AYASOFYA (9)

8 Ağustos 1980 Cuma günü, büyük bir merasimle ibadete açılan, Ayasofyâyı Kebir’in, (Büyük Ayasofya) nın, hünkâr mahfili ve tabi olarak, hünkâr mahfilinin medhali, (giriş bölümü) ibadete açılmış, Ayasofya’nın dört minaresinden de, ezan sesleri, İstanbul semalarında yankı yapmaya başlamıştı.

Meş’ûm, 12 Eylül darbecileri, darbenin üçüncü gününde, sessiz, sadasız, giriş kapısının önüne, ahşap bir perde üzerine, “Restorasyon çalışmaları nedeniyle kapalıdır,” diye bir tabela asarak, hâince ve korkak bir tavırla, ibadete kapatılmıştır. “Allah’ın mescidlerinde O’nun adının zikredilmesine engel olan ve onların harab olmasına çalışandan,- İçerisinde ibadet edilmeyen, Allah’ın zikri yapılmayan binalar ne kadar sağlam, ne kadar muhkem olsalar da harabdırlar.- daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azab vardır.” (Bakara 2/114 )...

Burası, on yıl, dört ay, yirmi altı gün ibadete kapalı tutuldu. Bu müddet zarfında, köprülerin altından çok sular aktı. Darbe sonrası, ilk yapılan milletvekilliği umûmî seçimlerini bütün engellemelere rağmen, merhum Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi kazandı. Dört yıl sonra 1983 seçimlerini de yine Anavatan Partisi kâhir ekseriyetle kazandı. Turgut Özal, başbakan oldu. Tâgûtî, ceberûtî, Kenan Evren, metazori bir şekilde Anayasa ile birlikte oylatarak ve tehdit ederek, kendisini cumhurbaşkanı seçtirmişti, yedi yıllık süresi dolduğunda, bu kere Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildi.

Devrin cumhurbaşkanı, merhum, Turgut Özal’ın talimatıyla, 10 Şubat 1991 tarihinde, Ayasofya’nın, minarelerinden ezan okunmaya başlandı. Ayasofya’nın hünkâr mahfilinin medhali, ibadete açıldı. Dikkat buyrulursa, 8 Ağustos 1980 tarihinde, yalnız, medhal değil, dolayısıyla koridor ve hünkâr mahfili de açılmıştı. Bilenler bilir, Ayasofya’nın hünkâr mahfili, ana kubbenin altında, Ayasofya’nın minberi ve mihrabının solunda, kendisine mahsûs minberi, mihrabı olan orta büyüklükte müstakîl bir cami gibidir. Bu farkı bilmeyenler, hazindir, hâlen, Ayasofya’nın hünkâr mahfilinin ibadete açık olduğunu zannediyor, bu istikamette ahkâm kesiyor, televizyon kanallarında boy gösteriyor, mülakat veriyorlar. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konularda tartışınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran 3/66)

Ömrü müddetince, Ayasofya’ya hiç girmemiş, etrafında dolaşmamış, semtini sorsanız onu bile bilmeyen nice titr sahibi kimseler vardır ki Ayasofya hakkında ahkâm kesiyor! Ne hazin değil mi?!...

Ayasofya’nın hünkâr mahfilinin medhali, yirmi dokuz yıl, dört ay, on beş günden beridir, ibadete açıktır. Beş vakit, Ayasofya’nın bütün minarelerinden ezan okunuyor, beş vakit namaz kılınıyor. Ayasofya’dan ve Sultanahmed’den düet olarak okunan ezanları, yalnız, Müslümanlar değil, yerli ve ecnebî turistler de huşû içinde, ayakta, hareketsiz bir şekilde dinlemektedirler. Mahfil medhalinde bile olsa, Ayasofya’da namaz kılınması, Ayasofya’nın bütün minarelerinden ezan okunması, çok büyük bir mana taşımaktadır, asla hafife alınamaz. Bazılarının dudak bükerek, “Efendim, açılan Ayasofya filan değil, Ayasofya’nın orada küçük bir mescid,” diye hafifsemeleri affedilir bir gaflet ve dalalet değildir. Hazreti Peygamber, salla’llâhu aleyhi ve selem, Mekke döneminde, içerisi putlarla dolu Kabe’nin gölgesinde namaz kılardı. Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bağlı olduğu, Cumhurbaşkanı Yardımcısının, Bakanların Pandemi döneminde, VIP cuma namazı, temsilî cuma namazı kıldıran Diyanet İşleri Başkanı, ya da en azından İstanbul Müftüsü, burada bir cuma namazı veya bir vakit namazı kılmış olsaydılar sembolik olarak büyük manalar taşırdı. Görmedik, duymadık...

