak, cuma namazının en önemli sıhhat şartı izn-iâm bulunmadığı için, cuma günleri öğle namazlarını evlerinde kılmalarını tavsiye etmiştir. Bir de ne gördük; Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki Millet Camii’nde az sayıda en üst seviyedeki bürokratların sosyal mesafelere dikkat edilerek, birbirlerinden uzak durmak şartıyla, matbuatın, VIP cuma namazı dile tî’ye cuma namazı kılınmıştır. Daha sonraki haftalarda, Ankara’da, Kocatepe ve başka camilerde “temsîlî cuma namazları,” kıldırılmış-kılınmıştır.

Cuma namazının en önemli sıhhat şartı, İzn-âm’dır. İzn-iâm, cuma namazı kılınan mekâna herkesin hiç bir sual sorulmadan herhangi bir tahdide tabi tutulmadan girebilmesidir. Dileyen herkesin giremediği, sadece izin verilenlerin girebildiği yerlerde cuma namazları kılınamaz. Asırlar önce, Molla Husrev Hazretleri Dürer adlı muhalled Fıkhî eserinde, “cuma namazı şeâir-i İslam’dan ve yüce İslâm Dini’nin husûsiyetlerindendir. Sala, ezan ve başka duyuru vasıtalarıyla ilân edilerek herkese açık mescidlerde kılınması şarttır. Sultan, sarayının kapılarını kapatıp yalnızca ashabıyla, (personeli ve yanında çalışanlarıyla cuma namazı kılsa, asla caiz değildir. Saray’ın kapıları açılsa ve halka ilan edilse ki, dileyenler Saray’a gelip cuma namazına katılabilirler denilse Cum’a namazı her ne kadar caiz ise de, makruhtur. Zira, saray, hiçbir zaman gerçek manada bir mescid değildir.

Temsîlî cuma namazı ne demek? Cuma namazı cenaze namazı gibi farz-ı kifaye değildir ki, Müslümanlardan bazılarının eda etmesiyle diğerlerinin üzerinden sakıt olması gibi bir durum, katiyetle cuma namazı için geçerli değildir. Cuma namazı vücûb, eda ve sıhhat şartlarını haiz olan bütün erkek Müslümanlara farz-ı ayn’dır. Cuma namazı için hiçbir Müslüman bir başka Müslümanı temsil edemez. Dolayısıyla da tecrîd’deki (izole) Müslümanları temsilen hiçbir kimse ve hiçbir grup cuma namazı kılamaz-kıldıramaz.

En üst makamlarda bulunanların bu kabil zevzeklikleri, corona virüsten bile hâlâ, ders çıkartmadığımızı gösteriyor...