Ayasofya Camii, 17 Temmuz 2016 yılına kadar, -hâin, fetö, darbe, istilâ teşebbüs ertesine kadar, önceleri Eminönü, Eminönü Müftülüğü lağvedildikten sonra, Fatih Müftülüğü’nün diğer camilerde vazifeli arkadaşlarımızın geçici görevle buraya görevlendirilmeleriyle idare edilmiştir. Bu müddet zarfında, bütün vakitlerde, ezan okunduğu, namaz kıldırıldığını ifade etmek zordur. 17 Temmuz 2016 tarihinde, İstanbul Fatih, Çemberlitaş’daki, Gâzî Atik Ali Paşa Cami imamı iken, Büyük Ayasofya Cami, İmam-Hatiplik kadrosuna, Önder Soy tayin edilmiştir, hâlen bu vazifesine devam etmektedir. Büyük Ayasofya Camii, (Ayasofya-yı Camii Kebir’i, terkibinin karşılığı olarak) müezzinlik kadrosu da Hafız Ahmed Toraman tarafından doldurulmuştur. O da hâlen, bu vazifesine devam etmektedir.

AYASOFYA  DOSYASINDA BİR PORTRE: 1972 yılında Erzincan’da, dünyaya geldi. Diğer Erzincanlı İstanbullular gibi ailesiyle birlikte çok küçük yaşlarında İstanbul’a geldi.. İlkokulu İstanbul’da okudu. Hıfzını İstanbul Çağlayan Yeni Cami Kur’ân Kursunda tamamladı. Fatih, İsmailağa Resmi Kur’ân Kursunda, Arapça ve İslâmî ilimleri tedris etti. İmam-Hatip Okulu orta kısmını Şişli İmam-Hatip Okulunda, lise kısmını Eyüp İmam-Hatip Okulunda bitirdi. Bir taraftan bu okullara devam ederken, diğer taraftan, Arapça, Farsça ve Osmanlıca kurslarına da devam etti. Bu lisanlara da vakıf oldu. İmam-Hatip Okulundan mezun olduktan sonra, ticârî hayata atıldı. Dokuz yıl kadar süren, vergi mükellefi olarak esnaftan biri oldu. Aktarlık yaptı. Bu arada, şifalı bitkiler hususunda ilmi araştırmalar ve çalışmalar yaptı. Bu arada nazarî ve afâkî olarak öğrendiklerini ticârî hayatında tatbik etti. Sultanhamam Halk Üniversitesini de böyle bitirmiş oldu. Ticârî hayatta edindiği tecrübe ve muhassıla ile, “Ticarette Adalet,” ismini verdiği, iki kitap yazdı. İlmî, meslekî çalışmalarına devam etti. Süleymaniye Dârü’l-Kurrâsında üç buçuk yıl kadar, Aşere, Takrib Tayyibe gibi Kırâ’et bilimleri eğitimi aldı, buradan aldığı, kırâet bilimleri icâzetnâmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da tasdik edilip resmiyet kazanmıştır. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı, İstanbul Tavrı, ezan, sala, mevlid, mersiye kursunu parlak bir muvaffakıyetle bitirdi. Asrımızın son Mersiye Hanı, Hafız Celal Yılmaz Hoca’dan Mersiye meşk’etmiş ve onun en önemli talebesinden birisi olmuş. Fatih Müftülüğü’nün açtığı vaizlik kursunu da büyük bir başarıyla bitirdi. -Bilindiği gibi, İmam-Hatipler aynı zamanda bulundukları camilerin kürsî vaizi durumundadırlar.- Bütün bu meşgale arasında, İlahiyat ön lisansını tamamlayıp, sosyoloji bölümüne kaydını yaptırmış olup, hâlen bu programa devam etmektedir. On yaşında başladığı, kaba kuvvete değil, kuvveti, akıl, teknik ve sanatla birleştiği, Uzakdoğu sporlarında, çeşitli dallarda, Türkiye ve İstanbul şampiyonlukları elde etti. 2004 yılında Hüsn-ü Hat sanatı derslerine başladı, muhtelif hat ustalarından dersler aldı, hat ustası oldu, Kültür Bakanlığı, “Hat Sanatçısı,” Belgesi sahibidir. Bu portreyi “Efradını Camî, Ağyârına Mânî,” bir şekilde tarif etmek çok zor. Eskilerin deyimiyle, “On parmağında on marifet,” hangisini anlatalım ki...

“Şüphesiz, Allah, Harif’dir, harif kulunu sever,” Hadis-i Şerif meâlidir. Allah, bütün güzel sanatların halikıdır, güzel sanat ustalarını sever.

Portre, klasik bir namaz kıldırma memuru değildir, gençlere sporla, sanatla nüfuz ederek, içtimâî ve sosyal faaliyetlerde başarılı olmakta, sokağa itilmiş, aileleri tarafından ihmal edilmiş gençleri topluma yeniden kazandırmak için büyük gayretleri var. Artık, duvara astığımız, boş çerçevenin portresini çerçeveye yerleştirme vakti geldi. Bu portre, Ayasofya’yı Kebir Cami, Büyük Ayasofya Cami İmamı, Kurrâ’dan, Hattat, Hafız, Önder SOY, Hoca’dır.

Ayasofya Dosyasını hazırlarken, bir portre olarak Önder SOY Hocayı niçin kayda geçirdim? Tarihçiler, geçmişin hatıratını, hadisatını kayda geçirirken, elbette hatıratın, hadisatın ana merkezine insanı oturturlar. Bu bakımdan bu dosyada daha önce, devrin Diyanet İşleri Başkanı, Tayyar Altıkulaç, İstanbul Müftüsü, Salahaddin Kaya, Vakıflar Bölge Müdürü, Rıdvan Nizamoğlu, daha da önemlisi, devrin Kültür Bakanı, Merhum, Tevfik Koraltan, Kültür Bakanlığı Müsteşarı, Merhum, Prof.Dr.Emin Bilgiç’i nasıl kayda geçirmişsem, Önder Soy Hoca’yı da kayda geçirmek istedim. Hem, sonra Millet olarak biz, değerlerimizin kıymetini, o değerler aramızdan ayrıldıktan sonra takdir ederiz.

“Kadrini sengi musallâda bilip ey Bâkî! Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf...”

Korkarım, bu yazı neşredildikten sonra, pek çok hasûdün gözü ve işaret parmakları, Önder SOY Hoca’nın üzerine dikilecektir. Yıllar önce Ankara’da, Devlet umûrunu yüklenmiş, tecrübeli bürokratlar arasında dolaşan bir söz vardı; “Türk Bürokrasisinde hiç bir başarı, cezasız bırakılmaz,” gerçekten bu söz yüzlerce, binlerce tecrübe ile sabittir. “Etliye sütlüye karışmayan,” makam koltuklarına yapışmış bürokratlar yıllarca o makamlarda kaldıkları halde, iş yapan, devlet için çalışan, muvaffak olmuş bürokrat için, Türkiye Haritası üzerinde iğne ile sürgün edilecek yerler aranır. İnşâ Allah! Önder SOY Hoca’nın başına böyle bir şey gelmez...